17. Geçmiş ve Gelecek

53 2 0
                                    

SVRCINA - Meet me on the battlefield

🌙

"Babam mı?"

Dudaklarımın arasından şaşkınlığın etkisiyle yavaş ve sessizce dökülen bu kelimenin, benim hayatımda ne kadar yabancı bir yerinin olduğunu fark edince tuhaf bir yalnızlık hissi yüzüme tıpkı bir tokat gibi çarptı. Kızgın lavlar tıpkı bir zehir gibi damarlarımın içinde, beni baştan aşağıya kül etmek istercesine dolaşmaya başlamıştı; ensemde bir karıncalanma oldu, tüylerim ürperdi ve parmaklarıma yüklenen elektriğin beni küçük bir şoka maruz bırakacağını düşünmekten kendimi alamadım.

"Evet," dedi, karşımdaki adam isterik bir ifadeyle gülerek. "Hem seni görmek istedim hem de nişanlandığını  duydum, tebrik ederim kızım."

Kızım mı?

Karşıma geçip nasıl böyle şeyler söyleyebilme cesaretini kendinde buluyordu? Yıllar sonra kapıma gelip bana babam olduğunu söyleyen bu adamı hayatımda daha önce görmemiştim bile.

Gözlerimden âdeta alevler fışkıracaktı. "Kusura bakmayın ama on sekiz yıl boyunca kızınızı görmek için çabalamadıysanız, bundan sonra da göremezsiniz." 

Belli belirsiz destek almak istercesine kapıya yaslandım. Nasıl bir yandan deli gibi güçlü, bir yandan da ayakta duramayacak kadar parçalara ayrılmış hissedebilirdim?

"Ama..."

"Benim bir babaya ihtiyacım yok, lütfen..."

Karşımdaki adamı kovmaya hazır kelimeleri tam savuracakken, bu sefer sağ taraftan Steven'ın koca bedeni görüş alanıma giriverdi. Merakla bir adama bir bana bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. En sonunda dayanamayıp: "Serra, her şey yolunda mı?" diye sordu. Çengelleri kirpiklerine takılı baş aşağı duran soru işaretlerini neredeyse görebilecektim. 

Her ne kadar tanıdık bir simanın şu anda yanımda olması beni rahatlatmış olsa da, "Evet, ben hallediyorum," demek zorunda kalmıştım. Daha bu sabah Steven'a âdeta gitmesi için yalvarmışken şimdi de yardım etmeye, onu bir aile dramı içine sokmaya hakkım yoktu.

"Sorun yok delikanlı," dedi adam, Steven'a yan gözle bakarak. "Ben babasıyım." Daha sonra hızlıca bana döndü; sanki onun hâlâ orada olduğunu bilmiyormuş gibi, "Nişanlın bu mu?" diye sordu. "Maşallah yakışıklı çocukmuş." Tıpkı tenis maçı izler gibi bir ona bir bana gidip gelen gözleri yüzünden ben bile afallamıştım. Tekrardan yanındaki genç adama odaklanmış ve benim ona cevap vermemi beklemeden, "Spor mu yapıyorsun?" diye alakasız bir soru yöneltmişti. Ne yapmaya çalışıyordu?

Steven sessiz kalmayı tercih ederek, 'Neler oluyor?' dercesine bir bakış attı. 

Bu saçmalığa daha fazla dayanamayacaktım. "Lütfen evimi terk eder misiniz?"

Karşımdaki adam bana doğru bir adım attı. Geri çekildim. "Serra, oturup konuşalım kızım. Sana her şeyi anlatacağım."

"Hiçbir şey bilmek istemiyorum!" Sesimi yükseltmiştim, adam ne yazık ki nezaketten anlamayan birine benziyordu. "Hemen burayı terk edin!"

Karşımdaki adam birkaç saniye boyunca hüsrana uğramış bakışlar eşliğinde öylece dikilip dururken, sanki bir şeyler söylemek ister gibi dudakları bir açılıp bir kapandı, fakat aklına gelen kelimeler dilinde can bulmadan süzülüp kayboluverdi. Belli ki istediğini alamayacağını fark etti ve bana sonsuzluk gibi gelen sessizliğin sonunda arkasını dönüp gitmişti.

Kalbim deli gibi atıyor, ellerim ve ayaklarım uyuşuyordu. Göğsümde bir baskı hissettim, burun deliklerimden içeriye giren hava bir türlü ciğerlerime ulaşmıyor, sanki soluk borum bir şeytanın elinin içinde sıkılıyordu. Gözlerim karardı; dizlerimin bağı çözüldü ve hemen ardından vücuduma sarılan kolların sıcaklığını hissettim. "Tamam, tamam bir şey yok..." Steven'ın sesi, küçük çınlamaların ardından boğuk bir şekilde zihnime ulaştığında, onun da yardımıyla hemen kapının yan tarafındaki divana iliştim. "Sana bir su getireyim."

İçimdeki Şeytanı ÖldürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin