36 - Arthur

8.6K 615 320
                                    

Bu bölüm güzel yorumları için kinq_of_hele ithaf edilmiştir.

Birkaç gün geçti. Hava duruldu ancak kar tıkamıştı yolları. Kaledeki muhafızlar ellerine küreklerini almış, kale ile kasabayı bağlayan yolu açmaya uğraşıyordu. İki asker çoktan yola çıkmıştı şifacıyı bulmak için. Zira kontun durumu pek iç açıcı değildi.

Carlisle'da durum bir nebze daha iyiydi. Hava erken düzeldiği için Stephen kar küreme emrini daha önce vermişti. Gözü Alnwick'den gelecek olan haberdeydi. Victoria'yı merak ediyordu. Birkaç gündür kalede Henry ile yalnız olduklarını biliyordu. Bu yalnızlığın ilişkilerini düzene koymalarına yardım etmeyeceğini ummaktan başka çaresi yoktu. Zira o zaman casusundan malumat istemeyi kesecek ve Victoria'nın kalbinde kapanmayacak derin bir yara olarak kalmasına izin verecekti.

Ne yapabilirim ki, diye sordu kendi kendine. Victoria kocasıyla mutlu olmayı seçerse elinden ne gelirdi ki? Önemli olan Victoria'nın onun olması değil, mutlu olmasıydı. Elbette bu duyguları kendisiyle yaşamasını isterdi fakat bu mümkün değildi zaten.

Çok geçmeden bir güvercin ulaştı kalesine. Stephen merakla açtı pusulayı. Defalarca okudu.

Kontun hastalığı, haftalardır kaleyi ziyaret etmek için beklediği bahaneydi. Uşağını çağırıp hazırlanmalarını emretti. Alnwick'e gidecekti.

Özlemişti, özlememesi gerekirken özlemişti onu. Kolay mıydı yüreğine söz geçirmek? Denememiş miydi sanki? Kimse bilmese de tanrı şahidiydi. Denemişti Stephen. Ama Victoria'nın, o adamın elinde solup gitmesine gönlü razı olmuyordu.

Ne acıydı, başkasına her anlamda ait birini istemek. Gönlüne söz geçirebilmeyi isterdi. İmkansızı sevmek yeterince acı veriyordu zaten.

Annesinin bir şeyler sezdiğini biliyordu Stephen. Zeki bir kadındı o. Elbette farkındaydı her şeyin ama oğlunun yanlış bir şey yapmayacağına güvendiğinden çıkaramıyordu sesini.

Stephen hazırlanıp annesi ile vedalaştı ve ayrıldı kalesinden. Annesinin neler olduğunu bilse, kendisine şiddetle karşı çıkacağını biliyordu elbette. Fakat o hiçbir şey yapmıyordu ki. Hayatına bekar bir dük olarak devam etmek dışında tabi.

Şifacı, kontun durumunu öğrenince gelebileceği en hızlı şekilde geldi kaleye. Neyse ki geç değildi hiçbir şey için. Birkaç karışım hazırlamaya koyuldu hemen. Yol tamamen açılmadığı için, yolun bir kısmını kendisine gönderilen arabadan inip yürüyerek gelmek zorunda kalmıştı.

Askerler o gün tüm zamanlarını kar küreyerek harcadılar. Dük Roberts'ın şansına o Alnwick topraklarına giriş yaptığında, askerler yeni yeni işlerini bitirip toparlanma aşamasına geçmişlerdi. Askerlerden biri, arabanın armasını gördüğünde kendi kendine söylendi. "Bu da ne olsa soluğu kalemizde alıyor."

Victoria mektubu yastığının altına sakladığı günden beri hiç koymamıştı sandığına. Geceleri okumak ona iyi geliyordu. Her satırını ezberlemişti mektubun. Tek yaptığı buydu zaten.

Havanın açıldığını fark ettiğinde gözü kıvrılmış, masanın bir köşesinde duran pusulaya gitmişti. Cesaret edip gönderememişti pusulayı. Belki yarın, diye düşündü. Yarın cesaretini toplamış olarak uyanmayı diliyordu.

Henry'nin yanına gitmemişti birkaç gündür. Durumunun nasıl olduğunu bilmese de bugün şifacının geldiğini görmüştü. Ayağa kalkması çok sürmezdi.

Odasındaki hava onu boğunca, sıkıca giyinip bahçeye indi. Gidebileceği fazla alan yokken arka tarafa dolandı. Biraz hava almak istiyordu.

Henry iyileşecek, dedi kendi kendine. O zaman ne olacaktı? Açıkça çağırıyordu artık yanına. Belki de hiç gitmeyecekti artık tavernaya. Victoria'nın geç bulduğu huzuru kısa sürmüştü anlaşılan. Ne iyiydi oysa onun yüzünü görmeden geçirdiği günler...

Leydi VictoriaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin