BÖLÜM 2 – ALEVLERE TESLİM OLMAK
“Bedenimi saran alevler anılarıma dokunmuyordu.”
Ayaklarında hissettiği soğuk havayla birlikte genç kız üşüyerek gözlerini araladığında bedeni soğuk yüzünden büzüşüp küçücük kalmıştı. Odadaki ateş sönmüş, camlar sonuna kadar açılmıştı. Koltukta uyuyakaldığı için her yanı da tutulmuştu.
Etrafına sersem gözlerle bakarken olduğu yerde doğruldu. Boynundaki ağrıyı hiçe sayarak etrafına bakınmaya çalışıyordu ama her bir hareketinde ayrı bir yerine ağrı saplanıyordu. Gece ne ara kalkıp da pencereyi açmıştı? Üstelik bu soğukta, niçin böyle bir delilik yaptığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Ciğerlerine dolan öksürükle birlikte küçük bir sarsılma yaşadı.
Ayağa kalktı, savsaklayan adımlarla pencereye doğru ilerleyip tek hamlede kapattı. Uykunun ilk sersemliğini üzerinden attıktan sonra şöminenin başına oturdu, ateşi yakacaktı ama gözünün önündeki kuru odunları bir an göremedi.
Odunları çadır şeklinde yerleştirip talaş parçalarını da üzerine serpti. Kibriti tek hamlede tutuşturup şöminenin içine attığında hemen sonra tutuşup büyük bir alev topuna dönmesi gereken odun parçaları, üzerine düşen kibrit tanesini de içlerine alarak ateşin büyümesine izin vermedi.
Diğer dizinin üzerine yük vermeye başlayan Lenora, biraz daha talaş koyup tekrar kibriti ateşledi ama sonuç değişmedi.
"Talaşların inatçılığı üstünde bugün."
Elini koluna yerleştirip sürtmeye başladığında tüyleri diken diken olmuştu adeta, vücudu uyuşuyordu.
Mutfaktan bulup getirdiği çıraları çadır şeklini verdiği odunların üstüne yerleştirip kuru kibritleri üçerli şekilde alevlendirdi. Ateşi çıraların üstüne atıp tutuşmasını bekledi lakin alev güçlenip büyümesi gereken yerde cılızlaşarak etkisini kaybediyordu.
Demir çubukla külleri karıştırmaya başladı. Karışan küllerden çıkan is kokusu bir kaç defa tıksırtmaya yetmişti genç kızı. Her hamlede duman kalkıyor, külleri dağıtırken ellerini de karaya boyuyordu.
Büyükannesi böyle yapardı ve bu her seferinde işe yarayan bir yöntemdi. Ama Lenora da işe yaramamıştı. Ya beceriksizliği nüksetmişti ya da yeni yılda başına gelecek facialar listesinin ilk maddesi tam şu an gerçek oluyordu.
Fazla külü eski bir kovanın içine doldurmaya başladığında öksürükleri de ona eşlik ediyordu. Üzerine aldığı hırkaya iyice sarılırken küllerin arasında bir şey gözüne ilişti.
Yanmamış bir kağıt parçası.
Demir çubuğun yardımıyla küllerin arasından aldığı kağıt parçasının bir süre ne olduğunu idrak etmeye çalıştı ama başarılı olacağını sanmıyordu. Arkasını çevirip de üzerindeki karayı temizlediğinde gördüğü şeyle irkilip geriye doğru sendeledi.
Dün gece bir hırsla ateşe attığı, arkadaşıyla olan fotoğrafından kalan bir parçaydı. Arkadaşının yüzüydü bu. Bütün yüzü isle kaplanmıştı. Sadece gözlerinin olduğu çukurlar ateşten etkilenmişti ve gözlerinin olması gereken yerde küçük delikler açılmıştı. Bu delikler dipsiz bir kuyuyu andırıyordu. Babaannesinin uyumadan önce anlattığı korku hikayelerine konu olan, şekilsiz canavarlara ev sahipliği yapan o dipsiz kuyu.
Lenora çok korktu. Elindeki kağıt parçasını hemen küllerin arasındaki yerine bırakırken parmaklarını saçlarının arasına daldırdı. Bir kaç saniye süren ama o an Lenora'ya bir ömür yetecek kadar korku iliklerine işlediğinde apar topar adımlarla antreye koşmuş, vestiyerde bulduğu şeyleri hiç bakmadan üzerine geçirmişti. Tam kapıdan çıkmak üzereyken telefonu aklına geldi ve çekimser adımlarıyla şöminenin yanına gelip bakışlarını sadece tek bir noktaya odaklayarak telefonunu kaptığı gibi kendisini odadan dışarıya attı.
Dış kapıyı açıp da soğuk kuzey rüzgarının yüzünde dolaştığını hissettiğinde o ana dek nefeslerinin hepsini ciğerlerinde sakladığını fark etti. Suyun altından çıkmış gibi derin bir ihtiyaçla yeniden nefes aldı.
Aklında dönüp duran kelimelerin her birisi şu an için bir cümle oluşturmaktan bir haber biçimde oradan oraya savruluyor, Lenora'nın beyninin en ücra köşelerinde bile varlıklarını hissettirebilecek şekilde genç kızı rahatsız ediyorlardı. Az önce gördüğü şeyin illüzyondan farkı yoktu. "Evet," dedi titrek bir nefesle birlikte. "Sadece korkunç bir illüzyon." Ağzından dökülen cümlelerine kulakları inanmaz haldeydi ama beyninin şu an için kendisini kandırmasına izin veriyordu.
Adımlarını atmaya başladığında başka şeylerle meşgul olmak için Charlotte Teyze'yi aradı, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını soracak ve zihnini biraz da olsa dağıtacaktı.
Kulağına götürdüğü telefonun çalmasını beklerken duyduğu tek sesin telefonun arama yapamadığına dair sinyali oldu, kaşlarını çatıp ekrana baktığında hattının kapandığını fark etmesiyle birlikte vücudunu baştan aşağıya gerginlik hakim oluyordu.
"Bu da ne şimdi?" dedi hala ekrana bakarken. Ardından gözü saate iliştiğinde saç diplerine değin bir ürperti hissetti. Saat gece yarısını gösteriyordu. "Neler oluyor?" diye mırıldandığında şaşkınlıkla etrafına bakınıyordu. Bu sırada çoktan yola inmişti ve bir şeylerin ters gittiğini sonunda fark edebilmişti.
Her yer bembeyazdı. Bu beyazlık göz bebeğine yansıyor, maviliklerini de kendi rengine boyarken genç kızın yüzünü korkunç bir hale bürüyordu. Yeni yağmış karın üzerinde hiçbir ayak izi ve araba tekerlerinin manevraları olmaması ilk başta Lenora'nın dikkatini çekmemişti.
Yağan kar şiddetini artırıp tipiye çevirirken esen bir o kadar da sert rüzgar kulaklarına derin uğultuları doldurup korkunç bir şarkının ilk cümlelerini mırıldanıyordu, genç kız kendi etrafında dönerken görmeyi umduğu yüzlerin her birisi ortadan el ayaklarını çekmişti.
Büfe'nin önüne geldiğinde kepenklerin kapalı olması, tatil günlerinde bile büfesini açık tutan Sam Amca'nın neden bugün açmadığına dair aklına bir sürü can sıkan varsayım getirdi. Saat kaçtı? Acaba çok mu erkendi? Karlı, rüzgarlı ve bir o kadar da sisli bu havada saatin kaç olduğunu kestirmesi muhtemel bile değildi.
Bir an muhtemel felaketin geldiğini düşündü. Korkmaya başladı hatta. Ama bu yersiz düşünceleri zihninden kovdu hemen. Böyle bir şeyin olmasının mümkünatı yoktu. Hızlı adımlarla Charlotte Teyze'nin evine doğru yürümeye başladı. Hızlıca yürüyordu ama düşmekten de korkuyordu. Adımlarına sağlamlığı da eklerken kollarını göğsünde kavuşturdu.
Komşusunun evi gözüktüğünde kısa bir an rahatlasa da temkinli bir şekilde bahçenin kapısına kadar geldi. Bacası tütmüyordu ve perdeleri de kapalıydı. Umudunu yitirmeyen genç kız merdivenleri üçer beşer çıktı ve zile bastı. Birazdan komşusu kapıyı açacaktı. Yaşlı kadının yüzündeki huysuzluğun yerini sıcak bir gülümseme alacak, onu içeriye davet edecekti. Yeni pişirdiği yabanmersinli pankeki gösterip soğutmadan sofraya oturmasını söyleyecekti. Zencefilli çayın da ikramıyla içi ısınan Lenora, olanları bu yaşlı kadına anlatacak ve kendisini yatıştırmasını isteyecekti. Keyifli bir sohbetin içinde bu yaşadığı her şeyi bir süreliğine unutacaktı. Komşusunun ona anlatacak deli dolu ve biraz da entrikalı bir sürü hikayesi mutlaka vardı.
Ama düşündüğü hiçbir şey gerçek olmadı. Kapıyı kimsenin açmadığı gibi içeride birisinin olduğuna dair en ufak bir belirti dahi bulamadı. Genç kız bir yandan zile basıyor, diğer yandan kapıyı yumrukluyordu. Tahammülü kalmamıştı. Uyuyorsa da uyansındı. Ama çabaları hiçbir sonuç vermeyen genç kız hayal kırıklığına uğrarken korkunç bir kabusun içinde olduğunu anladı.
"Evet, bu bir kabus," dedi vardığı farkındalığın verdiği güçle.
Kendini çimmeye başladı; kollarını, yanaklarını sıkıyor, yetinmeyip suratını tokatlıyor "Uyan!" diye bağırıyordu. "Uyansana. Lanet olası uyan artık!" Olduğu yerde tepindiyse de olmadı. Çünkü bu yaşananlar kötü bir kabus değildi. Gayet de gerçekti.
Kafayı yediğini düşünmeye başlayan genç kız merdivenleri inip evin arka tarafına ulaştı. Mutfak camından içeriyi kolaylıkla görebilirdi. Neredeyse dizine kadar gelen karı yararcasına yürüyüp pencereye ulaştı. Elini cama dayayıp içeriyi görmeye çalıştı.
Gördükleri, hatta göremedikleri gözlerini yuvasından çıkaracaktı adeta. Mutfak bomboştu. Sobanın üzerinde tütmesi gereken çaydanlık yoktu, her gün değişik örtüler serdiği masasının yerinde de yeller esiyordu. Ne bir eşya vardı görünürde, ne de bir yaşam belirtisi. Bir gecede Charlotte Teyze'nin evini boşaltmasına imkan yoktu. Bu kadın kaplumbağadan farksızdı.
Ellerini gözlerinin üzerine götürüp bir süre bekledi. Kalbi parmak uçlarında atıyordu sanki. Yerden biraz kar alıp yüzüne çarptı, aynı şeyi bir kaç kez daha yaptı ve bir umut tekrar pencereden içeriye baktı. Gözleri yine aynı şeyi görünce daha fazla dayanamayan genç kız yere çöküp çığlık atmaya başladı. O çığlık başka bir yerde yankılandı, yapraklar hışırdadı. Dağlardan dökülen karlar birleşip çığ oldu. Ama hiçbirisinden Lenora'nın haberi olmadı.
Gözlerini sabit bir noktaya dikmiş öylece bakıyordu. Olanlara hiçbir anlam yükleyemezken vücudunu saran korkuya da yavaş yavaş teslim olmaya başlıyordu.
Ne yaşıyordu, neler oluyordu, bu insanlar nereye kaybolmuştu? Kendisi de kaybolacak mıydı birazdan? Bu koca kasaba neden sessizleşmişti? Halbuki son derece kalabalık bir yerken. Hiçbir şey bilmez halde, cevapsız sorularıyla birlikte, kulağını uyuşturan korkunç şarkıyla koca bir kasaba tarafından yutulmadığını düşünürken diğer yandan da soğuk; bacaklarını ve kalçasını uyuşturuyordu. Üzerine yağan kar taneleri, genç kızı neredeyse içine alacaktı. Sadece yüzü ve işaret parmağı karın altında gömülü kalmamıştı.
Gözleri kapanmak üzere olan genç kız, kirpiklerine yapışan kar tanelerinin güzelliğine gülümserken biraz sonra hepsinin birleşip de onu boğacağı düşüncesi beyninin donmuş kısımlarını eritmeye başladığında Lenora da aldığı komutları vücudunda uygulamaya çalışıyordu, biraz daha burada durursa boğulacaktı. Ama hiçbir şekilde hareket edemediği gibi artık bacaklarını da hissedemediğini fark etti, göz kapakları görünmez bir şey tarafından kapanması için bastırılıyor Lenora buna engel bile olamıyordu. Gördüğü son şey Sorguç Otlarının fazla kar yüzünden eğdikleri başları ve gökyüzünden inen siyah bir sis bulutuydu.
Göz kapakları hala kapalı olan genç kız havada süzüldüğünü hissediyordu, rüzgarın yerini buram buram hissedilen bir sıcaklık almış, yüzünün sağ tarafı da bu sıcaklıkla sarmalanmıştı. Rüzgarın söylediği korkutucu şarkı çoktan sesini keserken odun ateşinin kavruk ve çıtır sesinin insana huzur veren rahatlatıcı melodisi kulaklarını dolduruyordu. Burnuna çalınan yabancı bir koku ciğerlerine dolarken genç kız daha fazlasını koklamak istercesine göğsünü havaya kaldırmıştı, bir çeşit amber kokusuydu bu. Dumanlı, aromatik ve biraz da ezilmiş çimeni andırıyordu. İlk başta genç kızın hoşuna giden bu koku sonrasında ciğerlerini asit gibi yakmaya başladı. Oldukça boğucu bir hal alan koku, genç kızı öksürükle sarsarken gözlerini de açmasına sebep oldu.
Hala karın üzerinde yatıyordu. Parmaklarını ve ayaklarını hareket ettirebildiğini gördüğünde gözlerini yavaşça açıp kapadı. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme yerini alırken doğrulmaya yeltendi ama vücudu henüz bu kadarına hazır değildi.
Ateşin melodik sesi artık daha yakından geliyordu, az önceki koku yerini ise bırakmıştı. Genç kız sesin ve kokunun geldiği yeri görmek için bakışlarını etrafında gezdirdi ama görüş alanı çok dardı ve gördüğü şeyler çok bulanıktı, duman yüzünden gözlerinin o ana dek yaşla dolduğunu anlayamamıştı ama ağrıyan boynunu hiçe sayarak kafasını gerisine çevirip de yanan bir ev gördüğünde bir çok şeyin sebebini kavrayabilmişti.
Evi yanıyordu.
Bir hışımla olduğu yerden kalktığında oldukça güçlü alevlere teslim olmuş evine döndü yüzünü. Ciğerinden kopup gelen derin bir feryat neredeyse kasabayı inletmiş, bir kaç saksağanı da ürpertmişti.
Hiçbir şey hissetmemesi doğal olan mıydı? Üzüntü, keder ve türevlerini iliklerine değin yaşaması gerekmiyor muydu şu an? Evi yanıyordu, tüm geçmişi gözlerinin önünde kül oluyordu.
Eğilip bir avuç kar aldı ve eve doğru fırlatmaya başladı. "Oyun mu istiyorsunuz?"
Evin çatısından bir kaç tahta parçası alevlere teslim olmuş şekilde düşerken Lenora son hızla dik bir yokuştan inen arabanın içindeymiş gibi hissetti. Akıl sağlığı az önce genç kızı terk etmişti.
Korkuyordu ama huzurluydu. Sinirliydi ama mutluydu da. Güçsüz düşen kollarını iki yanına indirip etrafına bakmaya başladı. Bembeyaz bir çarşaftan farksız olan bu uçsuz bucaksız yer yutuyordu kızı. Sert bir rüzgar esip saçlarını savururken aynı zamanda alevleri de kuru ağaçlara yöneltmişti. Bu rüzgar, kıza yalnızlığını hatırlattı tekrardan. Dizlerini kırıp da olduğu yere düştüğünde sallanmaya başladı. Gözlerine doluşan yaşlar sırayla akıyor ve o yaşlar bir elmas parçası haline gelip olduğu yere düşüyordu.
Şapkasını ve atkısını çıkardı üstünden. Paltosunu da soyup olduğu yere bıraktı. Üzerinde kalan incecik kazağı ve şu an için bir yük olmaktan farksız olan pantolonundan da bir çırpıda kurtuldu. Üşüyordu ama bu son üşüyüşü olacaktı. Uzuvları uyuşarak bedeninden kopmuştu adeta. Sadece gövdesini ve kafesinden kaçmak için çırpınan bir kuş gibi olan kalbini hissediyordu.
Zamanı gelmişti artık. Herkes bunu istiyordu. Tanrı bile. İşte bu olanlar da bir işaretti. Artık bilinmezliğin ötesine geçme zamanıydı. Yaşamın kundağından çıkıp mezarı olacağı alev topuna doğru ilerlemeye başladı.
Koca dünyada bir kum tanesi kadar bile değilken yaşadığı bunca şey ayaklarına pranga olmuştu. Önce ailesini kaybetmişti genç kız. En çok güvendiği kişi katletmişti ailesini. Babası. Ne annesinin yaşamasına izin vermişti, ne de kardeşinin. Yaşadıkları evi annesine ve kardeşine mezar etmişti. İşte, Lenora'nın da mezarı evi olacaktı. Annesiyle aynı kaderi paylaşacaktı. Ama bir farkla. Annesi yaşamayı isterken, yaşamak için yalvarırken ölmüştü.
Genç kız ise kendisi yürüyordu ölümüne, sonunu kendisi seçiyordu. İsteyerek.
Sonra en yakın arkadaşını kaybetti. Evet, işte görmüyor muydu artık sıra ondaydı. Bu yüzden evi alevlere teslim olmuştu. Genç kız dudaklarına yaydığı gülümsemeyle gayet emin adımlar atarak yürüyordu.
Yürüdü. Titreyen dizlerine son bir derman ulaşırken olduğu yere yığılmamak için oldukça büyük bir çaba gösteriyordu.
Tam giriş kapısı olması gereken yere geldiğinde durdu. Düşünmek istemiyordu. Düşünürse vazgeçerdi. Hiçbir şeye fırsat vermeden kendisini kırmızı alevlerin içine bıraktı. Alevler genç kızın bedenini kundaklarken başka bir yerde güçlü ve zarif bir Nilüfer taç yapraklarını göstererek yaşama atıldı.
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM. BUNLAR BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ.⭐⭐⭐
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BATAKLIK ÇİÇEĞİ
Fantasy-TAMAMLANDI- Bizim için yazılmış kaç son var bu hayatta? Yaşamanın; nefes almak, köprü altlarındaki tekinsiz tiplere paçayı kaptırmamak, gazete köşelerinde ek iş aramak ve çikolata paketlemek sandığım bir döneminde en yakın arkadaşımın kaybıyla hay...