9

626 76 19
                                    

9: ❝Souls With Melodies❞

Kulaklıklarını takmış, kaşları hafifçe çatılmış Lee Nabi tüm dikkatini önündeki nota kağıtlarına vermişti. Saat çoktan yediyi geçmiş, hava kararmıştı fakat o yerinden kalkmamakta ısrarlı gibiydi.

Kulaklıkları yüzünden yavaşça açılan, müzik odasının camdan kapısını duymadı. Kapıdan girmekte olan Mark da bunu fark ederek, onu korkutmamak adına olabildiğince gürültülü bir şekilde içeri ilerledi. Arkasından sessiz sessiz gelirse Nabi büyük ihtimalle korkudan aklını kaçırır, bir de üzerine Mark'ı, çocuğun ellerindeki kaynar kahvelerle haşlardı.

Nabi, arkasındaki hareketliliği fark ederek kulaklıklarını çıkarttı ve arkasını döndü. Mark, ona selam verir gibi kaşlarını kaldırdı ve elindeki kahveleri kızın masasına bıraktı.

"Ne işin var burada? Gitmedin mi?" diye sordu Nabi, anında masaya bırakılan kahveden bir yudum alırken.
Sıcak kahve ağzının her bir köşesini kaynatırken, bunun çalışmayan beyninde işe yarayacağını umdu.
"Unuttun sanırım, ben de müzik grubundaydım. Senin müzikten sorumlu olduğun kadar ben de öyleyim, senin kadar iyi olmasam da sana yardım etmek benim görevim." dedi Mark, kendisine bir sandalye çekerek onun yanına otururken.
"Fazla düşüncelisin bakıyorum... Neyse..."
Nabi, ona alayla gülerek sırtını çıtırdattığında, Mark ona yüzünü buruşturdu.

"Fıtık kalacaksın."

Mark, kendisine göz devirerek gülen kıza hafifçe güldü ve önündeki kağıtları gösterdi.
"Ee, nasıl gidiyor?"
Kağıtları karıştırmakta ve ufak notlar almakta olan Nabi, başını iki yana salladı.
"Pek parlak değil, kafayı kırmak üzereyim, beynim her an patlayacakmış gibi hissediyorum. Aynı anda pek çok şey anlatmak... Nasıl? Nasıl yapacağım?" diye mırıldandı, sonlara doğru kafasını pek de yavaş olmayan bir şekilde masaya bırakırken.
Mark, onun büyük bir gümbürtüyle masaya çarptığı kafası yüzünden yerinden sıçradı.

"Nabi!"

"Ah! Şimdi delireceğim!" diye bağırdı Nabi, kafasını art arda masaya vurmaya devam ederken.

Düşün, düşün, düşün! Çalışsana, oralarda bir yerde beyin denilen sikik bir organ falan yok mu?

"Tüm okul seni müzik dahisi olarak çağırırken yeteneğini gerçekten ihtiyacın olan anda gösterememek seni çıldırtıyor değil mi?" diye mırıldandı Mark, tereddütle tek elini havaya kaldırırken.

Ona destek falan vermem gerekiyor, değil mi?

Mark, tam elini onun omzuna koymak üzereyken kızın masaya geçirdiği yumruk onu durdurdu.
"Kimin benim hakkımda ne düşündüğü zerre umrumda değil! Sik kadar aklı olmayan, soluk yüzüyle milletin gününü mahveden, huysuz kızın tekiyim ben, dahi olduğum falan yok!"
Nabi, bir anda hıçkırdığında, Mark'ın kaşları şaşkınlıkla havalandı. Değil onu ağlarken görmek, bir kere bile herhangi bir duygusunu bu kadar açık bir şekilde yansıtırken bile görmemişti. Genelde o alaycı, ölü gülüşünü takınır ya da dümdüz, insanların sabah güneşlerini gökyüzünden söküp alabilecek o huysuz ifadesiyle bir köşede otururdu.

Şimdi ise hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Mark, bunu o hâlâ Nabi'nin yanındayken yaptığı için içten içe ona teşekkür etti. Ne kadar birbirlerinden pek hoşlanmasalar da Nabi belli ki ona güveniyordu.

Ve Mark onun güvenini boşa çıkarmayı asla düşünmüyordu.

"Geri döndü, Mark!" diye bağırdı Nabi, yumruk hâlini almış elleri, tekrar masaya inerken.
"Her şeye rağmen, bir daha asla dönmemeye yemin ettiği o dans salonuna döndü ve bana güvendi. Bir şeyleri batırmayacağıma, en iyisini yapacağıma güvendi ve müziği benim hazırlamamı istedi, bana gerçekten güvenmeseydi asla bunu yapmazdı. Bir de bana bak, şu hâlime, şu aptallığıma bak! Onu uğratacağım hayal kırıklığı dışında hiçbir şey yok elimde!"

Mark, gözlerini kapatarak bir iç çekti.
"Ellerini masaya vurup durmayı kes, canını yakacaksın." dedi, sakin bir sesle.
Nabi ise onu duymuş gibi değildi.

Mark, onun yumruklarını yakaladı ve kızın ellerini kendisine doğru çekerek Nabi'nin kendisine doğru dönmesini sağladı.
"Sen..." diye bağırdı, kızın ilk defa gördüğü kızarık, gözyaşlarıyla ıslanmış suratına doğru.
Kollarını onun etrafına sardı ve Nabi'nin başını göğsüne bastırdı.
"... Konu müzik olduğunda bir dahisin, Flora bu yüzden bunu senden istedi. Kendini küçümsemeyi bırak, kendini baskı altına sokuyorsun."
Nabi, kocaman açılmış gözleriyle onun kolları arasında donakaldı. Mark'ın sıcak nefesini saçlarında hissedebiliyordu, tek eli ensesindeki saçları çekiştiriyordu, göğsünün atışı ise Nabi'ninkiyle neredeyse aynıydı.

Mark Lee istediği kadar Lee Nabi'den nefret etsin, Lee Nabi bazen sadece ona fazla hayranlık besliyordu.

Daha da kötüsü, onun kolları arasında olmanın nasıl bir his olduğunu öğrendiğine göre, bir daha buradan ayrılmak da istemiyordu.

"Müziği seviyorsun, değil mi?" diye sordu Mark, uzun bir sessizliğin ardından.
Nabi biraz duraksadı.
"Ben..."
Düşündüğü belli olan, donuk gözlerini birkaç kez kırpıştırdı.
"... İnsanlar hep hiçbir şey düşünmeyen ya da hissetmeyen bir ölü gibi baktığımı söylüyorlar, onlara canlı olduğumu hissettirmek, atan kalbimi göstermek istiyorum." dedi, kaşları hafifçe çatılırken.
Siyah kazağının sardığı kolları havalanarak Mark Lee'nin üzerindeki siyah kazağı sardı.

"Ben müzik yapmak istiyorum."

"Yapmak istediğin şeyi yap." dedi Mark, başını sallayarak.

Çocuğun gözleri, bir anlığına Lee Nabi'nin dudaklarına kaydı. Kırmızı ruju her zamanki gibi oradaydı. Hafifçe aralanmışlardı. Onun gibi Nabi'nin gözleri de onun dudaklarına kaydı. Acaba onlara dokunsa bir şeyler değişir, bir anda ilham falan gelir miydi?

Mark'ı öpmek istememle bir alâkası yok, sadece ilham için ufak bir deneme.

"Nasıl gidi- Hay anasını..."

Flora Park, kocaman açılmış gözleriyle kapıda kalakaldığında, Mark ve Nabi korkuyla yerlerinde sıçrayarak ayrıldılar. Nabi, kendisini geri çekmek isterken yere düşen Mark'la ufak bir bağırış çıkarttı.

"Mark! İyi misin?"

"Asıl sen iyi misin? Şimdiye bin kez nasıl yere bok çuvalı gibi yapıştığım hakkında dalga geçmen gerekiyordu!" diye bağırdı Mark da onun gibi.

Yüzünde hınzır bir gülümseme beliren Flora, sorar gibi tek kaşını kaldırarak onlara baktı.
"Yanlış bir zamanda mı geldim?" diye sordu, Mark'a kalkması için elini uzatan Nabi'ye doğru.
Nabi başını iki yana sallayarak anında elini Mark'tan çekti.
"Yo... Hayır..."

Flora, inanmış gibi başını salladı.

"Müzik diyordum. Nasıl gidiyor?" diye sordu, konuyu değiştirerek.
Nabi başını iki yana salladı.
"Pek iyi değil. Üzgünüm, gerçekten deniyorum."
Flora, sıkıntıyla iç çekerek başını salladı.
"Sorun değil."

"Nabi! Flora! Bakın sizi kiminle tanıştıracağım!"

Daphne Park'ın sesi tüm okulda yankılanırken, Flora ve Nabi sorar gibi birbirlerine baktılar. O sırada kapıda bekleyen Flora'nın görüş açısına giren Daphne ve onun kolundan tutmuş, sürükleye sürükleye getirdiği bir çocuk, Flora'nın yavaşça tek kaşını kaldırmasına sebep oldu.

Kim ulan o?

Daphne içeri girerken, şaşkınca kenardaki kızarık suratlı çocuğa baktı.
"Ah, hey Mark! Burada olacağını bilmiyordum."
"Ben de." diye fısıldadı Mark, sessizce.
Daphne ona pek takılmayarak, kaybolmuş bir çocuk gibi ayakta dikilen çocuğu gösterdi.
"Na Jaemin'le tanışın! O bir patenci ve..."
Jaemin gergince gülerek elini selam verir gibi kaldırdı ve onun cümlesini tamamladı.

"Performans şarkılarımı kendim hazırladığım için, nasıl aynı anda birden fazla müzik türünü birleştireceğiniz bir şarkı yapacağınızı biliyorum!"







love will tear us apart ➵ lee jeno✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin