***
Birine karşı duyduğunuz güven sarsıldığı zaman kimi suçlamalıyız? Karşımızdaki kişiyi mi? Yanlış. Çünkü kafamızda yarattığımız dünyadan ve beklentilerden karşıdaki insan sorumlu olamaz hiçbir zaman. Ve geriye tek bir kişi kalıyor; o da kendimiz. Mert ona güvenmem için bir yakarışta bulunmamıştı bana hiçbir zaman. Ne de onu sevmem için bir imada. Hislerimi en başından belli eden kişi bendim. Belki de yaptığım hataların en başını çekiyordu bu. Karşındaki insana sevildiğini belli etmek. Birçok talihsizliklerin başlama nedenidir işte.
"Melek!"
Babamın korkuyla yere oturarak gözlerimin içine bakması koptuğum gerçekliğe dönüş biletim olmuştu. "Bir eve izinsiz bir şekilde girip orada yaşayan insana saldırmanın suç olduğundan habersizsiniz galiba! Polis çağırmak zorunda bırakmayın bizi." Safiye abla bir türlü sakinleşemeyen Ceren'e son uyarısını yapmıştı. Onlara doğru çevirmedim hiç bakışlarımı, sadece evden çıktıklarını duydum çarpan kapının sesiyle. Babam ayağa kalkmamda yardımcı olurken istemsizce sağ kolumu tutuyordum.
"Kolun acıyor mu?"
Kafamı iki yana salladım sol elimi yanıma indirerek. "Üzerine düştüm sadece, iyiyim." Kendimi koltuğa bıraktığımda içinde olduğum şaşkınlıkla boğuşuyordum. Kimse bunu beklemiyordu. "Neden beni suçladılar ilk olarak? Daha olayın ne olduğunu bile bilmezken hem de." Yanlış kişilere isyan ettiğimi biliyordum ama bunu Mert'in karşısına çıkarak da yapmazdım artık. Belki Ceren gibi şiddetli bir tavır sergilememişti ama sessizliği her şeyi açıklıyordu. Upuzun cümleler kursa bile bu kadar açıklayıcı olamazdı çünkü sessizlik kelimelerden daha kuvvetlidir.
Babam yanıma oturarak gözlüklerini çıkardı. Konuşmadan önce derin bir nefes alma gereği duymuştu her nedense. "Nedenini bilmiyoruz ama şu ana kadar İrem'in kimliğini saklamışlar. Herkes onu Serhat Yılmaz'ın ikinci eşinden olan çocuğu olarak biliyordu. Onunla kurduğun yakınlıktan sonra İrem'in sana sırrını açıkladığını düşünmüş olmalılar. Seninse bize söylediğini." Dinlemiştim ama babamın söylediklerinden çok az bir şeyler anlayabilmiştim. Gözümün önüne ahşap kutunun içinden bulduğum gazete geliyordu sürekli. Annelerini silahlı bir saldırıda kaybetmiştiler. Tamamlanmayı bekleyen o kadar eksik parça vardı ki.
"Sen bu olayın neresindesin baba? Neden bu kadar yakından ilgileniyorsun onlarla?"
Sorum üzerine babamdan hiçbir yanıt alamamıştım. Onu az çok tanıyorsam konuşmayacağını da biliyordum. Ayağa kalkarak yanlarından ayrıldım sessiz bir şekilde odama geçerek. Yatağımın üzerine uzanarak tavanla bakışırken babamın anlattıklarıyla olayları bağdaştırmaya çalışıyordum. İrem'in kimliği neden gizlendi? Onu neden öldürmeye kalktılar? Bu insanlar kim? Artık olay benden çıkalı çok olmuştu. Mesele ben değildim, ne de benim 'babamla yaptığım iş birliği' değildi.
Yataktan doğrularak telefonu elime aldığımda sağ kolumdaki sızı da tekrar baş kaldırmıştı. Ama umursamamıştım. Korkarak İrem'i aradığımda geçen her saniye işkence gibi gelmişti. Pes edip telefonu kapatacağım zaman hattın diğer ucunda İrem'in sesi duyuldu. "Efendim Melek." Sesi o kadar soğuk ve mesafeliydi ki. İki elimle telefondan yapışmıştım. "İrem iyi misin ne oldu tam ola-" ne olduğunu tam olarak öğrenmek istiyordum ki telefon kapanmadan önce son konuşmasını duydum sadece.
"Artık görüşmesek ikimiz için de daha doğru olacak. Hoşça kal."
Ve telefon yüzüme kapandı. Kendimi açıklayacak cümleleri söylememe bile izin vermemişti. Ben babamla iş birliği yapmadım, ben seninle ilgili hiçbir şey söylemedim ona, ben sana çok değer veriyorum... bunların hiçbirini söyleyememiştim. İzin vermemişti. Yavaşça yatağıma kıvrıldığımda elimde olmadan akan gözyaşlarım damlamaya başladılar.
Her şeyin bittiğinin bilincindeydim ve bu durum canımı müthiş derecede yakıyordu. Keşke beni dinleseydin. Keşke beni dinleseydin. Uykuya dalana kadar kafamda dönüp duran tek bir cümle vardı. Çünkü bitmesini hiç istememiştim.
*
Günler birbirini kovalarken üzüntümü yaşayacak zaman bile bulamamıştım. Güvenliğimizin olmadığını düşünen babam çareyi yeni eve taşınmakta bulmuştu onlarca ısrarlarıma rağmen. Sarp yeni evimizi bulamayacak mıydı sanki? Yeni eve taşınmak sorunlarımızı çözemezdi ki. Babam bu işlerin içinde olduğu sürece sürüp gidecekti bu sürgünler. Ama babam beni dinlememişti her zaman olduğu gibi. Yeni okuluma alışmam beklediğimden de kolay olmuştu. Şans eseri ucube gibi bakmıyorlardı bana sınıf arkadaşlarım. En azından yanlarına davet etme inceliği gösteriyorlardı.
Dersten çıkıp eve doğru adımlarken kafamda dönen düşünceleri tartıyordum bir taraftan. Bazı gerçekleri sindirebilmiş miydim geçen süre zarfında, kesinlikle hayır. Mesela, yalancı damgası yemek gibi, arkadaş dediğin insan tarafından silinip atılmak gibi. Adımlarım yavaşlarken henüz eve gitmek istemediğimi fark ettim. Ben de en yakın otobüs durağına doğru değiştirdim yönümü. Belki deniz havası iyi gelirdi üzerime çöken bu kırgınlığa.
Ekim ayının getirdiği rüzgâr dalgaların hırçınlaşmasına yardım ediyordu. Kumların üzerine oturmuş gri gibi görünen denizi izliyordum sessizce. Nedense her zaman sevdiğimiz sessizlik bu sefer canımı yakıyordu. Mert'i düşünüyordum; her akşam, her sabah, her yalnız kaldığımda. Hatta kalabalık içinde bile. İmkânsız olduğunu biliyordum ama bu şekilde bitmesi gerekmiyordu. Veda bile edemeden kaybolup gidecek miydi yani? İnsan birini sevdi mi bu şeyi aklının ucundan bile geçirmez. Belki de çocukça hislerdi benimkiler de. Geçici bir heves sadece.
Yine bir şeyleri bitiremeden kalkıyordum oturduğum yerden. Üzerimdeki kumları temizlerken bir taraftan da formamı batırdığım için kendi kendime konuşuyordum. "Neler düşündün?" Duyduğum sesle donup kalırken kafamı yukarı kaldırdım İrem'i görmek adına. Yalnız değildi. Onun arkasında duran Mert, ellerini ceplerine sokmuş bana bakıyordu. Kalbim ağzımda atarken ilk birkaç saniye ne yapacağımı şaşırmıştım. Çocukça bir heves seninkisi Melek, kendini kandırma.
"Öylesine oturuyordum. Bir şeyler düşündüğümden değil."
Eğilip yerden çantamı alırken İrem gideceğimi hissetmişti. Hızlı adımlarla yanıma gelerek konuşmaya devam etti. "Zamanın varsa biraz konuşalım mı?" Eski sevecen hali geri gelmişti. O an ona sarılmak istedim ama gururum bana engel oldu. Hafifçe koluma dokunduğunda sert bir şekilde kendimi geri çektim. "Bir daha görüşmeme kararı alan sendin İrem. Beni dinlemeden yargılayan da. Bence konuşacak hiçbir şeyimiz yok." Arkamı dönüp gitmek isterken onun dolan gözlerini görünce yapamamıştım.
"Özür dilerim, seni suçladığım için, seni dinlemediğim için ama o zamanlar kafam çok karışıktı inan. Mantıklı düşünemiyordum bile, ölümün eşiğinden dönmüştüm çünkü."
Kendince haklı sebepleri vardı onun da ama fikrimi değiştirmem için yeterli değildiler. Arkam dönerek gittiğimde bu sefer ismimi onun ağzından duymuştum. "Suçlayacak birilerini arıyorsan İrem'in böyle düşünmesini sağlayan kişiye yöneltmen gerek öfkeni. O da ben oluyorum." Arkamı döndüğümde yüzümdeki ifadeyi gördüklerinde ikisi de şaşırmıştı. Çünkü hayal kırıklığımı gizleme gereği duymamıştım bu sefer.
"Sana haksızlık ettiğimin farkındayım, yüzüme bile bakmak istemezsen hak veririm. Ama bunu İrem'e yapma. Sevilmeyecek türden bir insan olduğumu da biliyorum ve bunu sana kanıtladım da. Nefret etmen gereken kişi benim, İrem değil."
Bütün öfkemi sahiplenmeye çalışıyordu. Neden sevgimi değil de öfkemi, nefretimi istiyordu anlam veremiyordum bir türlü. Ona duyulan sevgiden şüphe duyarak geri çeviriyordu ama nefretimi kabul etmeye hazırdı severek. Demek ki emin olduğu tek bir his vardı kendisinin; o da nefret.
***
Diğer hikayelerime ve şu anda devam eden hikayem "Suflör" e bakmayı unutmayın. Seviliyorsunuz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Örümcek Ağı |1
ChickLitBölümler düzenlenerek yüklenmektedir. * "Gölgene bile inanma. Karanlıkta seni yalnız bırakır." Karanlığın bile saklamakta aciz kaldığı şeyler vardır bu hayatta. Öyle ki gölgelerimiz o gerçeklerden korkarak bizi tamamen yalnız bırakırlar en nihayetin...