▸ bölüm #01: hayatın bir türlü bitmek bilmeyen oyunları

1.4K 138 135
                                    

bölüm bir | hayatın bir türlü bitmek bilmeyen oyunları

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

bölüm bir | hayatın bir türlü bitmek
bilmeyen oyunları

Anthony Edward Stark, sabahları şirkete gitmeyi hiçbir zaman sevmemişti ama çok daha erken saatlerde ufak tamirci dükkanının kepenklerini açmayı sevmeye başlıyordu.

Babasının takdirini kazanmak için çok fazla çabalamıştı çocukluğu boyunca. Daha küçücük bir çocukken ilk robotunu yapmış, MIT'de okumuş, dereceler kazanmış, şirketin başına geçmişti. Geriye baktığında bunları yapmaktan pişman değildi aslında. Makineleri seviyordu, magazin siteleri sık sık Tony Stark'ın kalbi olmayan bir robot olduğunu yazardı ama Tony buna üzülecek son insandı. Robot olsaydı, en azından makineleri ile alet edevatlarıyla akraba olurdu ve sevdiği bir aileye sahip olmanın ne demek olduğunu bilirdi. Eh, tahmin edersiniz ki Tony'nın bu sığ beyinlerin arasında kalması pek olanaklı değildi. Pişman olduğu şey kendiyle ilgiliydi, kendi davranışları ve kendi seçimleriydi. Çevresine kimseyi almadan ve hiçbir faydası olmadan yaşadığını düşünmek Tony'yi ne zaman boğmaya başlamıştı genç adamın kendisi bile hatırlayamıyordu. Sosyeteye, parasına ve şirketine siktiri çekip ufak bir kasabaya yerleşmesinin yirmi yaşlarını bulması bile başlı başına bir hataydı.

Tony Stark, tanımadığı bir yerde tek başınaydı. Kendine bir ev tuttu ve onu baştan aşağı kendi tarzında döşedi. Bir tamirci dükkanı açtı ve babasından kalan mirasın kalanını zorunda kalmadıkça dokunmamak üzere bankaya yatırdı. Dükkana gelen cihazlardaki bozukluklar ya bir devre hatası ya da bir parça eksikliğinden kaynaklansa da Tony yeni hayatını buna katlanacak kadar seviyordu.

Tek bir sıkıntı vardı. Tony Stark kendiyle baş başa kalmaktan her zaman rahatsız olmuştu. Sessizliğin, düşünmesine ve kendini tanımasına sebep olduğunu söylerdi genç adam. Yaptığı silahlar, son verdiği hayatların hayaletleri ve babasının hakaretleri böyle anlarda peşini bırakmazdı. Ne kadar yetersiz olduğunu haykıran sesi susturamadığı zamanlarda da şirketi devrettiği Pepper'ı aramaktan başka çaresi kalmıyordu.

Pepper Potts, Tony'nin arkadaşı olmadan önce sadece asistanıydı ve gerçek şuydu ki onun gibi birini arkadaş yerine bir çalışan olarak kullanmak Tony'nin ( Sayısı oldukça fazla olan ) hatalarından biriydi. İlişkiler bu asistan, arkadaş ve bazen de flört çerçevesinden sıkışmıştı ve ne bir adım geriye me de bir adım ileriye gidebiliyordu. Yine de genç kadın, bu belirsizliği önemsememek için elinden gelen her şeyi yapmış yıllarca Tony'nin yalnız hissetmemeye çalışması için çabalamıştı, onu sık sık görüntülü veya sesli aramış, bazen evine ufak tefek hediyeler bile göndermişti.

Ama yetmiyordu.

Gece olduğunda, müşterileri dükkanı terk ettiğinde ve Pepper telefonu kapattığında Tony Stark - tıpkı yirmi dört yıllık hayatının hemen hemen hepsinde olduğu gibi - hala yalnızdı.

Hayaletler ise daima ordaydı.

Belki de bu yüzden inanmadığı tanrı, genç adama bir yardım eli uzatmaya karar vermişti.


Doktor Stephen Vincent Strange, bir cerrahın ulaşabileceği son seviyeye gelmek için çok çabalamıştı.

Ne gerçek bir aile, ne de aileden kalma bir mirasa sahip birisi olarak üniversite yıllarının zorluk içinde geçtiğinden başka hiçbir şey hatırlayamıyordu genç adam. Ama bahtsız olması demek değildi ki yeteneksizdi. Aksine Stephen, birçok insanın gördüğü en parlak beyindi ve çabalamaktan asla vazgeçmeyecek kadar da hırslıydı.

Hırsın fazlası hiçbir zaman olumlu şeylere yol açmaz derler. Stephen'ın hayatına bakınca bu sözün yanlış olduğuna emin oluyordu insanlar. Sonra Stephen ile tanışıyor, onun kafdağındaki burnunun varlığını öğreniyor ve peri masalı bozuluyordu. Stephen Strange, yalnızdı. Yalnızdı ama zengindi ve başarılıydı. Çok uzun bir süre bunlar genç adama yetmişti de artmıştı bile. Kendiyle ve ulaştığı noktayla daima gurur duymuştu.

Sonra birden... Christine isimli bir kadınla tanıştı ve tüm hayatı kelimenin tam anlamıyla allak bullak oldu.

Christine güzeldi, üstelik Stephen'in hak ettiğinin üstünde bir kibarlığa sahipti. Tuhaftır ama, birçok kişinin aksine seviyordu da hayatını birleştirme yolunda olduğu adamı. Stephen'ın ise onu sevdiği tartışılmaya açıktı. Bir yerde bu kadın, genç doktor için sevilenler kategorisindeydi ama asla kendisini sevdiği kadar değildi. Taraflardan birinin diğerini daha az sevdiği ilişkilerin acı bir sonu olduğunu öğrenmeleri ise uzun sürmemişti. Christine'in Stephen'ın evine taşınmasından birkaç ay sonra ikilinin kavgaları başladı. Zamanla kavgalar şiddetlendi ve en son dayanılmaz bir hale büründü. Stephen, yanına hiçbir şey almadan kapıyı çarparak çıktı evden. Sinirliydi ve kendinde değildi ama yine de arabasına binmeyi tercih etmişti. Küçük dağları o yaratmıştı sonuçta! Bir şey olacağı yoktu.

Bir şey oldu.

Yanlış şeritten gelen bir kamyon tarafından neredeyse ezilmiş ve yoldan çıkmış araba, günün ilerileyen saatlerinde bir aile tarafından bulundu. Stephen Strange, canlıydı canlı olmasına ama elleri egosunun aldığından bile daha büyük hasar almıştı. Bu da Stephen Strange'in bütün mal varlığını ellerini düzeltecek ameliyatlara yatırması döngüsünün başlama anıydı. Saatlerini, arabalarını hatta evini sattı genç adam ama sonuç titreyen ve daima acıyan ellerden öteye gidememişti. Mesleği bırakmak zorunda kaldı, Christine ile ise zaten bitmişti. Genç kadın en azından arkadaşı olarak Stephen'ın yanında kalmak istese de Stephen onu her zaman yaptığı gibi kendinden uzaklaştırmıştı.

Ruhsal çöküntü ve maddi çöküntü birleşince Stephen her şeyden vazgeçmeyi istedi. O kadar istedi ki, gerçekten her şeye son vermeyi denemesine ramak kalmıştı ama hayatın genç doktor için hazırladıkları bitmemişti. Felçli bir adamın söylentisi Stephen'ın kulağına çalındı. Adam, doktor arkadaşlarından birinin hastasıydı ve omurgası geri dönülemez biçimde hasar almıştı. Sonra adamın antik tıp yöntemlerine başladığını duymuştu doktoru ve bir sonraki ziyaretinde adamı ayaklanmış görmese inanmazdı buna. Stephen o adamı bulduğunda ise bunun dedikodudan öte, gerçek olduğunu gördü.

Adamdan bir adres aldı ve ellerini iyileştirmenin peşine düştü.

Doğru yoldan gitse Stephen Strange'in önünde uçsuz bucaksız bir gelecek olabilirdi. Bir kahraman olabilir, dünyayı değiştirebilirdi belki de ama daha önce de dediğimiz gibi, hayatın daha bu adam için sakladığı çok şey vardı. Öğrenmesine ise sandığından bile az kalmıştı.


Eveet, bu sadece karakterleri tanımanız için bir açılıştı. Kurguya bir dahaki bölüm geçiyoruz. Umarım beğenmişsinizdir.

clockwork & mechanic ☰ ironstrange, auHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin