5. Kapının Ardındaki Hayalet

111 17 11
                                    

Ed Sheeran - I See Fire

🌙
18 Mayıs 1996
Güneşli Bir Günün Ortası

Bir sonraki gün annemle birlikte mutfak masasına oturmuş taze fasulye ayıklarken, aynı zamanda da dün gece yaşadıklarını anlatıyordu. Bu sırada ben de Steven'la aramda geçen o mide bulandırıcı konuşmayı bir şekilde kafam atmayı başarmıştım; annemin gelişi bana resmen ilaç olmuştu.

"Valla ben gördüklerime inanamadım başta," dedi, gözleri faltaşı gibi açılmış bir şekilde. "Koskocaman bir evde oturuyorlar. Bir de demezler mi, biz burayı yazlık niyetine tuttuk, büyük şehirde bunaldık diye... Ama oraya da ev demeye bin şahit ister, koskoca saray yavrusu resmen."

Temizlediğim fasulyeleri, öbür fasulyeleri koyduğumuz çukur kaba basket atar gibi atarken, "İnsanlar o kadar parayı nasıl kazanıyor anlamıyorum gerçekten," diye mırıldanmıştım. Bizim gibi üç kuruş kazanabilmek için kılı kırk yaran insanların ulaşması çok zor hayatlardı bunlar. Her zamanki gibi zenginin malı züğürdün çenesini yoruyordu.

"Aman kızım, ya miras kalır ya da kazandıkları pis paradır. Böyle adamların genelde yolsuzluk yapmakta üstüne yoktur." Annem derin bir nefes alırken gülümsedi: "Allah'tan benimkiler iyiler. Bana böyle kocaman, içinde banyosu olan bir oda verdiler rahat edebilmem için. Çocuklar da çok tatlılar, maşallah. Bayıldım ikisine de..."

Kaşlarım çatılırken, "İkisine de mi?" diye sordum. "Hani bir taneydi?"

"Valla kızım bana sayı söylememişlerdi."

"Kaç yaşındalar bari?"

"Büyük olan dört yaşında, adı Ulaş. Onun anası pek bir suratsız ama babası iyi adam vesselam. Öbürü daha birkaç aylık, onun adı da Gece'ymiş." Hayret edercesine bir bakış atarken, "Şimdiki insanlar da ne tuhaf isimler koyuyorlar çocuklarına yahu," dedi. "Yok gece, yok gündüz..."

Kıkırdadım. "Aman anne..." İçi fasulye dolu torbanın neredeyse sonuna gelirken, açık mutfak penceresinden içeriye dolan deniz kokusu ciğerlerimi şahlandırmıştı. Perde rüzgârın etkisiyle havalanıyor, kuş cıvıltıları ve dışarıda oynayan çocukların  şen kahkahaları duyuluyordu.

Örümcek kafalı halkına rağmen, yine de seviyordum bu kasabada yaşamayı.

"Aaa, bu arada..." Kafamın içindeki düşünce yığınının arasında aniden parlak bir ampul belirdi. "İki güne Kerem'in ailesi gelip beni isteyecekmiş. Müsait olup olmadığımızı soruyordu."

Annem bir anda keyiflendi. Söylediklerimin etkisiyle yüzünde güller açmıştı sanki; böyle olacağını bilseydim daha önce söylerdim. "Aman aman, iyi bari. Sonunda akıl edebildiler, çok şükür." Gözlerimi devirdim. Elinden gelse, sırf kasabada artık laf çıkmasın diye Kerem'le beni bugün everirdi valla annem. "Gelsinler bakalım..."

Taze fasulyeleri ayıklamayı bitirdikten hemen sonra Nilgün Teyze oturmaya gelmişti. Tam bir meraklı melahatti kendisi; aynı zamanda da Kerem'le benim ilişkimizin bütün adımlarını kasabaya yayan dedikodu kazanının en büyük karıştırıcısıydı. Yine de annem onu anlamsız bir şekilde çok seviyordu. Bana kalsa eve bile sokmazdım.

Onlara bir kahve yapıp kaçarcasına odama çıktım. Düşüncelerimin önüne bir duvar çekip, kendimi yiyip bitirmemek için oyalanmam gerekiyordu. Yatak çarşafını ve yastık kılıflarını değiştirdim; toz aldım, yerleri süpürdüm, kitaplığımı düzenledim, giysi dolabını indirip baştan dizdim...

Oysa düşünecek ne çok şeyim vardı! Steven'ın dün gece söylediği saçma şeyleri tamamen aklımdan çıkartmıştım. Ondan uzak duracak, karşılaşmayacak ve paldır küldür girdiği hayatımdan onu çıkartacaktım. Çok da zor değildi.

Keşke en kısa zamanda pılını pırtını toplayıp bu kasabadan çekip gitseydi.

Fakat aklımı kurcalayan bu değil, büyük ölçüde her şeyi değiştirecek evlilik planıydı. Henüz on yedi yaşımdaydım. Ailelerimizin düşüncesine göre bu sene nişanı takar, ben reşit olduğumda da nikâhı kıyardık ve bu geçen zamanda da ev düzme işlerini halletmek için yeterince zamanımız olurdu.

Öte yandan Dilek ve Mercan'ın üniversiteye gitme hayallerini deli gibi kıskanıyordum. Kerem, benim üniversiteye gitmemin çok gereksiz olduğunu söylüyordu; üniversite okumak, ileride çalışıp para kazanması gereken insanlar içinmiş. Ama benim gitmeme gerek yokmuş çünkü çalışmayacakmışım. Onun kazandığı para bir aileyi geçindirmeye oldukça yetermiş.

Fakat ben, yaşımın getirdiklerini yapmak istiyordum. Evlenip çocuk doğurmayı değil.

Yatağımın üzerinde çaresiz ve rahatsız bir şekilde yuvarlanıp dururken, şifonyerimin aynasının kenarına yapıştırılmış bir kağıdı gördüm. Kaşlarım tuhaf bir şekilde çatılmıştı. O kadar temizlik yapıp onu orada görmemem mümkün müydü? Üzerindeki yazıyı okumak için yerimden kalkıp iyice yaklaştım:

"Sen benim için bu dünyadaki her şeyden çok değerlisin, peri kızı. Bunu sakın unutma. Seni seviyorum."

🌙
İÇİMDEKİ ŞEYTANI ÖLDÜR
©️ Lisa Brown

Instagram: lisabrwns


Bu bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Biliyorsunuz ki şu an iki erkek karakterimiz var ve kasabaya yeni gelen Steven ortalığı karıştıracak gibi... Sizin tahminleriniz neler?

Ayrıca Serra'nın annesinin yanında çalıştığı aileyi Soğuksu'dan bilen duyan, anlayan birileri var mıdır acaba aramızda? 

Yorumlarınızı ve oylarınızı sabırsızlıkla bekliyor olacağım! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere! xoxo

İçimdeki Şeytanı ÖldürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin