BÖLÜM 10 - TAKTİM TÖRENİ VE BİR SEPET NİLÜFER

7 1 0
                                    

BÖLÜM 10 – TAKTİM TÖRENİ VE BİR SEPET NİLÜFER
 
Sabahın erken saatlerinde uyanan, ya da hiç uyumayan demek daha doğru olur, Lenora kahvaltı masasına neredeyse Barb'ın zoruyla oturtulmuş; önüne konulan pastırmalı yumurtayı yemesi için ikna edilmeye çalışılıyordu ama midesindeki kasılmalar gittikçe şiddetlenerek yemek yemeyi Lenora için imkansız hale getirmekle birlikte boş boş öğürmesine sebep oluyordu.
 
"Barb," dedi acınası sesiyle. "Yiyemem."
 
Barb kaşlarını yay gibi yukarı gererek alnını kırıştırıp ellerini beline dayadı. Bu, onun genelde sinirlendiğinde yaptığı bir hareketti.
 
"Törene neredeyse dört saat kaldı. Daha seni hazırlayacağız ve bu çok uzun sürecek. Ama önce bir şeyler yemen lazım," deyip masanın bir ucuna itilmiş olan tabağı yeniden Lenora'nın önüne koydu.
 
Baskıdan kurtulamayacağını anlayan genç kız yumurtayı çatalla didiklemeye başladığında derin bir of çekti.
 
Barb memnuniyetle gülümserken üst kata çıktı. Gece uyumayıp Lenora için diktiği elbisenin omuzlarına son dokunuşları yapacaktı. Parmaklarını Alpaka Yünü'ün üstünde gezdirmeye başladığında yumuşaklık parmaklarının arasında dolaşıyordu. Biraz sonra o dokunuşlar da hallolduğunda yüzünde gurur dolu bir gülümseme yerini alırken kendi kendine konuştu. "Elinden gelmeyen şey yok senin be kızım!" Deyip ellerini birbirine çarptı.
 
Elbiseyi özenle katlayıp hevesle aşağıya indiğinde Lenora'nın tabağının hepsini bitirdiğini görmesi mutluluğuna mutluluk katarken biraz sonra Bailey'in dudaklarının kenarlarını yağ içinde bulduğunda fırtına gibi esmesi geç olmadı.
 
"Neler oluyor Barb?"
 
Ryker uyku mahmurluğuyla merdivenlerden inerken tek eli gözünü ovuyordu.
 
"Lenora hiçbir şey yemiyor," dedi yakınarak. Ryker Lenora'yı bu durumdan kurtarmak istercesine kafasını sallayıp "Bırak nasıl isterse öyle yapsın," dediğinde Lenora'nın dudaklarında minnet dolu bir gülümseme yeşermişti.
 
Barb omuzlarını düşürürken bir köşede hâlâ ekmeğin köşelerini kemiren Bailey'e kötü bir kaç bakış atmayı ihmal etmemişti ama hemen sonra kolları arasındaki elbise aklına gelince tüm keyfi yeniden eski yerine gelmişti.
 
"Hazır mısınız?" Diye sorduğunda Ryker gözünü ovmayı bırakmış, Lenora da merakla arkasına yaslanıp kollarını birbirine dolamıştı.
 
Barb elbisenin omuzlarından tutup havaya astığında Lenora'nın gözleri fal taşı gibi açılırken "İnanamıyorum," diye haykırdı. Bu sırada Ryker da dudaklarını büküp kafasını sallamaya başlamıştı.
 
"Bu," dedi Lenora büyülenmiş bir şekilde, "Müthiş bir şey olmuş," heyecanı biraz öncesine göre dinmişti. Oturduğu sandalyeden kalkıp elbiseye doğru ilerledi.
 
Aslında oldukça sade olan elbisenin etek kısımları kaz tüyleriyle kaplanmıştı ve tüylerin arasına minik Nilüfer çiçekleri yerleştirilmişti. Kırık beyaz rengi elbisenin zarifliğini ön plana çıkarmayı üstlenirken, asilliği de elinden bırakmıyordu.
 
"Uzun çizmeler ve beyaz bir kürkle birlikte her şey tamam olacak," dediğinde Lenora hala elbiseyi süzmekle meşguldü.
 
"Bu kadarını beklemiyordum." Şaşkınlıkla aralanan dudakları kabul etmeyi reddederken ince parmaklarını yüzeyinde gezdirdi. "Çok beğendim."
 
Barb; parıldayan gözlerle Lenora'yı izliyordu, dudakları düz bir çizgi halini alırken Ryker da konuştu. "Ellerine sağlık, çok güzel olmuş." Bu sırada gözlerini hâlâ elbiseden alamayan Lenora'ya döndü.
 
"Eminim ki Lenora'ya da çok yakışacak."
 
Lenora kısa bir anlığına Ryker'la göz göze geldi ama hemen sonra yeniden bütün dikkatini elbiseye vermişti.
 
"Haydi o zaman, hazırlanalım."
 
Hızla geçen üç saatin sonunda herkes neredeyse hazırdı. Lenora son bir kez kendisini süzerken avuç içleri yanaklarındaydı.
 
Elbisenin kuyruğu oldukça uzundu. Bir gölge misali peşinde uzanıyordu ve uçları kaz tüyleriyle kaplıydı. Beyaz bir çizme bacaklarını sararken yatıştırılmış saçlarına Barb zarif bir Nilüfer iliştirmeyi ihmal etmemişti.
 
"Peri kızı gibi oldun." Diye fısıldarken Bailey iri iri açtığı gözleriyle Lenora'yı süzüyordu. Hemen sonra atılarak Barb'ı kolundan sarstı.
 
"Bana anlattığın bir masal vardı ya. Ötelerin Prensesi. İşte oradaki prensesin aynısı."
 
Barb gülümserken elini tuttu. Biraz zorlanarak da olsa dizlerinin üzerine çöküp kırmızı yanaklarından öptükten sonra mırıldandı.
 
"Belki de gerçekten o'dur."
 
Bailey gözlerini daha da açarken heyecanla olduğu yerde zıplamaya başladı. "Evet, bu doğru. Olabilir." Bunu derken hâlâ zıplıyor, Lenora'nın etrafında dönüyordu. Annesi ise gülen gözlerle oğlunu izliyordu.
 
Barb yeniden ayağa kalktığında Lenora'nın soğuk ellerini tuttu.
 
"Hazır mısın?" Bu sırada Lenora gözlerini bir kaç kez kırpıştırıp titrek bir nefes verdi. Heyecanı biraz sonra ip olup boynuna dolanacaktı sanki. Bunu fark eden Barb yumuşak bir sesle mırıldandı.
 
"Her şey çok güzel olacak." Lenora gülümsemeye çalışırken ellerini tuttan ellerine güvenle sarılıp tekrar etti. "Her şey çok güzel olacak." Barb gururla gülümsedi ve genç kızın yanağına minik bir buse kondurdu.
 
"Sana güveniyoruz güzel kızım." Lenora titremeye başladığında oturma ihtiyacı hissetti. Barb'ın koluna girip somyasına otururken midesindeki kasılmalar devam ediyor, teni etrafa soğukluk yayıyordu.
 
"Birazdan Ryker gelir." Dedi Barb gülümsemeye çalışırken ve o gülüşü aniden soldu. Gözleri uzak bir noktayı izlerken tanıdık bir acı kavruk bir şekilde bedenini yeniden sarmalıyordu.
 
"Benim kocamı Eva'lılar öldürdü." Dedi beklenmedik bir anda. Dudakları sanki ondan bağımsız hareket ediyordu. Lenora kocaman açtığı gözleriyle Barb'a dönmüştü ki kadın konuşmaya devam etti.
 
"Tüccardı, Şehir yolları arasında platoda yetiştirdiğimiz endemik bitkileri satardı." Yavaş yavaş konuşuyordu ve yüzü sanki bir anda on yaş yaşlanmıştı.
 
"Evalı bir kaç asker, dükkanı yağmalamaya çalıştı. Rudy buna engel olmaya çalıştığında tam yirmi iki yerinden bıçaklandı, hem de o aşağılıklar bunu kahkaha atarak yapıyordu. Bazılarının da yüzünde mide bulandırıcı bir sırıtış vardı." Bir an gözlerini kapattığında o anları gözünün önün getiriyor gibi bir hali vardı.
 
"Ben ise uzaktan izledim." Gözlerini tekrardan açtığında Lenora kaskatı kesilmişti. Bir taştan farkı yoktu, tek fark deli gibi çarpan kalbiydi. "O an sadece izleyebildim, çünkü hayal görüyorum sandım. Böyle bir şeyin mümkün olmayacağını sandım. Kocam kanlar içinde yere yığılana dek öyle sandım."
 
Dudaklarında acı bir tebessüm yerini almaya başladığında devam etti. "Ama artık hayalle gerçeği çok iyi ayırt edebiliyorum." Sol gözünden bir damla yaş usulca süzüldü.
 
"Korkunç," diyebildi Lenora tek seferde.
 
"Eva'lılar korkunçtur. Zalimlikleri her daim onlarla anılan yegane sıfatlarıdır." Dediğinde Lenora korkmaya başlamıştı. Bu kadar korkunç insanlarla nasıl başa çıkacağını düşünüyordu ki Barb devam etti.
 
"Rudy, Ryker'ın ağabeyiydi. Ryker ondan tüccarlığı öğreniyordu. O gün Rudy Ryker'ı eve öğle yemeği için havuçlu börek ve domates çorbası yapmamı söylemesi için göndermişti. Yaptım, özene bezene hazırlayıp sepeti sırtlandım. Ryker'ı bahçe işleri için Plato'ya inmesini, öğle yemeğini benim götüreceğimi ve bu sırada Rudy'i göreceğimi söyledim. Göremedim."
 
Avuçlarını dizlerine dayamış, sanki çok ağır bir beton parçası sırtına vurulmuş gibi belini bükmüştü. Alnı kırıştı, derin bir nefes aldı. Bakışları tavandaki pencereyi bulurken mırıldandı. "Nerede olduğunu bilmiyorum ama seni ilk gördüğüm anda boynuna sarılacağım ve istemediğin kadar havuçlu böreği ağzına tıkacağım, senin de bu anı beklediğini biliyorum. Ben hep aynı yerdeyim, lütfen beni bul." Derken buğulanan gözlerini umursamıyordu, çenesi titredi.
 
"Barb, ben çok üzgünüm." Dedi Lenora elini ellerinin üstüne koyarken. Yüzü bin parçaydı, kalbi görünmez bir el tarafından sıkılıyordu ve biraz sonra sanki uzun, sarı tırnaklarını geçirecekti.
 
Bu melankolik havayı dağıtan demir tokmağın kapıya vurması oldu. Barb ruhunu daraltan havasından sıyrılıp ufak adımlarla kapıya yürüdü. Son bir kez yanaklarını sildi, kapıyı da açtığında Ryker göründü.
 
"Hazır mısınız?" Diye sordu bakışları Lenora'yı bulmadan önce. Genç kız usulca oturduğu yerden kalkmış, ifadesiz bir yüzle karşısındakine bakıyordu.
 
Ryker'ın gözleri Barb'ın bir kaç adım arkasındaki Lenora'yı bulduğunda nefesi keskin bir bıçakla kesilmiş gibi durdu, sertçe yutkunduğunda adem elması ahenkle hareket etti. Lenora neredeyse süzülerek Barb'ın yanında dikildiğinde Ryker hâlâ onu izliyordu.
 
"Hazırız."
 
Alık alık bakışları son bulduğunda refleks olarak elleriyle kıyafetine çeki düzen vermeye çalışmıştı. Barb Ryker'ın bu haline yandan yandan gülüyordu ama az önceki donukluğu yüzüne yapışmış, kederi gözlerinin bebeğine yuva yapmıştı.
 
"İyi şanslar Lenora." Dedi güven verici bir sesle. Şansa ihtiyacı yoktu.
 
Ryker Lenora'ya kolunu uzatıp tutunmasını izledikten sonra demir kapıyı tüm gıcırtısıyla açıp biraz ilerideki iki beyaz atın çektiği arabaya doğru yürümeye başladılar.
 
Lenora'nın elbisesinin kuyruğu karın üzerinde peşinde süzülüyordu. Ucuna iliştirilmiş Nilüferler sanki karda baş göstermişler gibi zarafetleriyle boy gösteriyorlardı. Lenora'nın dudaklarında tarifsiz bir gülümseme yer alırken kendisini izleyen gözlerden habersizdi.
 
Atların ikisi de huysuzca kişneyip duruyorlardı. Sürücü elindeki kırbacı şaklatıp Lenora'ya şapkasını çıkartarak selam verdi.
 
Ryker kapıyı açıp Lenora'yı içine yerleştirdikten sonra "Sür," diye bağırdığı ve araba sarsılarak ilerlemeye başladı.
 
Yavaş yavaş yağan kar taneleri havada dans ederek süzülmeye başlamıştı. Rüzgar yoktu ve hava oldukça durağandı. Sürücünün arada şaklattığı kırbacı ve tekerin karı ezme sesinden başka bir ses duyulmuyordu.
 
"Nasıl hissediyorsun?" Diye sordu Ryker gözlerini Lenora'ya dikerek.
 
Lenora önce bakışlarını izlediği yoldan çekti, ardından gövdesini hafifçe çevirip Ryker'ın puslu gözlerine baktı.
 
"Bilmiyorum," dedi kırgın bir sesle. "Hiçbir şey bilmiyorum. Ne hissediyorum, başıma neler gelecek, bilmiyorum." Sesi sonlara doğru alçalıp cılızlaşmıştı.
 
"Bilinmezliğin içinde boğuluyorum. Bu duygu öyle bir şey ki sanki bütün vücudumu karıncalar sarmış gibi hissediyorum."
 
"Korkma yeter." Dedi Ryker hafifçe gülümseyip rahatlatmaya çalışarak. Elleri bir an Lenora'nın küçük ellerini örtecekti ki son anda engel oldu buna. "Ben senin yanında olacağım."
 
Lenora alt dudağını dişlerinin arasına alıp gözlerini kapadı. O an öyle bir ağlayası geldi ki, bunu yapmayı her şeyden çok istedi. Utanmadan, çekinmeden, bağıra çağıra ağlamak; Ryker için, Barb için, en çok da kendi için. Ama bunun dışa vurumu sadece gözlerini açmak oldu. Teninin açıkta kalan kısımları üşümeye başlamıştı ki duyduğu bir cümle bedeninin kor alevlere teslim olması için yeterli olmuştu.
 
"Çok güzel görünüyorsun. Çok,"
 
Ryker dudaklarından izinsizce kaçan cümlesi karşısında derince bir nefes alıp heyecanını örtmeye çalışmıştı ama başarılı olamadı.
 
Lenora teşekkür edip kafasını yeniden pencereye çevirdiğinde araba da geniş bir virajı dönüyordu. Biraz sonra bütün bir Anddora ayaklarının altındaydı. Lenora'nın gözleri büyümesi yetmiyormuş gibi kalbi ritmini kaybetmiş bir şekilde atıyordu.
 
Evler tek bir sıra halinde boncuk gibi dizilmiş, çatıları kar altında kalırken bacaları sicim sicim tütüyordu. Savderra dümdüz bir örtü misali Anddora'nın önünde uzanırken dağlar heybetiyle sırtını çevreliyordu. Ormandaki sık ağaçlar kuru bir karaltı oluşturup bütün tehlikeyi içinde barındırdığını söylüyordu adeta. Camdan bir kavanozun içinde gibi el değmemiş güzelliğiyle sergiliyordu şehir kendisini.
 
"Gördüğüm en nefes kesici manzara," dedi Lenora aralanmış dudaklarıyla. Ryker kısık gözlerle izliyor, tepkileri yüzünü güldürüyordu. Biraz sonra araba sarsılarak durdurduğunda Ryker da gergince oturduğu yerde doğruldu.
 
"Geldik."
 
Lenora oturduğu yere iyice sinmeye çalışıyor, o an içerideki herhangi bir eşya olmak istercesine dışarıdaki azgın kalabalığa bakıyordu. Bu kadar kişiyi hiç bir arada görmediği gibi Anddora'nın da bu kadar kalabalık olduğunu tahmin etmiyordu.
 
"Sonunda," dedi bir ses ve Lenora bakışlarını Ryker'ın penceresine doğru  çevirdiğinde genç bir yüz gördü. Ağzına kadar gelen favorileri vardı ve burnu sonradan yüzüne yerleştirilmiş gibi duruyordu. İçine göçmüş yanakları, ince bir çizgi halinde dudakları vardı. İri gözleri Lenora'yı gördüğünde daha da irileşmişti ve heyecanlı sesi biraz sonra kulakları doldurdu.
 
"Merhaba," dedi kafasını içeri uzatarak. "Ben Wes,"
 
Lenora bir Ryker'a bir Wes'e bakıyordu. Kalbi sanki biraz sonra avuç içlerinde atmaya başlayacak gibiydi. Titrek bir nefesin dudakları arasından kaçmasına engel olamazken  zorlanarak "Merhaba," diyebildi.
 
Ryker'ın olduğu tarafın kapısı açıldı. Ryker inip kolunu Lenora'ya uzattığında hemen öne atılarak koluna girdi ve dudaklarını uzatıp sadece Ryker'ın duyacağı bir sesle "Bunun için minnettarım," dediğinde Ryker daha da kolunu sıkmaya başladı.
 
Kirli ve çamurlu kar, halı gibi ayaklar altında eziliyordu. Rahatsız edici bir uğultu büyüyerek kulaklarına dolmaya başladığında Lenora bunun bir kovan dolusu arının kulaklarına yuva yapması gibi olduğunu düşünmeden edemedi.
 
Az sonra bir kapıdan geçip ardından kapattıklarında azgın kalabalığın da sesi kesildi. Dışarıyla hiçbir alakası kalmamış gibi hissedip bir rahatlama ayaklarından itibaren vücudunu sarmaya başlamıştı ki Dor Audric karşısında göründü.
 
Deri bir koltuğa oturmuş, kollarını iki yanına açarak arkasına yaslanmıştı. Kürkü omuzlarından aşağıya doğru sarkıyordu ve ayağındaki deri botlar ritmik bir şekilde zemini dövmekle meşguldü. Parmakları arasındaki tütünü günlerdir orada içilmeyi unutulmuş gibi kendi halinde yanıyordu ve biraz sonra külü dökülecekti.
 
"Sevgili Lenora," dedi kalın sesiyle. "Lütfen şöyle otur." Lenora o an dışarıdaki kalabalığın sesini duymayı yeğleyeceğini düşündü. Bir kaç adım atıp deri koltuğa yerleştiğinde kendisini oldukça rahatsız hissetti.
 
"Çok güzel görünüyorsun," midesinden gelen bir safranın boğazını yakarken sertçe yutkundu. Bir cevap veremedi ki Dor Audric'te bir cevap istemiyordu.
 
"Anddora'lıların neden dışarıda toplandığını biliyorsun, değil mi?" Diye sordu. Bu sırada Lenora'nın gözleri Ryker'ı görmek için yanıp tutuşuyordu. Onun yakınında olduğunu bilmek en azından bir nebze de olsa rahatlamasına yardımcı oluyordu.
 
"Benim için," dedi Lenora sandığından daha güçlü bir sesle ve bu Dor Audric'in oldukça hoşuna gitmişti. Dudaklarında bir sırıtış yer alırken devam etti. "Güzel, her bir Anddoralı şu an dışarıda seni görmek için yanıp tutuşuyor. Eminim ki kurtarıcısına aşık olacak bir düzine de Anddoralı erkek mevcuttur."
 
Söylediği şeye sadece kendisi gülerken  Ryker'dan bir homurtu yükseldi, postalların zeminde adım atma sesi sessizliğin içinde yankılandı ve ardından kapı açılıp kapandı. Lenora Ryker'ın gittiğini sanarak rahatsızca oturduğu yerde kıpırdandı.
 
Dor Audric bir an yavaş yavaş kafasını sallamaya başladığında yüzü değişik bir hal almıştı. Çaresizlik ve umudun karışımı gibi bir şey sezdi Lenora. O an kendisini Dor Audric'in yerine koydu ve omuzlarında oldukça ağır bir yük olduğunu hissetti. Bu yükün altında ezilmek yok olmak demekti. Tarihin karanlık sayfalarına gömülmek ve yıllar boyunca üstünden hiç çıkmayacak bir lekeyle anılıyor olmak demekti.
 
"Sana güveniyoruz Lenora," dudaklarından dökülen cümlesi karşısında oldukça şaşırtmıştı. Ketumluğu var olsun böyle bir şey duymayı beklemiyordu.
 
Lenora omuzlarını dikleştirip güven verici bir gülümsemeyi dudaklarına yaydı. Sanırım aralarında sessiz bir ittifak oluşmuştu.
 
Azgın kalabalığın uğultusu kapının aralanmasıyla yeniden baş göstermişti. Bu uğultuyu bastıran düşünceleri artık duymamasını sağlıyordu ve bu iyi bir şeydi. Adımlarını güçlü bir şekilde atıyordu ve peşinden gelen üç adım Lenora'nın cesaretini katlıyordu. Arkasına dönüp de Ryker'ın gözlerini gördüğünde oldukça rahatladığını hissetti. Kalbi biraz sonra göğüs kafesini kırmakla tehdit edercesine atarken parmaklarını elbisesinin tülüne geçirdi.
 
İki tarafı da Manolya ve Nilüfer çiçekleriyle çevrilmiş olan yolda güzel kokuların da eşliğiyle adımlarını atmaya devam ediyordu ki yolun sonu yüksek bir balkona çıktı. Lenora son kez derin bir nefes aldı ve o son adımını da attı. İki tarafta da yer alan uzun boylu, resmi kıyafetli ve neredeyse gök kadar parlak kılıçlarıyla hazır ol da duran korumalardan belli belirsiz bir baş selamı almıştı.
 
Şimdi bütün yüzler Lenora'yı görmüş, uğultu katlanmıştı. Çığlık atanlar bir tarafta kümelenmişti, balkonun hemen altında yaşlı kadınlar ellerindeki hasır sepetlerin içindeki renk renk çiçekleri etrafa savururken bir diğer taraftakiler yünlü berelerini kaldırmış sallıyorlardı. Arada bir yerde çocuk sesleri de uğultuya dahil oldu. İnsan seli uzayıp giderken Lenora parmaklarını beyaz mermerle buluşturup yanına gelen yüzlere döndü.
 
Solunda Ryker, sağında Dor Audric ve hemen onun yanında da Wes vardı. Dördü mahşer alanından yükselen seslerin dinmesini beklerken binbir çeşit yüzü izliyorlardı. "Nasıl da umutlular, şu yüzlere bak." Dedi Dor Audric.
 
Lenora hayretle gülümsemişti. Artık o uğultu boğmuyordu. Şaşkınlığı geride kalırken uğultuların arasından tezahüratlar yükselmeye başladı.
 
"Anddora'nın kurtuluşu yakındır, çok yaşa Lenora."
 
Halk; bu gizemli kızın sadece ismini öğrenebilmiş, şanslı olan bir kaç kişi de yüzünü görmüştü. Kulaktan kulağa yayılan yüz zamanla şekil değiştirmiş, herkes kendine uyan bir şekilde tarif etmişti.
 
Ama şimdi gördükleri bu yüz parlıyordu. Işıl ışıl gözleri umut vaat etmekten çekinmiyordu ve zar zor belli olan gülümsemesi yüzüne yakışan en güzel aksesuarıydı.
 
"Nilüfer’in tohumu Lenora, Anddora'yı sen kurtaracaksın unutma!"
 
Lenora afallamıştı ama sırtında hissettiği bir el içindeki güven tohumlarının yeşermesine yardım ettiğinde minnetle elin sahibine gülümsedi.
 
"Sevgili Halkım," diye kükredi Dor Audric uğultular dindiğinde. Şimdi kimseden çıt çıkmıyordu. Lenora kalbinin atış seslerinin duyulacağı endişesine kapılmadan edemedi.
 
"İşte," dedi elleri Lenora'yı bulurken. "Size gururla taktim edeceğim o kişi: Lenora!"
 
Tezahüratlar yeniden yükseldiğinde Ryker "Dizlerinin üzerine eğilmen gerekiyor," diyerek fısıldadı ve hemen sonra Lenora eğilerek karşısındakileri selamladı.
 
"Atamızın Dor’un emaneti olan topraklarımız tehditlere açık hale geldi ve bu durum hepimizin yüreğini parçalıyordu. Ama Tepe'de beş aylık gibi bir süreçte planladığımız Birlik Günü gelip çatmak üzere. Bizi Eva'lar illetinden kurtaracak ve kaybettiğimiz toprakların yeniden sahibi olacağız. Bu da şehrimizin kalkınması ve sizler için refahlık demek. Bu yüzden sevgili Lenora'ya sizlerin huzurunda teşekkür etmek istiyorum." Teşekkür cümleleri birbiri ardına farklı dudaklardan yükselirken Dor devam etti. "Tabi ki bu yaptığı şey karşılıksız kalmayacak, her şeyin bir bedeli olmalı." Lenora dudaklarını kıvırıp gözlerini kıstı. Bu sırada Ryker'ın eli hala aynı yerdeydi ve yavaş hareketlerle sırtını sıvazlıyordu.
 
Lenora'nın eline alelacele bir sepet tutuşturan iki küçük kız gülümseyip hemen sonra kayboldular. Lenora onların nereye gittiğini bile görememişti. Bakışları bir Nilüfer dolu sepete bir de Ryker arasında gidip geliyordu.
 
"İçinden gelen bir kaç cümle kur ve çiçekleri etrafa fırlat."
 
Lenora konuşma sırasının kendisine geldiğini anladığında gergince gülümseyip boğazını temizledi. Ne diyeceğini bilmiyordu ve elleri uyuşmuştu, biraz sonra sepeti düşüreceğini düşünüp iyice strese girdi.
 
"Her birinizin gülen gözleri için," dedi yüreğinden akıp gelen cümlelerle. Gözlerini kapatmak istiyordu ama bu dürtüsüne engel oldu. "Yüzlerinizin solmaması için," Derin bir nefes alıp sesinin titrememesine dikkat ederek devam etti. "İleride anlatacağınız efsanelerin baş kişisi olmak için," kalbi kulaklarında atıyordu şimdi. Şiddeti o kadar yüksekti ki biraz sonra sağır edebilirdi. "Anddora'nın yaşaması için elimden gelen her şeyi yapacağım." Titrek bir nefes dudaklarından çıktığında bakışlarını kendisini izleyen yüzlerde gezdiriyordu. Her birisinin iri iri açtığı gözlerini kırpmadan dikkatle Lenora'yı izliyor, ağzından çıkan cümleleri neredeyse havada kaparak mutlu oluyorlardı.
 
Lenora'nın gözleri en sonunda Ryker'ı bulduğunda dudaklarından şu cümleler döküldü. "Korkularımız yüreğimizden büyük değil." Nilüferlerin her birisi havada süzülmeye başladığında kalabalık her bir ağızdan sevinç naraları atmaya başlamıştı ama Lenora, içlerinden birisinin sesini duyuyordu.
 
O da Ryker'ın sesiydi.
 
"Umudum sensin Lenora."

BATAKLIK ÇİÇEĞİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin