-36

37.6K 1.7K 42
                                    

Hayatınızın tümünü oluşturan belli başlı parçalar vardır. Yakından alakasız görünse bile uzaklaştığınızda yapbozun tamamını görmüş olursunuz. Benim hayatımdaysa tamamlanmamış, uzaktan bakınca bile anlamsız görünen birkaç para vardı her zaman...

Elimdeki mektup doğruyu söylüyor olsa bile hayatımın uyumsuz parçalarıyla mükemmel bir uyum yakalamıştı. İşte beni de bu korkutuyordu.

Kalabalığın arasından sıyrılıp dışarı çıktığımda nefes alabilmek adına tüm havayı ciğerlerime çektim. Fayda etmemişti. Boğuluyordum. İçimdeki korkuya anlam yüklemeye çalışıyordum bu belirsizlikten kaçmak adına fakat neden korktuğumu da bilmiyordum.

Omzuma dokunan el beni nazikçe kendisine çevirdi. Yaşlı gözlerimi Mert'e çevirdiğimde bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Tam da ne olduğunu soracaktı ki elimde tuttuğum kâğıt parçasına ve fotoğraflara takıldı gözleri.

"Bunları sana kim verdi?"

Sesindeki ciddiyet bu sırrı açığa çıkaran kişiye meydan okuyor gibiydi. İçimdeki korku şiddetlenmeye başlamıştı. Çünkü son kalemin de yıkıldığını hissetmiştim verdiği tepki üzerine. Biliyordu...

"Doğru mu peki?" Lütfen olmasın... Mert kafasını yere dikerek aşağı yukarı salladı.

"Bütün bunlardan haberin vardı değil mi?"

Aptaldım... cevabı bildiğim halde yine ona soruyordum sonucunu değiştirmek istercesine. Cevap vermedi. Sessizliği sorduğum soruya yeterli cevabı vermişti. Hayal kırıklığıyla kafamı iki yana salladım.

"Bu şekilde öğrendiğin için çok üzgünüm Melek. Aile meselenize karışmak benim haddime değildi. Bunu sana babanın açıklaması gerekirdi. Bu yüzden sessiz kalmak zorundaydım. Ama bilmek istiyorum; bunları sana kim verdi?"

Artık dayanamamıştım. "Kim verdiyse verdi işte. Sence önemli olan bu mu? Hayatımın koca bir yalan üzerine inşa edildiğini öğrendim az önce. Ne yapmam gerekiyor söylesene. Çünkü en ufak bir fikrim yok." Sonlara doğru kısılan sesimle birlikte aldığım nefes sayısı da azalıyordu. Nefes alamıyordum.

"Melek," bana ulaşmak istercesine yanıma yaklaştı fakat elimle ona engel oldum. Koca bir okyanusta boğuluyordum ve beni kurtarmak isteyen kişiyi de geri çeviriyordum aynı zamanda. Kurtarılmak istemiyordum.

"Beni onlara götür."

Mert ilk önce ne söylediğimi kavrayamamıştı. "Görmek istiyorum anlıyor musun? Yıllardır babamın..." duraksadım. Ağız alışkanlığıyla söylediğim kelime hayatımda ilk kez bana bu kadar yabancı gelmişti. O kişi gerçek babam değildi.

"Melek bunu yapamam."

Arkamı döndüm nereye gittiğimi bilmeden. Onları bulmak zorundaydım. Babamla yüzleşmek zorundaydım. "Nereye gidiyorsun?", "onları bulmaya. Gerekirse sabaha kadar ararım ve bulacağım da." Beni durdurmaya çalışsa da başarısız olmuştu. Ne kadar ciddi olduğumu fark ettiğindeyse sağ eliyle yüzünü sıvazladı sıkıntılı bir şekilde.

"Burada bekle."

"Bekleyemem!"

"Seni onlara götüreceğim!"

Artık onun da sabrının taştığını anlayabiliyordum. Ses tonunu kontrol edemiyordu. Aceleyle telefonunu çıkardı ve birini aradı.

"Melek'in babasının adresi lazım acilen... evet... bekliyorum."

Telefonu kapatarak bana baktığında enkaz yığınıyla göz göze gelmişti. Sahip olduğum her şey bir mektup parçasıyla ellerimden kaybolup gitmişti. Ağır adımlarla yanıma geldi göz temasını bozmadan. Kafamı göğsüne yasladım gözyaşlarımı tutamazken. Yapamıyordum... ne kadar güçlü görünmeye çalışsam bile yerle bir olan parçalarımı yerden toplayamıyordum.

Örümcek Ağı |1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin