Chapter 13: Red Rope

1.1K 204 30
                                    

Jeongin ve Hyunjin'e verilen sürenin sonuna gelmişlerdi.

Sakin bir salı gününde iki genç, okulların ortasındaki meydanda dururken Profesör Jungkook iki gence de keskin kılıç vermişti.

"Profesör-"

"Sana verdiğimiz zaman boyunca acemiliğinin geçmesi gerekirdi. Eşit şartlar altında dövüşeceksiniz." Jeongin endişeyle profesöre bakmış, ardından rehberlik öğretmenleri Matthew, tarih profesörleri Lisa ve Yuta'yla bakışıp derin bir nefes alarak Hyunjin'e dönmüştü. Uzmanlar, cadılar ve büyücüler çevrelerini sarmıştı.

"Merak etme, seni koruyacağım." Chris kardeşine seslendiğinde Jeongin zorlukla gülümsedi. "Hyunjin'i de koruyun."

"İyileştirebilirim, korkmadan savaş." Minho, aralarına ilk günden bu yana buz dağları giren diğer Yang'a yumuşacık gülümsese bile, Jeongin göz devirip önüne dönmüştü. Minho'nun bir suçu yoktu fakat ailesine olan kini ona da sıçrıyordu, engelleyemiyordu bunu.

"Hazırsanız, başlayın lütfen." Müdür Namjoon iki gence komut verdiğinde Hyunjin derin bir nefes alıp önceliği küçüğüne bıraktı. "Başla sen."

"Canını yakarsam, özür dilerim." Jeongin elindeki keskin kılıcı kaldırıp savurduğunda Hyunjin usta bir hareketle engellemiş ama kaybetmesine izin vermemişti.

Jeongin savrulan hamlesine üzülse de, ormanda ezberlemeye çalıştığı hareketlerine göre şaşırtmalı gitmeye çalışıyordu.

"Kendini zorlama, bu bir savaş değil yetenek testi!" Jisung bağırdığında, Jeongin umursamayıp Hyunjin'le kıyasıya mücadelesine devam etti.

"Bir haftalık alıştırmayla beni yenemezsin Jeongin, ben izin veriyorum diye hala kılıç tutuyorsun." Jeongin'in ağzından, alaylı bir 'hah' sesi çıktı.

"Nesin sen, şövalye mi? Elbet açığını bulurum." Jeongin kılıcını yasladığı kılıcı ileriye doğru savurup, birkaç adım geriledi ve kendi etrafında dönüp atlayarak çocuğa yukarıdan bir hamle savurdu. Hyunjin bu harekete şaşırmış olsa da, kaçmayı başarmıştı. Anlık olarak Jeongin'in gözlerinin kırmızıya dönüşüne ikinci kez şahit olmuştu. Yine morumsu değil, kan kırmızısıydı.

"Hey, sakinleş." Hyunjin, Jeongin'in kaybetmesi için hamle yapacağı sırada, serçe parmağına bağlı olan ipi görmüştü. Jeongin'in parmağındaki ipi görüp görmediğini bilmiyordu fakat onu öldürecek kadar güçlendiğini anlamıştı. Derin bir nefes alıp Jeongin'in elindeki kılıcı yere savurdu, profesörlerin önünde ona saldıramazdı fakat, yüzü kireç gibi olmuştu.

"İyi misin?" Yeonjun, endişelyle elindeki kılıcı yere atıp kendilerine gelen çocuğa seslendi.

"Hayır, Tanrım, gördüm. Parmaklarımıza bağlı ipi gördüm." Hyunjin, içini saran endişeyle Beomgyu'ya sıkıca sarılırken genç oğlan arkadaşının belini sımsıkı sardı. "Hey, sakin ol. Hala ondan kurtulabiliriz."

Cadılar, uzaklaşan profesörlerin ardından yemek salonuna ilerlerken Chris kardeşine ilerledi. "Ne oldu?"

"Şey, hiç. Keskin kılıç korkuttu biraz." Jeongin, Felix'in yanına ilerleyip koluna girmiş ve fısıldamıştı. "İpi gördüm, kader bağını."

"Hasiktir."

---

Öğleden sonrası tamamen boş geçmişti. Bir hafta sonra cadıların bayramını kutlayacakları ufak bir parti olacağının haberi verilmiş ve cadıların bu bayramdaki ritüellerini yerine getirebilmesi için onlar bir süreliğine tapınaklarına götürülmüştü. Twilight'ta sadece uzmanlar ve büyücüler kalmıştı.

"Taehyun da mı gitti?"

"Cadı melezi ya o da, o yüzden gitti." Hongjoong, Felix'i cevaplayıp ağzına üzüm attı. Akşam yemeği yiyorlardı.

"Umarım kurtlar sofrasında bir kuzu değildir." Jeongin endişeyle konuştuğunda Jisung omuz silkti. "Sanmıyorum, Soobin onu korur."

"Bunu neden yapsın?" Felix kaşlarını kaldırdığında Seonghwa konuştu.

"Cadılar, onlara ait olan şeyi hissettiklerinde korurlar. Bu bir hayvan, bir eşya veya bir insan olabilir. Bağları her zaman çok güçlüdür." Seonghwa kendisine merakla dönüp, konuşmaktan son anda vazgeçen çocuğa güldü.

"Sor hadi, çekinme."

"Hyunjin'e ait gibi bir şey miyim? Ama bunu bana sormadılar, ben bir cadıya ait herhangi bir eşya olmak istemiyorum." Chris küçüğünün isyanına gülerken Hongjoong göz devirdi.

"O anlamda demedi, kader bağından bahsediyor."

"Ama eşyalar-"

"Gücünü sihirli kitaplardan veya hayvanlardan alan cadılar da var. Mesela, bundan seneler önce birisi efsaneler kitabıyla güç kazanıyormuş. Kitap ondan alındığında gücünü kaybederk ölmüş." Hongjoong küçüğünü cevapladığında Chris konuştu.

"Bir eşya kadar değersiz olduğunu düşünme, hem onun için öyleysen bile benim için değilsin. Sen benim en değerli varlığımsın, çok aradım seni velet." Jeongin ağabeyine gülüp önündeki tabağı ittirdi. "Öyle miyim?"

"Naz mı yapıyorsun?" Chris karlısında oturan kardeşine doğru eğilirken Seonghwa güldü. "Beyler biz kalkalım o zaman."

"Ağabeyim be o, sana mı sırnaşayım?" Jeongin büyüğüne dil çıkardığında Felix kahkaha atan Chris'i izlemeyi bırakıp başını eğdi. "Doyduysanız kalkalım mı?"

"Biz ormanda dolaşacağız biraz, hava serin hem, siz odalarınıza gidin." Hongjoong arkadaşlarına göz kırptığında Jisung mesajı almış iki küçüğü kollarından çekiştirmişti. "Hadi gidiyoruz."

"Ama ekmeğim!" Felix elindeki ekmeği masada bırakmamak için çabalarken Chris gülerek küçüğünün masaya düşürdüğü ekmeğini aldı ve masadan kalkıp yanına ilerledi. "Burada ekmeğin."

"Canım ekmeğim, teşekkürler." Felix üzüm ve fındıklı ekmeğinden bir ısırık almadan önce Chris'in yanağına ufak bir öpücük bırakmış ve gülümseyerek ekmeğini yemişti. Jeongin öpücüğe gülen ağabeyinin koluna girip elini tutarak yanından yürümeye başladı. Yıllar sorna bulduğu ağabeyinin elini bırakmayı bir saniye için bile istemiyordu.

Hongjoong onları yemekhanede bırakan arkadaşlarının ardından Seonghwa'yla yürüyüşe çıkmıştı. Hava serindi fakat aldırmıyorlardı.

"PSY'ın oğlu olmak nasıl hissettiriyor?"

"Bir şey hissettirmiyor. Yüzüncü karısından falanım, bir sürü kardeşim var ve herhangi biriymişim gibi. Burada olmayı sevdiğim için geri döndüm zaten, babam için değil." Seonghwa çaprazladığı kollarını çözüp ellerini cebine yerleştirdiğinde Hongjoong gülüyordu. Dikkatini fazlaca çeken bu çocukla aralarında br şey olduğu açıktı.

"Yetenekli bir uzmansın."

"Yetenekli bir büyücüsün sen de. Turnuva günü için hala üzgünüm." Hongjoong elini boşluğa atıp güldü. "Sorun değil, benim dikkatsizliğimdi."

"Olsun-"

"O gün, beni yaralamasaydın aramız böyle olmayacaktı." Hongjoong gözlerinin içi parlarken konuştuğunda, Seonghwa başını eğip sırıtmıştı. O günün gecesinde, revirde tek başlarına kalmışlardı ve cesaret oyunu oynamışlardı. Basit itiraflarla başlayan oyun birden seviye değiştirince, öpüşmüşlerdi. Seonghwa revirden çıkmasa da, uzaktaki bir yatağa gitmiş ve uzanmıştı, Hongjoong ise şoka girmiş, ardından yattığı yerden kalkıp Seonghwa'ya yakın bir yatağa uzanarak uyumuştu.

"Düşününce, o gün için pek de pişman değilmişim." Seonghwa dilini dudaklarında gezdirip Hongjoong'a döndüğünde, gri saçlı oğlan yutkunup geriye adımlamıştı. Eh, sonucunda ağaçla Seonghwa'nın arasında kalmış ve tekrar öpülmüştü, Seonghwa tarafından.

Hongjoong utanarak, Seonghwa ve ağacın arasından sıyrıldı ve ağzında bir şeyler geveledi.

"Düşündüm de, çok uykum var. İyi geceler Seonghwa." Hongjoong gülüp cebindeki diski fırlattığında rüzgar sürücüsü açılmış ve onun binmesiyle ilerlemeye başlamıştı. Seonghwa da rüzgar sürücüsüyle onu takip etmiş, yarakhaneye girdiğinde çocuğu rahat bırakıp yatağına yatarak uyumuştu.

Twilight || SKZ¡ TXT¡ ATEEZ¡Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin