~11.BÖLÜM~ "Affet ben çok geç anladım!"

225 30 17
                                    

Bir insanın başına gelebilecek en güzel şey, onun için çabalayan, inandığı doğrulara yönlendiren, sanki bir bataklığın derinlerindeymiş gibi onu kurtarmak için didinen, çabalayan, güç ve emek sarf eden ve değer veren, hatta çok çok değer veren biri ile karşılaşmasıdır bence.

Benim inancına göre fani bir hayat, boş bardağa benzer. Hiçbir amacı ve yararı yoktur. Doğarsın büyürsün ve ölürsün. Öldükten sonra ise vücudun vahşi hayvanların eline geçer. Budur işte, yıllarca buna inandım. Ailem ne kadar Süryanilerin genelinin olduğu gibi Hristiyanlık dinini benimsemişse, bende o kadar hiçbir dine inanmamıştım. Eğer birgün gerçekten inanacağım bir din olursa kesinlikle İslam dini olur diyerek yıllarımı tükettim ve şuan aynı odada birlikte karantinada kaldığım kız, benim yıllardır inandığım doğruların birer kurmacadan ibaret olduğunu hissettirmeye başlamıştı bana.

Gözlerimi bir an olsun almıyordum üstünden. Öyle ki, şuanda çok aşırı derecede pişmanlık yaşıyordum. Onu buraya getirmemeliydim, kesinlikle büyük bir yanlış yaptım. O da hemen odanın girişinde sağda olan sedyenin üzerine çıkmış, başını koyduğu dizlerinin etrafına ellerini sarmış öyle ve bekliyordu ve bu bekleyişi beni çok üzüyordu.

"Huzur?"

Başını yavaşça dizinden kaldırdı

"Ben çok üzgünüm. Seni buraya getirmemeliydim"

Kaşlarını ilk defa çatık görüyordum.

"Ben bunu asla duymadım sen de söylemedin sayıyorum. Kısmette ne varsa o"

Başımı önüme eğmiş öylece ayak ucuma bakıyordum.

"Kaç gün kalırız burada? "

Olumsuz düşünceleri başımı sağa sola sallayarak savuşturmaya çalıştım, artık ne kadar başarılı olduysam(!)

"İlk defa geldiği için bilmiyorum. Bilim kurulu toplanmıştır birazdan haber alırız."

Ayakkabılarımı çıkardım ve sedyenin üzerine üzerine aramıza mesafe koyarak çıktım. Onun gibi sırtımı duvara yasladım.

"Biz ne yapacağız burada ya? Namaz nasıl kılacağım hiçbir fikrim yok."

Burada bu durumdayken bile namazı düşünmesi çok farklıydı.

"Birazdan bir görevli gelir. Ona sorduktan sonra Tolgayı ararım gerekli olan şeyleri istersin sen."

Minnetle baktı gözlerimin içine. Şuanda burada başbaşa olmamızdan da hoşlanmadığını biliyordum ama mecburduk işte.
Kapı yavaşça açıldığında gözüm, Huzur'un açıldığının farkında olmadığı boynuna takıldı. Tam düzeltmesini söyleyecekken gelen hemşirin , Huzur'un boynuna baktığını farkettim.
Şerefsize bak ulan!
Hemen Huzur'un yanına giderek şalının ucundan tuttum ve boynunu örttüm;

"Biraz daha buraya bak!
Bak da gör ne olacağını. Gözlerini hemen çekmezsen ben çekmesini bilirim."

Huzur da iyice kızardı ve yüzünü boynuna attığım şala saklıyordu.

Hemşir boğazını temizleyerek dikkati üzerine çektiğinde Huzur arkasını döndü ve lavaboya doğru ilerledi.

"Hocam şuan bilim kurulu toplantısı var. Özkan hoca dedi ki ailelerinden  birine haber verip lazım olan eşyalarını istesinler. Kaç gün kalınacağı da toplantıdan sonra açıklanır."

Neden böyleydi bilmiyorum ama onu öldürecek gibi baktığımdan kesinlikle eminim.

"Tamam şimdi çık!"

Hemşir hızlı adımlarla uzaklaştığında bende cebimden telefonu çıkardım;

"Tolga abicim sana birşey anlatacağım ama kesinlikle heyecan yapmak yok."

"- şimdiden yaptım bile. Söyle abi."

"Haberlerde birlikte görmüştük hani hatırlarsın belki.."

Tolga'nın sabırsızca verdiği nefes kulaklarıma ilişti;

-- Abi çatlatma işlemini lütfen sonraya bırak çünkü ben çok endişeleniyorum şu anda .

Derin nefes alıp verdim;

"Hani Çin'de bir virüs çıkmıştı hatırlarsan. Bugün bizim hastaneye gelen hastaların belirtileri aynı ve test pozitif çıktı."

-- Sen ne diyorsun. Abi siz sen , huzur
Abi siz iyisiniz değil mi bak doğruyu söyle

"Sakin ol kardeşim biz iyiyiz. O hastalarla ilgilendiğimiz için şuan karantinaya alındık bir odada. Huzur'un ve benim ihtiyacımız olan şeyleri söyleyeceğim sana onları Elif ve Uraz ile gönderir misin? "

-- Ben getireceğim abi.

"Hayır aslanım kesinlikle olmaz. Geçirdiğin ameliyat sonrası yaşadığın kalp sorunu nedeniyle senin dikkat etmen gerekiyor. Söylediğim gibi Uraz ve Elif gelsin."

Bir ses geldi. Sanırım birşeyi duvara fırlatıp kırmıştı.

"Tolga abim biz iyiyiz. Sakinleş artık."

-- abi telefonu Huzur'a verir misin?

Konuşmaya başladığımda sedyeye oturan Huzur'a doğru uzattım telefonu.

"Abi biz iyiyiz Elhamdülillah."

"..........."

"Abi sakin ol lütfen. Nevin teyzemlere de sakince anlat telaş yapmasınlar. Sadece tedbir amaçlı buraya alındık."

"............"

"Abi ben ihtiyacım olan şeyleri eliften isterim. Sende kendini üzmeyi bırak. Telefonu Eflah'a veriyorum görüşürüz inşallah."

"............."

Tolga ile biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapattık. Huzur da Elif'e mesaj atıyordu anlaşılan.

Çok basık ve boğucu bir oda olduğu için kesinlikle aşırı sıkılacaktık.

"Elif arıyor."

Telefonu cevapladı;

"....................."

"Bitti mi Elif'im? Bittiyse kulaklarını aç ve beni iyi dinle, Yusuf'u kesinlikle korkutma bu bir. İkincisi biz çok iyiyiz elhamdülillah sadece tedbir amaçlı buradayız."

"........................"

"Tamam Elif sana lazım olanları yazdım zaten. Seccade ve feracemi sakın unutma birde namaz başörtümü. Ayrıyeten meal de getir."

".........................."

"Görüşürüz."

Telefonu bıraktığında sesli bir nefes verdi.

"Zaten durum zor birde evham yapıp insanı daha da strese sokuyorlar."

Gülümsedim, haliyle yoruldu.

"Hadi bana birşeyler anlat."

Severdim anlattıklarını. O da biraz düşündü ve karar verdiği şeyi anlatmaya başladı;

"Kasımiye Medresesine hiç gittin mi Eflah?"

Evet gitmiştim ve sadece gitmek değildi, orada olan bağımızda başıma minik bir kız çocuğu ile neler gelmişti....

"evet gittim."

HUZUR'DAN;

"O Medrese Akkoyunlu hükümdarı Cihangir oğlu Kasım padişah tarafından Mardin'de yapıldı."

"seni bölüyorum fakat hep merak ettiğim birşey var, medresenin eyvanında kan lekeleri varmış, fırsat olmadı hikâyesine bakmaya"

Ey  güzel Allah'ım demek ki bana kısmetmiş anlatmak;

"Fırsat değil de , anlatmak benim kısmetimmiş diyelim ona.
Medreseyi yaptıran Kasım Paşa Medresede abdest alıp namaz kılarken amcası Hasan Paşa tarafından kafası kesilmiş. Kasım Paşa’nın kız kardeşi Esma Hatun, kanı avuçlayıp ağıtlar eşliğinde bu eyvanın duvarlarına atarak, ‘Ya Rabbi bu medrese ayakta kaldıkça bu kan Müslümanlara ibret olsun. Kimse kimseyi öldürmesin’ diye dua etmiş. Bazıları kök boya diyor ama hiçbir boya 650 yıl duvarda durmaz. Bu izler günde 10-20 defa ıslatıldığı halde tazeliğini koruyor.  Ve kan olduğuna biz de inanıyoruz ki bir dua Allah katında kabul edilirse edilir.”

Öyle bir dalmıştı ki;

"Kanım dondu resmen. Birgün birlikte gider miyiz?"

"Gideriz tabi bu illet bir bitsin, oraya da gideriz."

"Huzur?"

Bakışları üzerimdeydi;

"Efendim Eflah"

"Bana İslam'dan bahseder misin?"

O kadar güzel şeyler merak ediyordu ki, beni çok mutlu ediyordu.

"Etmez olur muyum, severek ederim. Söyle yapalım, sen merak ettiklerini bana sor, bende onları cevaplayayım."

Gülümsemesi beni büyülüyordu adeta..

"Namaz mesela. Sen buraya karantinaya girer girmez namazı düşündün"

"Evet.  Namaz müslümanların Allah'ın huzuruna çıktığı andır ve ben beş vakit olmasının hüznünü her daim yaşarım .
Bir olay vardır, İsrâ ve Miraç olayı. Bu olayda mübarek namazımız elli vakitte beş vakite indirilmiştir."

Sesi ile duraksadım;

"Seni yine bölüyorum ama, İsra ve Miraç olayından bana bahsedebilir misin? Tam olarak ne oldu o gün?"

Gülümsedim. Anlatacağım hikaye çok uzun olduğu için sadece namazla ilgili olan kısmını anlatacaktım;

"Peygamber efendimiz ( S.a.v ) Hz. Cebrail’in refâkatinde Mekke’den ayrılıp semâya yükselir. Önce Hz. Âdem’le, daha sonra Hz. İdris, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. İbrahim’le görüşür. Cenab-ı Hakk'ın yüce katından dönüşünde ise Hz. Musa ile karşılaşır. Bu sohbeti Peygamber Efendimiz şöyle anlatırlar:

" Allah ümmetime elli vakit namaz farz kıldı. Bu farziyeti yüklenerek döndüm. Derken Mûsâ Aleyhisselâma rast geldim.

"Mûsâ (a.s.) bana, ‘Rabbin ümmetine neleri farz kıldı?’ diye sordu.
"Onlara, ‘Elli vakit namaz farz kıldı’ dedim.
"Musa (a.s.) bana, ‘RAbbine dön de şefaat et, zira ümmetin buna tâkat getiremez.’ dedi.
"Bunun üzerine Rabbime Mürâcaat ettim. Allah Teâla şatrını (bir kısmını) indirdi. Ben yine Mûsâ’nın (a.s.) yanına dönerek durumu kendisine haber verdim: ‘Bir kısmını indirdi’ dedim. O yine, ‘Rabbine mürâcaat et, zira ümmetin tâkat getiremez’ dedi.
"Ben yine Rabbime mürâcaat ettim. Alah Taâla kalanından bir kısmını indirdi. Mûsâ Aleyhisselâmın yanına yine döndüm. O tekrar, ‘Rabbine dön, zira ümmetin buna dayanamaz’ dedi. Bir daha müracaat ettim.
"Allah Teâla, ‘Onlar beştir, yine onlar [sevap itibariyle] ellidir. Benim nezdimde hükm-ü kaza değişmez’ buyurdu.
"Musa’nın yanına döndüm. O yine, ‘Rabbine dön’ dedi.”
"Ben de, ‘Artık, Rabbimden utanır oldum’ dedim.”

Eflah ise öyle güzel dinliyordu ki anlattıklarımı;

"Sen nasıl bu kadar şey biliyorsun?"

Benim hakkımda böyle düşünülmesini sevmezdim. İnsan istersen herşeyi öğrenir. Ben araştırmayı, okumayı ve dinlemeyi seviyorum yalnızca. Kısacası abartılacak birşey yoktu ve benim daha çok eksiğim vardı. Ölene kadar heybemde ne topladıysam kârdır benim için.

"Ben yalnızca araştırmayı ve okumayı seviyorum. Şimdi bu anlattığım kısımdan da anlıyoruz ki insanlar namazı bir yük gibi kılıyorlar. İbadetleri bir vazifeyi yerine getirip sorumluluktan kurtulma niyetiyle yapıyorlar. Oysa ibadet yükü sırtından atmak değil bizzat yüke sırt olmaktır. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Rabbimizin huzuruna çıkarken kullarının verdiği emri yük olarak gördüğünü belirtmekten utanıyor."

Eflah kesinlikle etkilenmişti. Ben Rabbimin onu benim karşıma kesinlikle doğru yolu bulacağı için çıkardığına inanıyorum ve hatta inanmaktan da öte biliyorum.


Geniş bir gülümseme ile dahil oldu;

"Burada hoca sen oluyorsun hocam. Araştırma sürecinde daha."

"İnşallah doğru yolu bulursun o zaman."

Birşey söylemedi, yüzünde hafif bir tebessüm peyda oldu ve önüne döndü. Biraz sonra da kapı tıklatıp elinde iki küçük valizle aynı hemşir gelmişti. Ben utancımdan tekrar arkamı döndüğümde Eflah hemşiri dövecek gibi bakışlar atarak elinden bavulu almaya gitti.
Şimdi diyeceksiniz ki, arkanı döndüysen Eflahın o ifade ile gittiğini nasıl gördün? Hemen açıklıyorum;
Eflah hemen arkamda duruyordu. Ne kadar saçma bir açıklama olduğunun farkındayım ama siz çokta takılmayın bence, arada geliyorlar bana...

Eflah yanıma geldi ve valizi sedyenin yanında duran komodinin üzerine bıraktı.
Hızla valizi açtığımda gördüğüm şey ile valizini üzerine atladım. Allah'ım inşallah görmemiştir amin.

Yüzüm kesinlikle domates gibi kızarmıştı ve ben tek gözümü açıp  kaşımı kaldırarak ona baktım, dudaklarını bastırmış gülmemek için kendini tutuyordu. Valizi tuttuğum gibi diğer sedyeye oturdum ve utana sıkıla tekrar açarak içinden seccadem, namaz başörtüm ve meali çıkardım. Meali elime aldım ve ona bakmadan eline verdim.

"Bu senin. Allah boş duran kulunu sevmez."

Sonrasında ise abdest alarak kolonun arkasında görünmemek için dua ederek namazımı kıldım.

Tesbihimi çektikten sonra ellerimi açtım Rabbime ve onun için dua ettim;

"Allah'ım sen bu güzel adama Hidayetin en güzelini nasip et ."

💙🕊️💙🕊️💙🕊️💙🕊️💙🕊️💙🕊️💙🕊️💙🕊️

ELİF'DEN;

Huzur ve Eflah abi gittikten sonra bende çay bardaklarını tepsiye bırakıp mutfağa götürdüm. Bahçeye döneceğim sırada merdivenlerden inen Uraz ile karşılaştım.
İlginç bir his sardı bedenimi, vücudum karıncalandı ve kalp atışım kulaklarımda hissedeceğim kadar hızlıydı. Elimi kalbimin üzerine koyup gözlerimi kapattım. Zaman resmen anlamını yitirmiş, yelkovan akrep yerinde durmuş, herşey benim aleyhime işler gibi sözleşmişti sanki. Gözlerimi açtığımda, bir çift göz ile karşılaştım. Gülümsemesi adeta gözlerine ulaşmış çok güzel bir gülümsemeydi bu. Tanımlamak mümkün mü bilemiyorum ama, çok güzeldi. Tanımla derseniz eğer; iftarda içilen su gibi ...

Biraz daha gözlerime baktı ve beni arafta bırakacak o cümleyi kurdu;

"Ben söylemiştim"

Beni öylece bırakarak bahçeye gitti. Bende arkasında öküz ve tren misali bakakaldım resmen.
Kendine gel kızım kendine gel!

Bende bahçeye ilerledim. Onunla göz göze gelmemeye özen göstererek sandalyeme oturdum. Sonrasında ise Tolga abinin telefonu çalmıştı ve konuşmak için bahçede ilerlemişti. Bir beş dakikanın sonunda yanımıza geldiğinde oldukça gergin ve rengi atmış görünüyordu.
Nevin teyzemin de dikkatini çekmiş olacak ki;

"Paşam ne oldu? Senin rengin attı bir anda"

Tolga abi gözlerini sıkıca kapattı;

"Size birşey söyleyeceğim ama kesinlikle heyecan yapmıyorsunuz."

Nevin Teyze şimdiden gerilmişti. Bende korkmadım değil.

"Abim ve Huzur"

Bir anda hışımla ayağa kalktım!

"Ne oldu benim kardeşime"

URAZ'DAN

Elif'in rengi bir anda sarardı. Ayağa kalkıp hemen tuttum onu ve kulağına fısıldadım;

"Sakin ol , daha birşey söylemedi Tolga. Hemen stres evham yapma Elif. Bir aslını astarını öğrenelim önce."

Huzurla olan bağı çok farklıydı ve Tolga'nın yüz ifadesinden iyi bir şey olmadığı belliydi.

"Elif sakin ol kardeşim. Şimdi söyleyeceklerimi iyi dinleyin, son zamanlarda gündemde olan bir virüs vardı hatırlarsanız, işte o virüs vakasıyla aynı belirtileri gösteren hastalar ile ilgilenmişler. Hastaların testi maalesef pozitif çıkmış ve Huzur ile abimi karantinaya almışlar."

Annem ağlamaya başladı;

"Oğlum, birşey söyle bana kötü birşeyleri yok değil mi? Biri oğlum diğeri kızım ... "

Tolga ne yapacağını ne söyleyeceğini şaşırmış vaziyette anneme bakarken Naciye nine konuşmaya dahil oldu;

"Neevin kizamı sakin ol. Kure kere sende ne beklisen anlat lav"

"Naciye nine birşeyleri yok dedim kimse beni dinlemiyor ki. Tedbir amaçlı alındılar karantinaya. Ayrıca abim şüphelendiği için hastaya maske ve eldivensiz yaklaşmamış Huzur'u da uzak tutmuş. Sakinleşin lütfen."

Elif ise hâlâ titriyordu. Biraz daha rahatlamıştı ama.

"Uraz?"

"Efendim Tolga"

"Sen Elif ile birlikte, abim ve Huzur'un ihtiyaçlarını hazırlayıp götüreceksiniz."

Annem ve babam hemen araya girmişlerdi;

"Oğlum biz götürürüz!"

"Hayır hayır. Ben götürürüm dediğimde abim kızdı. Rahatsızlığım olduğu için kesinlikle izin vermedi. Bu illetin neyle nasıl bulaştığı belli değil, çünkü her kafadan bir ses çıkıyor. Sizin de gelmemenizi kesin bir dilde söyledi. O yüzden Elif ve Uraz gidecek."

Bakışlarını bize yöneltti;

"Size mesaj atacaklar. "

Başımıza onayladık. Geldiğimizde misliyle olan keyfin zerresi kalmamıştı.

"Ben Huzur'u arayacağım"

Aramadan kesinlikle içi rahat etmeyecekti.
Bir süre konuştuktan sonra eşyaları hazırlamak üzere önce Huzur'un evine gittik. Ben aşağıda beklerken o küçük valizi hazırlayıp inmişti. Sonrasında bizim evden eşyaları almak için yola koyulduk. Bende küçük bir valize istediklerini bırakınca hızla hastane yolunu tuttuk. Bahçeye giriş yaptığımızda karşılaştığımız manzara bizi oldukça germişti. Bahçeye büyük bir çadır kurulmuş, tamamen beyaz özel kıyafetli çalışanlar da çadırın içinde etrafında telaşla dolaşıyorlardı. Yol üzeri aldığımız maske ve eldivenleri torpidodan çıkardım ve önce Elif'e uzattım. Elimden aldığında bende hızla taktım. Hastanenin girişine geldiğimizde önce ateşimizi ölçtüler. İçeriden gelen görevliye valizleri uzattık ve vakit kaybetmeden arabaya geçtik.
Abimi arayarak eşyaları bıraktığımızı söyledim.

HUZUR'DAN

Karantinada 1.gün...

Gün boyu Eflahı seyrederek vakit geçirdim. Elindeki meali saygıyla tutmuş, güzelce okuyordu.

"Siz namaz kılıp Kur'an'ı Kerim'e dokunurken abdest alıyorsunuz galiba. Benim de almam gerekiyor mu?"

Gerçekten huzurla dolmuştum. Zaten o da böyle değil miydi? HUZUR'UN PEŞİNDE idi.

Ona öğreteceğim ilk şeyin abdest almak olması ne kadar güzeldi...

"Sen henüz müslüman değilsin o yüzden şart değil. Eğer istersen sana şu anda  öğretebilirim."

Sevinçten gözleri parlamıştı.

"Evet istiyorum."

Birlikte lavaboya gittik. Benim söylediklerimi yapmasını söyledim o da ben anlattıkça uyguluyordu.

"Başka şartları da var ama onlara internetten bakmanı istiyorum. Şimdi benim söylediklerimi iyi dinle;

Öncelikle niyet edilir. Niyet şu şekilde edilir;

Niyet ettim Allah rızası için abdest almaya

Sonra -"Eûzübillahimineşşeytanirracim-Bismillahirrahmanirrahim" denilerek eller bileklere ve parmak araları da dahil olmak üzere üçer defa yıkanır.

-Sağ el ile ağza üç defa su verilir. Her su alınışında ağız çalkalanır ve su dökülür.

-Yine sağ el ile buruna üç kez su verilir ve sol el ile burundan suyun çıkarılması sağlanır.

-İki avuca su alınarak saç bitiminden çene altına kadar yüz üçer defa yıkanır.

-Sonrasında sağ kol dirsekle beraber üç kez, sonra sol kol aynı şekilde üçer kez yıkanır.

-Sağ el ile başının dörtte biri mesh edilir.
Yani başın üzeri, sağı solu ve arkası dört parça şeklindedir. Genellikle üst kısmı yapılır.

-Sonra her iki el ıslatılıp serçe parmaklar ile kulakların için mesh edilirken, kulakların arka kısmı da baş parmaklar ile mesh edilir. Yani bu şekilde...

-Sonrasında baş ve serçe parmakları kullanmadan işaret, orta ve yüzük parmaklarının dışı ile boyun mesh edilir.

-En son ayaklar yıkanır. Parmaklardan başlanarak önce sağ sonra sol ayağı topuk kemiği ile birlikte üçer kez yıkanır. Parmak aralarının da yıkanması gerekmektedir.

Abdest bu kadar Eflah hocam."

Gülümseyerek söylemiştim son sözlerimi. Sonrasında da iki sedyenin etrafındaki perdeyi çekerek uyumuştum. Diğer sedyede de o uyuyacaktı.

Karantinada 2. gün...

Mealde anlamadığı kısımları bana gösteriyordu sürekli. Telefonu da elinden düşmüyor, takıldığı yerleri bir yandan da telefondan araştırıyordu. Bugün Yusuf suresine bakıyordu.

"Bu sure beni çok etkiledi. Hz. Yusuf ile toplamda 13 kardeşler. Babalarının kardeşleri Yusuf'a olan sevgisini kıskanan kardeşleri onu babalarına öldü göstererek kuyuya atıyorlar. O zamanlardan beri insanlarda değişen birşey olmamış demek ki. Yaşanan kötü olaylardan ibret almak gerekir ama insanlar akıllanmazlar"

Güzel yerlere değinmişti.

"O Allah ki, kuyulara atılan Hz. Yusuf'u kurtararak Mısır'a Aziz yaptı. Ben bu yaşıma kadar yalnızca Allah'ın adaletine güvendim biliyor musun. Ailemi o büyü kazada kaybederken, sinirlerime hakim olamadığım o dönemlerde bile Allah Kerim'dir dedim"

Yüzü düşmüştü.

"İnsan alışıyor Eflah, ben kardeşim için katlandım bu kadar acıya. Hâlâ çok özlüyorum hatta dayanamıyorum bazen ama Allah o minik yürek için dayanma gücü veriyor."

Karantinada 3.gün...

Bugün de hadisleri inceleyerek bitirdik günü. Hani her şerde vardır bir hayır derler ya, gerçekten öyleydi. Eğer biz karantinada kalmasaydık, belki de Eflah doğru yola ufak adımlar bile aramayacaktı.

"Aaaa bak Huzur
Bu Hadisi Şerif senden bahsediyor.

"Yalnız iki kişiye gıpta edilir. Biri, Allâh’ın, mal verip hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kişi; diğeri de, Allâh’ın, kendisine ilim verip de onunla amel eden ve bunları başkasına öğreten (yâni ilmini infâk eden) kimsedir." (Buhârî, İlim, 15; Müslim, Müsâfirîn, 266-268)"

Söyledikleri beni gülümsetmiş ve utandırmıştı.

"İnşallah o şerefe nail olurum da, ben hadislere, sünnetlere, farzlara uyarak hareket etmeye çalışırım genellikle. Ne kadar oluyor bilmiyorum tabi."

Gülümsemişti. Gülümseyince kısılan gözleri , ortaya çıkan bir erkeğe göre oldukça beyaz olan dişleri o kadar dikkat çekiyordu ki hemen başımı başka yöne çevirdim.

"Bende araştırmaya başladığımdan beri neden bu din Huzur kokuyor diyordum."

Söylediği şey ile hemen kalkıp lavaboya gittim. Yüzüme soğuk su çarpıp havlumla kuruttum. Ne demişti o şimdi...

Karantinada 4.gün...

Bugünkü konumuz sünnetlerdi. Acaba bugün ne söyleyip de beni utandıracağını düşünürken kesinlikle geç kalmamıştı.

"Erkekler için sünnet olmak fıtri sünnetlerdenmiş Huzur. Biliyor musun küçükken sağlık sorunları nedeniyle olmuştum."

Doktorlar kesinlikle açık sözlü oluyorlardı zamanla. Sanırım ben öyle olamayacaktım hiçbir zaman.
Birde küçük çocuk gibi heyecanlı heyecanlı bakışı beni benden almıştı zaten. Gün boyu sünnetler üzerinden konuştuk ve en sonunda bir film izlemeye karar verdik.

Assalamualaikum Beijing

Konusunu kurgusunu çok severdim o filmin.
Genç bir kız başına gelen bir takım olaylar nedeniyle Pekin'e gidiyor ve rehberi zamanla kız sayesinde müslüman oluyordu.
Tabi bu süreç içerisinde birsürü zorlu yolları aşıyorlardı, aynen bizim gibi. Filmin sonunda da Eflah'dan aynen şu cümleyi duydum;

"Bunlar bize benziyor Huzur. Kız senin gibi çabalıyordu."

~HUZUR'UN PEŞİNDE~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin