-14-

67.3K 2.6K 18
                                    

Bölüm şarkısı: The Pretty Reckless- You make me wanna die.

***

Beni eve bırakan Mert sanki kapı ağzında suikaste uğrayacakmışım gibi ben içeri girene kadar beklemişti. Nefesimi sinirle dışarı verdim kapıyı arkamdan kapatıp ayakkabılarımı çıkardıktan sonra. Evdeki sessizlik karşılamıştı beni her zaman olduğu gibi. Bazen hevesle dışarıdan eve geldiğim günleri hatırlıyordum istemsizce. Aceleyle kapıyı açtıktan sonra mutfaktan gelen yemek kokularını takip ederek mutfağa koşardım. Evimizin içi ışıl ışıldı ve o canlılık gözle görüle bilecek türdendi. Şimdiyse siyah beyaz renklerden başka çalar bulamıyordum baktığım zaman.

Beşinci senesi dolmak üzereydi annemi kaybedişimizin üzerinden. Babamla sabahları kalkar üzerimizi giyindikten sonra annemin mezarını ziyaret ederdik ölüm yıldönümlerinde. Yaptığımız şeyler aynıydı her sene; O gün hemen hemen hiç konuşmazdık. Dudaklarımızdan dökülen kelimeler de olması gerekenlerden kat be kat uzak ve anlamsızdı. Kayıplar her zaman kalanlar için zor olmuştur.

Şarjı bitmek üzere olan telefonumu çıkardım babamı aramak için. Muhtemelen yine ofisinde sabahlamıştı. Artık evi dışında her yer onun için daha çekilir duruma gelmişti. Benim için de aynı şey geçerliydi düşündüğüm zaman. Mert ve İrem'in sürdürdüğü savaşın ortasında kalmaya bile razıydım onlarla birlikte yaşamak için. Çünkü aralarında koparmadıkları o bağı görmek beni eskiye götürüyordu. Mutluluğumu hatırlatıyordu.

Evin kapısı açıldığında düşüncelerim yarıda kesildi. Hatta bir süre düşünme yetimi de kaybetmiştim. Telaşla eve giren babam dış kapını açık bırakmıştı hemen geri döneceğinin mesajını vererek. "Kızım!" saniyelik bakışından sonra yanımdan geçip giderek odasına daldı. Şaşkınlıkla arkasından ilerlerken babamın yatağının yanına çökmüş ve kilitli kasasını açtığını gördüm. İş yerinde tutmaktan sakındığı belgelerini tuttuğu yerdi o kasa. Arasından seçtiği birkaç belgeyi koltuğunun altına sıkıştırarak ayağa kalktı apar topar. "Baba ne oluyor?" Beni korkutmasını umursamayacak derecede meşguldü şu anda.

"Telefonunu açık tut ve ben aradığımda derhal yanıtla. Haber etmeden de evden dışarı çıkma."

Beni koruyacağını düşündüğü talimatları yağdırırken bunun altında yatan sebebi açıklama gereği görmemişti. Sabrımın sınırındaydım. "Baba ne olduğunu sordum sana. Bu şekilde gittiğine inanamıyorum." Sesimdeki hayal kırıklığı babamın durmasını sağlamıştı. Geriye döndüğünde yüzündeki suçluluk duygusu bendeki pişmanlık duygularını uyandırmıştı. Suçlu konumuna düşecek bir şey yapmamış olsam da.

"Yine tehlikenin ortasındasın. Muhtemelen bu evden de taşınırız yakında. Annemden sonra hayatını tehlikeye atmak senin için hobi haline dönüştü farkında değil miyim zannediyorsun? Seni bilmiyorum ama ben çok yoruldum. Sadece kendini suçlamıyorsun, beni de cezalandırıyorsun annemin ölümü için."

Uzun süredir içimdeki birikmiş kelimeleri dışa vurduğum için karmakarışık bir ruh haline bürünmüştüm. Ne iyi hissediyordum ne de kötü. Dağılan bir binanın içinde bulunmak gibiydi; duygularımı tarif edecek olursam. Son henüz gelmemişti ve ben o korkuyla ezberlediğim sonluğu bekliyordum.

"Annemin kanser olması senin suçun değildi. Benimki de değildi ama sen bana her baktığımda bakışlarındaki ifadeyle karşılaşmamak için göz göze gelmemeye çalışıyorum seninle. Bize bunu yapma lütfen."

Yutkundum. Halının üzerine oturarak ağlamak istiyordum ama yapmam gereken şeyler vardı; gerçeklerle yüzleşmek gibi mesela. Babam tek kelime bile etmeden yanıma gelerek boşta olan koluyla beni kendine çekti. Ellerim yanımdaydı fakat ben de tüm kalbimle ona sarılmıştım. Saçlarımın üzerinden öptükten sonra evden ayrılmıştı yine konuşmadan kaçarak. Bakışlarımı duvarlarına soğukluk sinmiş eve çevirdim. Bununla yaşamaya alışmıştım ve bu şekilde yaşamaya da devam edecektim. Her şeyin üst üste geldiği bugünde başka bir şey düşünecek halde değildim yoksa kafam patlayabilirdi. Belki de Mert'in önerisini dinlemeliydim; eve gelmek için acele etmemeliydim.

Örümcek Ağı |1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin