Baran'dan...
Saat 00.45 olduğunda heyecandan kasılan midemi bastırmak için bir kurabiye attım ağzıma. Siktiğimin zamanı geçmek bilmiyordu resmen. Yunan Tanrısı da çok pis şerefsizlik yapmıştı. Parti bittikten sonra yarım saat içinde falezlerde olabilmem için parti biter bitmez çıkmam gerekiyordu ama bu neredeyse imkansızdı. O da bunu biliyordu Geriye tek çare hız sınırlarını ciddi anlamda aşarak geberme riskini göze almak kalıyordu. Ve muhtemelen o riski almak zorunda kalacaktım.
İçimden bir kere daha sövdüm ve sinirle arkama yaslandım. Acaba partiyi şimdi mi bitirseydim? Etrafa baktım ve bu fikrin çürümesin izledim. Kimse gidecek gibi durmuyordu. Bir acelecilik yapıp partiyi bitirmek istesem beni takacak adam kalmamıştı resmen. Herkes ayrı bir kafaydı. İşte bu yüzden partiler hiçbir zaman planlandığı saate bitmezdi.
Sıkılmış bir şekilde çevremi izlemeye devam ettim. Her dakika biri doğum günümü kutlamak için yanıma geliyordu ve ben doğduğuma pişman olmuştum. Cidden.
Saat yavaş yavaş 01.30'a yaklaşmaya başladığımdan gerginliğim artıyordu. Buradan çıkamayacak gibi görünüyordum. En kötüsü de Can beni zorla yanına oturtmuştu ama yüzüme bile bakmıyordu. Kızlarla konuşmakla meşguldü. Tanrım.
Daha fazla dayanamayıp sessizce ayağa kalktığımda Can beni görse de bir şey demedi. Kimseye değmemeye özen göstererek arka bahçeye ilerlerdim ama bu bir hataydı. Asıl kalabalık arka bahçedeydi ve artık ben de o kalabalığın içindeydim. Harika.
"Baran doğum gününde içmeden duramazdın. Noldu?"
Kendimi ortalarında bulduğum gruptan bir kişi konuştuğunda çocuğun yüzüne baktım ve yüzümü buruşturdum.
"Sen kimsin ya?"
Konuşan çocuğu tanımıyordum. Hayatımda görmemiştim. Bunun burada ne işi vardı?
"Can'ın arkadaşıyım. Tanımıyorsundur."
"O zaman ne işin var burada?"
Gözlerini büyüttü ve konuştu.
"Bu kadar kaba olma."
Elimi alnıma vurdum.
"Ah, haklısın. Başım ağrıyor da biraz, gerginim. Ben bi tuvalete gideyim. Size iyi eğlenceler."
Cevap beklemeden aradan çıkıp ön bahçeye doğru giderken saati görmemle koşmaya başladım. Siktir siktir. Geç kalmıştım.
Cebimde kalmış anahtara şükrederek arabaya bindim. En azından ön bahçede birine takılmamıştım.
Hız sınırlarını aşarak, gece olmasına rağmen azalmamış trafiği yararak ve muhtemelen bu gecenin ceza kralı olarak falezlere geldiğimde hayal kırıklığıyla boş çevreme baktım. Gitmişti. Düşen omuzlarımla falezlerin kenarından yürümeye başladım. En azından yarım saat önce burada olduğunu biliyordum. Onun yürüdüğü yerlerden yürüdüğümü biliyordum.
İçime çöken ağlama hissiyle gözlerimi yukarı kaldırdığımda uzaktaki siyah silüeti gördüğüm ve yürümeyi durdurdum. Bu oydu. Yemin ederim oydu. Var gücümle bağırdım.
"Yunan Tanrısı!"
Benden birkaç adım uzaktaki beden yürümeyi bıraktığında ona yetişmenin verdiği rahatlamışlık hissi vardı bütün bedenimde. Dediği gibi 1 dakika sonra gitmemişti, beni beklemişti. Ama bu rahatlama hissim kısa, gerçekten çok kısa sürdü. Çünkü sokak lambasının aydınlattığı parlak saçlara kaydı gözüm. Şu ana kadar tek bir kişide gördüğüm parlak, kızıl saçlar. Ve beynim alarm vermeye başladı. Yunan Tanrısı, tahmin ettiğim kişi olamazdı.
Kızıl saçlar yavaş yavaş bana dönerken nefesimi tuttum. Yan profili görüş açıma girdiğinde acıyla inler gibi adı çıktı ağzımdan, istem dışı ve gerçekten acıyla.
"Utku abi?"
Duygusuz gözler beni buldu. Üşüdüğümü hissettim çünkü kelimenin tam anlamıyla acı içindeydim.
"Abi deme lazım olur."
Söylediği şey şaka gibi de dursa sesinde bunu kanıtlayacak hiçbir şey yoktu. Tamamen ifadesiz ve düzdü. Başımı onaylamayarak iki yana salladım.
"Ama... Ama nasıl? Senin bende numaran vardı eminim. Hatta ben-"
"Baran."
Sakin sesiyle telaşlı konuşmamı durdurduğunda çaresizce ona baktım. Yavaş adımlarla bana doğru yürüdü ve önümde durdu. Aramızda çok az bir mesafe kalmıştı. Boylarımız hemen hemen aynıydı ama o benden birkaç santim daha uzun duruyordu. Ya da ben kendimi küçülmüş hissediyordum. Ama fark etmezdi çünkü her iki durumda da baskın olan oydu. Mesajlardaki neşesi yoktu, olamazdı. Utku, Çağatay abiden başka herkese karşı ciddiydi. Ciddiydi ve soğuktu. Buna ben de dahildim. Birkaç kere konuşmuştuk ama hepsinde de bana karşı mesafeliydi. Biz hep iki yabancı olmuştuk. Bunda eşcinsel olduğunu ilk öğrendiğimde verdiğim tepki sebep olmuştu tabii ki. Onu tanımıyordum bile o zamanlar. Benim gözümde sadece bir ibne olmuştu ve çok büyük bir halt işleyerek ablamı kandırarak bütün çevresiyle arasını bozmuştum. Okulundan atılmasına sebep olmuştum. Bu tek bir iftirama bakmıştı. Pişmanlıktan ölüyordum ve attığım iftirayı düşünmekten bile kaçıyordum. Çok büyük bir şerefsizlik yapmıştım ona karşı. Ve şimdi karşımda duruyordu. Nasıl bana saldırmadan durabildiğini anlamış değildim.
"Şu an ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Ama bak, benim için de kolay olmadı tamam mı?"
Birkaç adım uzaklaştı benden ve arkasındaki duvara yaslandı.
"İçimdeki her şeyi fark ettiğimde sadece daha küçük olduğunu ve ne yaptığını bilmediğini söyleyerek geldim bu zamana." Omuz sikti ve devam etti. "Senden nefret ettim mi? Evet. Hala da ediyorum ama bu pek baskın değil artık. Ne de olsa,"
Birkaç saniye için durdu ve gözlerini gözlerimde gezdirdi. Devamında demek istediği bir şey var ama söylemesi gerektiğinden emin değil gibiydi.
"Uzun zaman oldu."
Söylememişti. Ama ben içinden geçeni biliyordum. Evet, ne de olsa onun bir ibne olduğunu ve bana tecavüz etmeye çalıştığı iftirasını kullanarak bütün parlak hayatını alt üst edeli uzun zaman olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yunan Tanrısı | bxb | Texting
Teen Fiction+90543*******: Bir şey soracağım +90543*******: Siz neden it sürüsü gibi 12 kişi birlikte geziyorsunuz? Baran: İt sürüsü olduğumuz için olabilir? ... 06.08.2020 17.07.2022 yayım