8. Sır Tutabilir Misin?

98 16 34
                                    

Andrew Belle - In My Veins

🌙

Koşuyordum.

Bir insan koşarak kaçabilir miydi kendinden?

Başarısız olsam da, en azından denemiştim.

Moraterium'dan kaçarcasına çıkmıştım; nefes nefese bir şekilde eve girdim ve, "Anne!" diyerek haykırdım içeride. Gözlerim dopdoluydu, vücudum korkudan zangır zangır titriyordu ve her yerim alevler içindeydi.

"Ne oldu Serra?" Annem koşarcasına inmişti merdivenlerden. Endişeli bakışları beni yakalayıp şöyle bir sarstı; ona sesleniş şeklimden bile bir şeylerin ters gittiğini anladığına emindim.

Boğazımda koca bir yumrunun eşliğine ona Moraterium'da sebep olduğum şeyi anlattım. Burnum sızlıyor, bedenimde bir yerlerim âdeta acıyordu. "Birine zarar verebilirdim anne," dedim, hıçkırırken. İçimdeki hisleri tutup çekemiyor, rüzgârda oradan oraya savrulan solmuş bir yapraktan farksız hissediyordum kendimi. "Orada biri olabilirdi..."

"Peki biri gördü mü?" diye sordu annem.

"Sadece yan komşumuz, Steven oradaydı."

"Başkalarına anlatacak biri mi? Önceden tanışıyor musunuz?"

Kafamı iki yana salladım. "Anlatacağını sanmam." Dudaklarımı birbirine bastırdım ve yanaklarıma sicim gibi inen gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken, hemen yanımdaki koltuğa yavaşça oturdum. "Kendisi benden hoşlanıyor gibi, o yüzden onu kimseye anlatmaması için ikna edebilirim."

Annemin kaşları yavaşça yukarıya kalktı. Steven'ı şimdiye kadar hiç görmemişti bile. "Seni ne kadar tanıyor da senden hoşlanıyor? Eyvahlar olsun... Kerem'in kulağına gitmese bari."

"Merak etme," diye mırıldandım. "Bana yaklaşamaz bile. Buna asla izin vermem."

Sıkıntılı bir nefesin ardından beni orada bırakıp mutfağa giden annem, gerisingeri döndüğünde avucunda bu sefer dört tane kırmızı ve mavi haptan getirmişti. Her ne kadar istemesem bile onları içtim; bana yardımcı olacağına inanıyordum. En azından şimdiye kadar bugünkü gibi bir şey başıma gelmediğine göre, işe yarıyor olmalıydı, öyle değil mi?

İyiden iyiye sakinleştiğim zaman odama çıkmış ve üzerime rahat bir şeyler geçirerek tekrardan aşağıya inmiştim. Annem de benim iyi olduğuma emin olduğu zaman, her ne kadar ondan uzak kalmak istemesem de işe gitmek için yola çıkmıştı. Yine yalnızdım ve görünen oydu ki, bu aralar bol bol kendimle baş başa kalmak zorundaydım.

Kendime bir çay koyup mutfak masasına oturdum ve yoldan gelen geçeni izlemeye başladım. Hepsi tanıdık yüzlerdi ve genellikle orta yaşlı ve yaşlı grubundan insanlardandı. Düşüncelerin işgal ettiği zihnimi ne kadar oyalayabiliyorsam oyaladım; şarkı söyledim, hatırladığım ilkokul arkadaşlarımın isimlerini saydım...

Fakat bana hiç yardımcı olmuyordu.

Kafamın içinde sürekli dönüp duran kelimelerin önünü bir türlü kesemiyordum.

Ruhunu görebiliyorum, onu benden saklayamazsın.

Kapının çalmasıyla beraber dalgınlığın etkisiyle yerimde sıçradım ve o ana kadar elimde tuttuğumu fark etmediğim çay bardağını sakince masaya bırakarak, kapıya doğru ilerledim. Gelen Kerem'di.

Yanaklarımdan öperken, "Sen oradasındır diye Moraterium'a gittim ama orası resmen savaş alanı gibiydi," dedi, şaşkın bir halde. Gözleri bir anlığına yüzümde dolaştı, beni o kadar uzun zamandır tanıyordu ki artık sadece bir bakışıyla her şeyi anlayabilirdi. "Bir şey mi oldu sana?"

İçimdeki Şeytanı ÖldürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin