12

350 65 28
                                        

Altı gün.
Jeongin'in gelmediği, benim her sabah yolunu gözlediğim ve elde var sıfır ile yatağıma geri dönüp Hwang'ın söylenmeleriyle geçirdiğim altı koskoca gün.
Neden bu kadar kırgınım? Neden bu kadar sinirliyim? Ne çabuk birilerine güvenir oldum?

Sana kaç kez kimseye güvenemeyiz demiştim?

Şimdi seninle tartışmak istemiyorum Hwang.

Hadi ama ben senin en yakın arkadaşınım. Bizden başka kimseye güvenemezsin. Herkes yarı yolda bırakır.

En yakın arkadaşım? Güldürme beni.
Biz arkadaş değiliz.

Bu acıttı.

Kafamı iki yana sallayıp hafif araladığım perdeden dışarıya bakıyorum. Dün gece biraz kar yağdığından çatılar ve ağaçlar beyazlıklarla örtülü.
Kışı her zaman sevmişimdir. Karın beyazlığı, sokakların sessizliği daha güvende ve daha huzurlu hissetmemi sağlıyor çünkü. Kafamın içindeki seslere, düşüncelere bir de dışarının gürültüsünün eklenmesi beni daha da rahatsız ediyor.
Sessizlik ve sakinlik. Böylesi daha iyi.

Sokağın başında altı gündür beklediğim bedeni görüyorum. Üzerindeki kabana iyice sarılmış hızlı adımlarla evime doğru ilerliyor. Pencereden ayrılıyorum ve birkaç dakika sonra kapımın arkasındaki hareketliği hissediyorum. Birkaç kere tıklatıyor kapıyı.

Ne yapıyorsun? Sakın kapıyı açma!

Kapıyı açtığımda ellerini birbirine sürterek ısıtmaya çalışan Jeongin'e bakıyorum. Fazlasıyla şaşkın bir şekilde bana bakarken gülümsemeye çalışıyorum ama başarılı olamıyorum. Onu evin içine çekip kapıyı ve her bir kilidi tek tek kapatıyorum.

"Üşümüş olmalısın. Sana çay yapmamı ister misin?"

Şaşkınlıkla beni izlemeye devam ederken başını sallıyor yavaşça. Ben mutfağa ilerlerken o da ardımdan geliyor. Çok eşya bulunmayan, çerçevelerin tersine çevrilmiş olduğu, basık bir havaya sahip odada tek başına bulunmak istemediği belli.

Sen aklını kaçırmışsın! Bizi öldüreceksin. Seni bilmem ama ben ölmek istemiyorum! Aptal, aptal, aptal!

Kes sesini.

"Efendim?"

Jeongin'in sorusu ile ufak bir küfür çıkıyor ağzımdan. Sorarcasına bana bakarken kaynayan suya çeviriyorum bakışlarımı.

"Bir şey yok."

"Neden gelmediğimi sormayacak mısın?"

Bedenimi ona çeviriyorum. Delicesine merak etsem de dışıma bunu yansıtmıyorum. Sanki günlerdir hiç düşünmemişim gibi umursamazca neden diye soruyorum.

"Annem fazlasıyla rahatsızdı. Kendime bakacak zaman bile bulamadım. Gelemediğim için üzgünüm."

Sorun olmadığını söylüyorum. Bir süre gözlerimin içine bakıp başını iki yana sallıyor. Bana yaklaşmak istediğini ama bunu yapamadığını anlıyorum.

Ah, seni korkutmamaya çalışıyor ne şirin ama.

Demlenen ıhlamur çayını bir kupaya koyuyorum ve masada oturan Jeongin'in önüne bırakıyorum. Gülümseyerek konuşmaya başlıyor.

"Hâlâ ıhlamurdan başka bitki çayı içemiyor musun?"

Duraksıyorum. Bunu nereden biliyor?

Acaba nereden? Kimler birileri hakkında çok fazla ayrıntı bilir biliyor musun? Sapık katiller.

Beni yalnız bırak.

Bana ihtiyacın var seni aptal!

Ben kendimle çatışırken Jeongin endişeli gözlerle beni izliyor.

"Evet. Midemi bulandırıyorlar."

Gülümsüyor. Yavaş yavaş bedenime yayılan korkuyu görmezden gelmeye çalışıyorum ama ellerimin titremesini durduramıyorum. Jeongin kupasındaki çayı biraz soğumasını bile beklemeden hızla bitiriyor. Canının yandığını yüz ifadelerinden anlıyorum ama belli etmemeye çalışıyor.
Ve sonra hemen ayaklanıp kapıya doğru ilerliyor.

"Neden korktuğunu bilmiyorum ama seni rahatsız etmek istemiyorum. Jestin için teşekkür ederim Hyunjin, gitsem iyi olur."

Bana bakarak bu sözleri söylerken başımı sallıyorum ve titrek ellerimle kapıyı açıyorum. Gitmeden önce ona fazlasıyla yakışan gülümsemesini armağan ediyor bana ve uzaklaşıyor.
Kapıyı kapatıp olduğum yere çöküyorum.

Şimdi değil, şimdi değil.

Tam da şimdi. Kolay gelsin Hyunjin. İlaçlarının nerede olduğunu inan bana hatırlamıyorum!

Piç herif.

save me from myself | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin