Yasemin, kendine ait dünyasında ona bu dünyayı veren birçok dostuyla beraber yaşayan, kalbi yaralı ama yaralarından en güzel çiçekler inşa eden bir kızdır. Sonra biri çıkar gelir. Yaralardan inşa edilen o çiçeği görür. Koparmaya kıyamaz, koklamaya d...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
İnsan ne zaman gülmeye çalışsa hayat acı bir şaka yapıyor ve dudaklardaki tebessümleri siliyordu.
Zaten gülmüyordum ki neden daha çok acıtmak istediniz beni?
Gecenin bir vakti aldığım mesajla ekrana bakakaldığımda bunun bir kâbus olduğunu düşündüm fakat değildi. Gözlerimi ovuşturarak doğrulduğumda dağılmış saçlarımı umursamadan arkaya savurarak mesajı birkaç daha okudum. Ayaklandım. Yatamadım. Birkaç kez daha okudum. ''Melih sandığın kişi değil,'' diye dışıma taştı kelimeler içime yara vermeye başladığında. ''Melih gelmeyecek...'' Ne demekti bu? Nasıl bir girdaptı böyle her saniye içine çekildiğim?
Mesajı gönderen Tibet Şahiner'di. Bu kişi Melih'in abisiydi.
Melih bana ondan çok az bahsetse de aralarının hiç iyi olmadığını biliyordum. Gecenin bu vakti neden böyle bir mesaj atmıştı ki bana? Niye? Saate baktığımda çok geç olduğunu gördüm fakat bu çocukla bir an önce konuşmalıydım. Bir mesajla neye inanacaktım sanki? Üstelik benim onunla konuşmadan önce Melih'le konuşmam gerekti.
Onu aradım fakat telefonu kapalıydı.
Hiçbir şekilde ona ulaşamıyordum.
Bir anda kaçan tüm uykularım beni müthiş bir korkunun içine düşürmüştü. Sağıma ve soluma bakındım. Konuşacak, korkumu paylaşabileceğim birini aradım ama bulamadım. Yalnızsın işte, Yasemin. Arama kimseyi çünkü tek başınasın.
Sedire oturdum ve üzerime bir yorgan çekerek pencereden dışarı baktım. Hava kapkaraydı ve neredeyse hiç yıldız yoktu. Ufak da olsa bana parlayacak bir şey yoktu. Yalnızlık bir kanser gibi vücuduma yayılmaya başladığında kafamı sedirin başlığına yasladım ve gözlerimi belli bir noktaya sabitleyerek iç çektim. Neye üzüleceğimi, şaşıracağımı bile şaşırmıştım. Ağlamak fayda sağlamıyordu artık fakat bir noktaya bakarken de hüznü kovalıyordu gözlerim çünkü ölmüştü artık içimdeki o güzel mevsim.
Sabahın ilk ışıklarına kadar uyuduğumu hatırlamıyordum fakat gözlerimi araladığımda odanın için epey aydınlıktı. Uzandığım yerden doğrulmaya çalıştığımda belimdeki ağrı yüzümde kocaman bir ekşimeye sebebiyet verdi. Yatağımda olmadığım için her yerim tutulmuştu. Zar zor doğrulduğumda saate baktım. Dokuzu geçiyordu. Tibet denilen çocuğu aramalıydım. Onunla konuşmadan hiçbir şeyi rahata erdiremezdim. Bununla nasıl yaşayabilirdim?
Üzerimdeki yorgandan kurtulup ayağa kalktığımda elimi belime koydum. Odanın içi de bir hayli soğuktu. Sakince fakat içimdeki kuru hislerle odadan çıkıp dış kapının yanında duran odun kovasını kavradığım gibi içeri girdim. Birkaç odunla sobayı yaktıktan sonra yorganları topladım. Yaşayan bir ölüydüm sanki. O kadar mutsuz, o kadar suskundum ki; şimdi arayıp biriyle konuşmaya halim yoktu.