27 - Yardım Çağrısı

8.8K 683 254
                                    

Bu bölüm hikayem hakkında yaptığı tahminler için Mrs_reyyana ithaf edilmiştir.

Zindanın soğuğu içine işlemişti. Doğru ya, kış gelmişti. İlk kar inmemişti henüz. Ama keskin soğuğu iliklerine kadar hissediyordu.

Karanlık... Arada sırada adım sesi duyuyor, meşalelerin aydınlattığı koridorda uzayıp giden gölgeler görüyordu. Birkaç mahkumun bağırtıları kendisine ulaşırken yattığı yerde doğruldu. Gece ve gündüzü ayırt edemiyordu. Günün her saati devriye gezen muhafızlar vardı çünkü.

Saatler önce bir adam parmaklıkların arasından soğuk bir bulamaç itmişti içeri. Victoria bir kaşık almış, tadına dayanamayıp kusmuştu. Hayatında ilk defa böyle şeyler yemesi bekleniyordu kendisinden. Dün geceki ekmekten biraz daha istedi içinden. Lord Stephen'ın geleceğini umuyordu.

Matthew'dan ses gelmiyordu. Hatta öyle ki, yakınındaki kimseden ses gelmiyordu. Oturduğu yerde nefes alamayınca fark etti göz yaşlarının pıtır pıtır düştüğünü.

Henry onu öldürecekti. Eğer kimse engel olmasaydı, Victoria orada can verecekti. Niçin? Bir dedikodu uğruna mı? Hiç mi tanıyamamış, anlayamamıştı kendisini? Nasıl şüphe duyabilirdi kendisinden?

Daha ne kadar fedakar olacaktım, diye düşündü. Ne kadar ezilecek, ne kadar kırılacaktı? Evinden ayrılmadan önce annesinin verdiği öğütleri dinlemişti sadece. Başka hiçbir şey yapmamıştı ki...

Kendisini incitmeyeceğini söylememiş miydi? Kendisiyle yeniden başlamak, bir aile kurmak istediğini söyleyen de o değil miydi? Ne çabuk unutmuştu verdiği sözleri? Onun ikilemlerine, ne yapacağının belli olmamasına katlanamıyordu artık Victoria. Şu duruma düşeceğini hiç tahmin edebilir miydi ki zaten?

Karnına dokundu. Birkaç gündür süphelendiği histen emindi artık. İyi miydi bu, kötü müydü bilmiyordu. Bildiği ve istediği tek şey onun kendisinden uzak durmasıydı. Henry kendisine bırak dokunmayı, yaklaşsın bile istemiyordu.

Gözlerindeki yaşları sildi hırsla. Niçin ailesi ona kucak açmamıştı? Neden onu korumamışlardı? Babası bilse kendisini gelip alır mıydı, diye düşünmeden edemedi.

Masumiyeti kanıtlanamazsa, ölmeyi sorun etmiyordu. Zira ardında düşünecek kimsesi, yapamadığı için üzüleceği bir işi yoktu. Belki mutlu olamadığına içerlerdi. Tanrının cennetinde mutlu olacağını umuyordu. Kilisedekiler ne diyorsa yapmıştı çünkü. İyi bir eş olmuştu, kocasını aldatmamıştı, çocuğunu çocuğu bilmişti... Daha ne yapacaktım, diye fısıldadı kendi kendine.

Kıymet bilmeyen biri için daha ne kadar yıpratacaktı kendini? Bacaklarını karnına çekip sırtını duvara yasladı. Kendisini ondan korumasının bir yolu var mıydı?

Bu zindan onu yoruyordu. Hiçbir şey yapmasa da sürekli uyumak istiyordu. Göz kapakları ağırlaşıp gözlerine düşerken tanıdık bir ses duymasıyla irkildi. Charles'ın ağlama sesi deği miydi bu? Fakat minicik bebeğin burada işi neydi? Hangi akla hizmet biri onu buraya getirebilirdi?

Adım sesleri yaklaştığında birkaç kişi olduklarını anladı Victoria. Yerinden kalkıp parmaklıklara yaklaştı. Tanımadığı bir muhafız kapısının kilidini açarken kucağında Charles ile Lord Stephen'ı gördü. Muhafız, onun dışarı çıkmaya yeltenmemesi için önünde duruken lord yarım bir gülümsemeyle bebeği uzattı Victoria'ya.

Victoria kollarına verilen bebeği sıkıca sardı hemen. "Ah, bebeğim... Niçin ağlıyorsun?"

Kollarındaki bebeğin sesi yavaşça azalıp sonrasında sustuğunda Victoria başını kaldırdı. Kapıyı açan muhafız ve lord kendisine bakıyordu. Lord yavaşça konuştu. "Sizi istiyormuş meğer."

Leydi VictoriaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin