Elimdeki kitaplarım ile kütüphaneye ilerlerken bir yandan da telefonumdaki bildirimleri kontrol ediyordum. Birkaçı Rosé'den ve geri kalanı da genel olarak reklamdı. Telefon numaramı nasıl bulabiliyorlar, yada neden ben hiç anlamıyordum. Bir tanesini engelliyordum, bir diğeri çıkıyordu. Artık salmıştım.Kafamı kaldırdığımda çoktan kütüphanenin önünde olduğumu fark ettim. Yavaşça kapıyı açıp, içeriye göz gezdirdim. Fazla kalabalık görünmüyordu. İçeri girdiğimde yavaşça kapıyı geri kapattım. Her zaman ki köşeme ilerlerken orada başka birisinin oturduğunu görmem ile duraksamıştım. Normalde benden başka kimse orada oturmazdı, ayrıca ben oraya alışkındım, başka bir yere oturmak istemiyordum. Fakat karşımdaki kişiyi de kaldıracak değildim. Masa ikimize de yetecek büyüklükteydi. Şanslıysam karşısında oturmama birşey demezdi.
Yavaşça yaklaştım ve tek elimle sandalyeyi gösterdim. Telefonu ile oynuyordu.
"Acaba senin için de bir sorun olmazsa, oturabilir miyim?"
Bana bakmamıştı, tınlamamıştı bile. Bir kere daha kibarca sordum fakat yine cevap gelmemişti. Çabuk sinirlenen bir yapım olduğu için derin bir nefes aldım kendimi sakinleştirmek adına. Daha fazla sormaya gerek duymadan kitaplarımı sertçe masaya koydum ve oturdum. Beyefendinin aklı başına yeni gelecek olacak ki, çıkan ses ve masanın hareketi yüzünden birinin geldiğini anlayıp ağzını açmaya karar verdi.
"Ne masayı sallıyorsun, elim kaydı senin yüzünden oyunu kaybe-"
Kafasını kaldırdığında bir kaç saniye bakıştık. Daha sonra gözlerini kocaman pörtletip ayağa kalktı.
"Yani üzgünüm, ş-şey seni arkadaşım sandım. Daha doğrusu duymadım. Yani geldiğini duymadım. Kulaklık vardı. Kulağımdaydı yani. Oyun oynuyordum. Üzgünüm anlarsın ya? Tanrım, ne saçmalıyorum yine!"
Onun bu şapşal hali bütün ciddiyetini bozmuştu. Küçük çaplı bı kahkaha attım. Biranda panik olmuştu ve kendini anlatmaya çalışırken şekilden şekile girmişti. Kütüphanede olduğumuz aklıma gelince etrafa baktım, şansımıza yakınlarda kimse yoktu. Yeniden ona döndüğümde yüzümü izlerken yakaladım.
"Pekâlâ, sorun yok, seni anladım."
Derin bir nefes verdikten sonra eşyalarını toplamaya başladı.
"Gidiyor musun? Otursana."
"Yok, sen otur ben başka masaya geçerim."
"Hayır, lütfen rahatsız olma. Beraber oturabiliriz. Hem, tanışırız?"
"Pekâlâ, bir süre oturabilirim sanırım."
Bunu söylerken tedirgince bana bakıyordu ve sürekli dudaklarını ısırıyordu. Ne olduğunu boşverip bende oturdum.
"Ben Lalisa, moda tasarımı okuyorum, 22 yaşındayım."
"Jungkook, Jeon Jungkook. Bende 22 yaşındayım ve mimarlık bölümündeyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lali's Platonics
Fanfiction[texting+düzyazı] Jeon, iki yıldır platonik olduğu Lalisa'ya yazmaya karar verir. Peki ya sonrası? Lalisa Manoban & Jeon Jungkook