Nazeli mutfağa girdiğinde mutfakta kimse yoktu. Mutfağın bir köşesine konulmuş olan divana oturdu. Gözyaşları içinde olanları düşündü. Aptaldı. Defalarca aynı şeyi söyledi kendine. "APTALSIN!" öyleydi. Hala ne umutlar taşıyordu. Kaderinde bu vardı Nazeli'nin acı. Sadece acı. Mutluluğa yer yoktu hayatında. Kime ne yapmıştı bu zamana kadar. Kime ne kötülüğü dokunmuştu da bu derdi çekiyordu.
Mahir'e her baktığında hızlanan kalbi artık onu yormaya başlamıştı. Bir insan sevmekten yorulur muydu? Nazeli yorulmuştu. Hem de öyle bir yorgunluktu ki bu mezar bile dindiremezdi. Sevmek istemiyordu artık. Sevmek çok güzel bir şeydi. Tabii bir yere kadar. Nazeli için bu bir zulümden farksız hale gelmişti. Ne önemi, ne kıymeti vardı bu evde. Burada çalışanlar bile daha fazla saygı ve sevgi gördüğüne emindi.
Sabaha kadar gözyaşları içinde düşündü Nazeli. Güneşin ışıkları köyü aydınlatmaya başladığı gibi kalkıp kahvaltı hazırlamaya koyuldu. Kadınlar uyanmadan sofra hazırdı. Hazır sofraya baktı. Bu sofrada yeri yoktu. Nazeli, kaderinin gülmediği, güldüremediği bir kadındı. Artık bunu kabullenmeye karar verdi. Zorlamanın bir anlamı yoktu ki artık. Mutfaktan çıktığı gibi dışarı çıktı.
Köyün içini gezmedi. Dışın da dolaştı. Önce mezarlığa girdi. Nagihan'ın mezarının başına geçti. Söyleyecek pek bir şeyi yoktu. "Keşke o gece sen değil de ben ölseydim. En azından mutlu bir şekilde kapardım gözlerimi. Sen şimdi rahatsın bütün acıların dindi, gittin. Bütün derdi tasayı bana bıraktın. Keşke böyle olmasaydı," derin bir nefes aldı mezardan çıktı. Ağaçlık alanların içinden geçti. Su sesi geliyordu yakından. Yaklaşık elli metre sonra çok güzel bir su kenarı göründü. Kendi köylerinde ki suyun yanında burası deniz kalırdı. Çok büyüktü ve güzel. Burada ne güzel piknik yapılır, diye düşündü. Suyun kenarına oturup birazda suyu izledi. Biraz daha sakinlemişti.
Evin yolunu bulmakta zorlansa da bulmuştu. Eve girdiğinde mutfakta kahvaltı telaşesi vardı. Hızla mutfağın önünden geçti odasına çıktı.
Mahir sabah uyandığında yanındaki boşluğa baktı. Yanlış yapmıştı. Biliyordu ama ne yapması gerektiğini oda şaşırmıştı artık. Üstünü giyindikten sonra kahvaltı yapmak için aşağı indi. Önce selamlığa bakındı. Sonra kadınların oturma odasına yanından geçerken göz attı. Nazeli ortalıkta gözükmüyordu.
Mutfağa girdiğinde de aynı manzara ile karşılaştı. Umursamadan masaya oturdu. Nereye gidebilirdi ki. Kahvaltı ederken mutfağın kapısından geçen Nazeli'yi gördü. Nerden geliyordu bu kadın? Hem de bu saatte! Erol masadan kalktığında dikkati dağılmıştı. İştahı kaçan Mahir kalkıp selamlığa gitti.
Nazeli odasına girdiği gibi çıktı. Burada durmak dahi istemiyordu. Kapıyı kapatıp yaslandı. Aşağı inip Mahirle karşılaşmak en son istediği şey falandı. Asıl derdi buradan gitmekti. Merdivenlerde Erol'u gördü. "Erol," diye seslendi.
"Efendim yenge."
"Senden bir şey istesem yapar mısın?"
"Tabii yenge buyur," dedi gözlerine tam bakmıyordu Erol. Ne kadar çekingen bir adamdı.
"Beni köyüme götürür müsün?" dediğinde Erol kadının gözlerine baktı. Karşılaştığı kıpkırmızı gözlerle yutkundu. Yengesi ile abisinin kavga ettiğinin farkındaydı.
"Yenge abime sorayım önce, tabii götürürüm," dedi anlayışla gülümsedi.
"Yok, söylemene gerek yok. Ben birkaç şey alırım yanıma. Hemen çıksak, lütfen."