Yedinci Bölüm: Acı

205 53 65
                                    

Merhaba! İyi akşamlar/günler/geceler.
İyi okumalar, umarım beğenirsiniz. Çok olaylı bir bölüm değil ama.

Yedinci Bölüm: Acı

"Vücut aldığı yaraları onarır ama ruhun aldığı yaraların geri dönüşü yoktur. Bir kere yara aldı mı ruh, bir daha asla geçmeyecek, izi ve acısı hep orada kalacaktır. Hatta bu öyle bir şeydir ki ruhu yara almış küçük bir çocuğun ruhunu, ona boyu kadar çikolatalı pasta alsanız dahi onaramazdınız."

Yağmur yağmaya devam ediyordu. Acaba şu an gözyaşıma karışan yağmur damlası daha önce neydi? Bir deniz miydi ya da bir okyanus muydu, ya da küçük bir göl...

Yağmur damlaları hiç kaybolmuyordu, önce masmavi bir denizlerdi, ya da milyonlarca canlıya ev sahipliği yapan bir okyanus. Sonra buharlaşıp gökyüzüne çıkıyorlardı, ardından tekrar yağıyorlardı. Bu döngü böyle devam ediyordu. Bir yağmur damlası önce okyanustu, denizdi. Sonra bulut oluyordu. Sonra ise yağmur damlası...  Sürekli bir döngüdeydi.

Yaşadığımız kötü olaylar da böyleydi. Önce acıydı onlar, saf bir acı. Sonra değişik formlara bürünüyorlardı. Yeri gelince hayal kırıklığı yeri gelince korku... En sonunda yine acıya dönüşüyorlardı.

İnsan acının acı tadını tatmalıydı, yaşarken tadacaktı zaten. Acı büyütürdü insanı. Acı insanın ufkunu genişletirdi, cesaret verirdi, güç verirdi. Ama fazlası zarardı, fazla olduğu zaman ruh acı içinde kıvranırdı.

Benim ruhum da kıvranıyordu. Bu kadar acı fazlaydı ruhuma, kaldıramazdım, güçsüzdüm ben.

Ruhum kıvranıyordu ama ilacı da tam karşımdaydı, kahve gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Elini kaldırdı ve kemikli parmaklarıyla yanağımdaki yağmur ve gözyaşı karışımını sildi. Ardından koluma girdi.

"Gel şu kafeye girelim, hasta olacaksın."

Bir kafenin önünde durduğumuzu yeni fark ettim. Merih'in beni yönlendirmesiyle kafeye girdik. Siyah ve kahverenginin hakim olduğu kafede her zamanki gibi cam kenarındaki masayı bulup oraya oturduk.

Garson gelip ne istediğimizi sordu. Cevap vermeyi bırak, kafamı kaldırıp bakmadım dahi. Merih iki kahve bir de su sipariş etti. Ben kendi kafamın içinde yaşıyordum o an, bakıyordum ama görmüyordum.

"Ayliz?"

"Hım?"

"Bana bakar mısın?" demesiyle bakışlarımı zar zor ona çıkardım. Tam konuşmak için ağzını açmıştı ki telefonu çaldı.

"Efendim? Aşağı sokaktaki Neşe kafedeyiz. Bir ara gelmiştik bilirsin. Girişte solda cam kenarındayız. Görüşürüz."

Atınç veya Barış arıyor olmalıydı.

"Atınçlar da gelsin öyle konuşalım."

Kafamı salladım. Garson siparişleri getirmişti, suyu masaya bıraktı, kahveyi de bıraktıktan sonra suya kolu çarptı ve su üzerime döküldü.

"Çok özür dilerim efendim, istemeden oldu, lütfen kusura bakmayın." deyip alelacele konuştu.

Zorlukla gülümseyip "Hiç önemli değil, özür dilemenize gerek yok." dedim. Garson bizim yaşlarımızda, esmer bir erkekti. Önlüğünün cebinden çıkardığı bez ile masayı sildi.

"Tekrardan çok özür dilerim kusura bakmayın."

"Sorun değil birader. Tekrardan su getirir misin?" dedi Merih.

KAMRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin