BÖLÜM 5 - UMUDUN ADI SENSİN
Anddora halkı yeni günün işlerini yapmaya çoktan başlamışlardı. Gece, bütün yorgunluğunu üzerinden atıp sabahın tazecik ilk ışıklarını Anddora'nın üzerinde gezdiriyordu. Avlanacak olan erkekler azıklarını geceden hazırlayıp çoktan Batık Ormanı'na doğru yola koyulmuş, balığa çıkacak olanlar ise güneşin doğmasını bile beklemeden teknelerine atlayıp ufkun şefkatli kollarına doğru kendilerini bırakmışlardı.
Barb yapılacak işlerini halletmek için platosundaydı. Bir sürü tohum ekecek, onların yeşil başlarının azimle toprağı yarıp dışarıya süzülmelerini izleyecekti. Bu ona inanılmaz bir güç veriyor ve yaşamanın kıymetini tekrar tekrar hatırlatıyordu.
Olgunlaşmış yemişler kabuklarından verdikleri çatlaklıklarla yenmek için hazır olduklarını belli ediyorlardı. Barb hasır sepetini kolunda sıkılaştırırken pazı yapraklarını tabak işlevi gördürüp yemişleri üzerine koyuyordu. İncirlerin iştah kabartan görüntülerinin yanına çilekler, hurmalar ve kayısılar da eklendi.
Lenora'nın uyanmasının üzerinden neredeyse iki hafta geçmişti. Bu iki hafta çok sancılıydı. Lenora henüz çoğu şeyi algılayamadığı için sürekli olarak sinir krizleri geçiriyor, ortalığı ayağa kaldırıp bütün şehri inim inim inletirken hemen sonra sakinleşip saatlerce ağlıyordu.
Ağzını açmadığı günler de oluyordu, ne konuşuyor ne yemek yiyor, samut gibi öylece duruyordu. O an odadaki herhangi bir eşyadan farkı kalmıyordu ki nefes alıp almadığı bile anlaşılmıyordu. Sabit bir noktaya diktiği gözleri görünmez bir şeye odaklanmış gibiydi ki o an gözlerinde bir yetiminkine benzer sönüklük, donukluk hakim oluyordu ve kirpikleri kederle ıslanıyordu.
Olanlar Ryker'ın hiç hoşuna gitmediği gibi içindeki inanç ateşini günbegün söndürüyordu. Buna bir çözüm üretmeye çalışıyor, ama bilinmezliğin içinde her geçen gün kayboluyordu.
Bir çok kez Lenora'yla konuşmaya çalışıtı ama ne bir cümle kurabiliyor ne de mantıklı bir açıklama yapabilecek gücü buluyordu kendinde. Hoş, anlatsa bile karşısındakinin dinleyip dinlemediği bile meçhuldü. Şu an genç kıza bir şeyler açıklamak, çatlaklarla dolu duvarla konuşmaya çalışmak gibi bir şey demekti. Aralarındaki diyalog da böylece sıfıra inmiş oldu.
Aradan biraz zaman geçti derken bu sıfıra inmiş olan diyalog bir gün ateşin başında çorba karıştıran Ryker'ın Lenora'ya Anddora efsaneleri anlatmasıyla yeniden filizlenmeye başladı. Bu efsaneler ve hikayeler kızın ilgisini ancak bir süre çekebildi. Sonra yine gözlerindeki ışık sönüyor, kafasını duvar tarafına çevirerek Ryker ile göz göze gelmemeye çalışıyordu.
Barb durumun geçici olduğunu sürekli olarak söylüyor, her şeyin düzeleceğini oğlana telkin edip rahatlatmaya çalışıyordu ancak kendisi de içten içe ümitsizliğe kapılıyordu.
Barb son kazma darbesini de toprağa indirip eğildiği yerde doğruldu. Bir kucak dolusu yabani ot ve hasır sepetiyle patikada yavaş yavaş adımlar atıyor hala daha gözüne ilişen yabani otları ayakkabısın ucuyla eşeliyordu.
Dışarıdan hiç sağlam görünmeyen, ama göründüğü gibi olmayan merdivenin tırabzanından destek alarak yukarıya çıktı.
Ateş harını kaybetmiş, oda usul usul soğumaya başlamıştı. Olduğundan daha dağınık gözüken oda, insanın içini karartmaya yetiyordu. Kapalı perdelerin arasından sızan ışık huzmeleri havada birbirine çarpmadan dolaşan toz zerreciklerini gösteriyordu. Gözleri bir an genç kızın somyasına çeviren Barb çığlığı bastı.
"Lenora,"
Sokak kapısı açıktı; direkt kapıya koşan kadın, gördüğü manzara karşısında kısa bir anlığına afalladı. Düşmemek için taş duvara yaslanırken elinin tersini alnına bastırdı. Sinirlerine çöken gevşeklikle kollarını birbirine dolayıp seslendi.
"Hey?"
Lenora'nın pırıl pırıl parlayan gözleri Barb'la buluştu, zayıf çehresindeki hastalıklı süzgünlüğü gün ışığında daha da belli oluyordu. Yüreği hop hop eden Barb elini göğsünün üstüne koyup bir kaç adım attı.
"Sanırım Barb'ı korkuttuk," diye mırıldandı Ryker Lenora'ya doğru ve hemen sonra bakışları Barb'ı buldu.
Lenora gülümsedi, iki yanağında minik çukurlar yerini alırken hemen sonra aciz sesiyle mırıldandı.
"Benim yerime özür dile lütfen."
Mahcup bir şekilde konuşmaya başladı Ryker. "Kusura bakma Barb. Lenora hava almak istedi biraz."
Kol kola girmişlerdi ve genç kızı sıkı sıkı tutuyordu. Hem ona destek oluyor, hem de aralarında bazı güven bağlarının ilmeklerinin atıldığına inanıyordu.
"Sorun yok. Birazdan içeri girin." Dedi Barb ve evine geri dönüp kapıyı ardından kapatmadan önce kol kola girmiş bu iki gence baktı.
"Kar sever misin?" Diye sordu Ryker, bu sırada öbek öbek olmuş lahanaların üzerindeki birikmiş karlardan birazını avuçları arasına aldı.
"Severim."
"Ben de. Sevmesem bile sevmek zorundayım. Anddora her zaman böyledir. Soğuk şehir." Lenora'nın zihnini kurcalayan sorular bir ağızdan çıkmak istiyordu lakin sustu. Yüzünü yere eğerken bir kaç kez öksürdü.
Sokak oldukça tenhaydı, su kuyusunun başında bir kaç kız vardı ve hepsi de birbirlerini dürtüp Lenora'yı gösteriyor, aralarındaki fısıldaşma hararetlenirken sesleri ta onlara kadar geliyordu lakin Lenora söylenen hiçbir şeyi anlamıyordu fakat Ryker gözlerini kapatıp duymamak için çaba sarf ediyordu. En sonunda dayanamayıp sordu, "İçeriye girelim mi?"
Lenora burnunu çekip kafasını olumsuz anlamda sallarken yüzünü eğdiği yerden kaldırıp Ryker'a döndü. Genç ve şakrak çehresinde suda yetişmiş bir çiçeğinkine benzer narinlik vardı. Durmadan kirpiklerini kırpıştırıyor, her an ıslanmaya hazır olan yanakları al al olmuş soluk beyaz tenine renk verme çabasını üstleniyordu. Dudaklarını yaladı, bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ama suskun kalmak şu an için daha kolay geliyordu.
"Hadi gel, içeri girelim. Çok üşüdün." Dedi Ryker hafifçe çekerek ama Lenora ayak diriyordu. Bakışları kuyu başındaki yüzleri tekrardan bulduğunda her birisinin kendisine gülümsediğini gördü. Birisinin çarpık dişleri tüm yüzünü kaplarken bir diğerinin çatlak dudakları gerildi, hatta içlerinden birisi elini kaldırıp Lenora'ya doğru sallamaya başladığında yanındakiler hemen onu durdurup koluna girdiler ve ellerindeki bakraçlardan daha yeni doldurdukları suları döke saça hızla ilerlemeye başladılar. El sallayan kız hala daha dönüp arkasına bakma çabası içerisindeydi.
"Anddora nedir?" Diye sordu Lenora alt dudağını dişlerinin arasına alırken.
Böyle bir soruyu henüz beklemeyen genç oğlan ne diyeceğini bilmez halde öylece bakakaldı.
Vücudunu tamamen genç oğlana döndükten sonra gözlerini hafif hafif kırpıştırdı.
Ryker elini ensesine götürüp medet umar gibi etrafına bakındı lakin karşısında cevap bekleyen bir çift mavi göz varken daha fazla beklemenin bir anlamı olmayacağını anladı.
"Şehrimizin adı," dedi çatallı sesiyle. Lenora aldığı cevapla dudaklarını bükerek konuştu. "Daha önce hiç böyle bir şehir ismi duymamıştım," dedi soğuk hava yüzünden nefes almak biraz zordu ama şu an bu düşüneceği son şey bile değildi. Hemen sonra devam etti. "Hangi ülkenin şehri bu; İrlanda, Danimarka, Norveç veya İsveç? Huh?"
Ryker kaşlarını çatmış öylece bakıyordu. "Mm, hiçbirisi." Dedi kollarını iki yanına açarken. "Ülkemizin adı Hozan." Dedi yavaşça, Lenora'nın tepkisini kaçırmamak için gözlerini dahi kırpmıyordu.
Kaşlarını çatma sırası Lenora'daydı. "Lise de dört sene boyunca coğrafya dersi aldım, bir çok gezginin blogunu takip ediyorum, Dünya gündemi ile ilgili çok fazla haber okurum ama hiç Hozan diye bir ülke ismi duymadım."
Ryker gerildi, şimdi söyleyeceği şeyin Lenora da yaratacağı tepkiden oldukça çekiniyordu. Ellerini Lenora'nın iki koluna koyup sıktı, parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Gözlerini bir kaç kez kırpıştırıp dudaklarını yaladı. Derin bir nefes aldıktan sonra mırıldandı.
"Lenora, burası Dünya'na ait bir ülke değil."
Saniyelerin saatlere dönüştüğü dakikalar boyunca duyduğu bir kaç kelimelik cümlenin idrakını sağlamaya çalışıyordu Lenora. İfadesiz yüzünde önce sisli bir şaşkınlık belirdi ama hemen sonra kaşlarını çatıp yanlış duyduğunu düşünerek kafasını sol omzuna eğerek konuştu.
"Anlamadım?" Dedi kendisine bile yabancı gelen bir ses tonuyla.
Ryker hemen genç kızın koluna girip hafifçe iteklemeye başladı.
"Gel şöyle geçelim," Lenora saman balyası gibi neredeyse sürüklenerek verandaya götürüldü.
Beyaz tahta kamelyaya oturup Ryker'ın omuzlarına post örtmesini izin verdikten sonra karşısına kurulmasını izledi. Genç adam gayet ne yaptığını bilir bir haldeydi ve hareketlerinin birinde bile tedirginlik emaresi yoktu.
Gözlerini sabit bir yere dikip dudaklarını araladığında dışarıya buhar hücum etti ama hemen sonra tekrardan mıh gibi birbirine yapıştırıp bakışlarını Lenora'ya dikti.
Nereden başlayacağını düşünürken kelimeler ona kolaylık sağlayarak bir anda dudaklarından dizi dizi dökülmeye başladılar.
"Lenora, burası Anddora. Hozan'nın Anddora Şehri. Soğuğun her daim ahkam kestiği kış kenti," sustu, sertçe yutkunduktan sonra devam etti.
"Buradasın, çünkü bize yardım etmen gerekiyor," deyip Lenora'nın tepkisini görmek adına gözlerini dahi kırpmadan izlemeye başladı.
"Ne yardımı?" Dedi sadece, yüzünden hiçbir şey okunmadığı gibi ses tonu da en ufak bir duygu kırıntısı barındırmıyordu.
"Anddora çok zor zamanlar geçiriyor. Atamızın bize miras bıraktığı bu kıymetli topraklar tehdit altında. Bu gördüğün.." deyip başını arkasına çevirerek sokağı gösterdi. Bir kaç yüz dönüp onlara bakmış ama hemen sonra kafalarını çevirmişlerdi.
"Bu gördüğün Anddoralılar, kuyu başında gördüğün kızlar, Barb ve hatta ben bile sana muhtacız. Umudumuzun adı sensin." Deyip karşısındaki titreyen kıza baktı. Lenora ellerini birbirine kelepçeleyip bacak arasına koymuştu. Bir kaç yaş yanaklarından sessiz sedasız süzülürken zor duyulan bir sesle mırıldandı.
"Tanrım, bunların hepsi rüya olmalı." Deyip oturduğu yerden hızla kalktı. Omuzlarındaki post yeri boylarken sendeleye sendeleye adımlar atarak eve doğru yürümeye başladı. Ryker çökmüş omuzlarıyla arkasından bakakaldığında bu işin sandığından da zor olacağını anladı.
***
Fırtına şiddetini artırmıştı. Rüzgar bulabildiği her bir oyuğa yerleşip taş evin içine sızmaya çalışıyordu. Tahta çerçeveli camlar zangır zangır titriyor, tam da pencerenin yanındaki erik ağacının yapraksız dalları uğursuz bir misafir edasıyla cama tıklatıyordu.
Lenora gözlerini yavaşça aralayıp hafif nemli kirpiklerini bir kaç kez kırpıştırdı. Üzerindeki yorganın ağırlığı altında eziliyor gibiydi. Ayaklarından başlayıp bütün vücuduna yayılan sıcaklık dalgası yüzünden boncuk boncuk ter damlaları alnında birikmişti. Ateşin çatırtısı odadaki sessizliği bozan tek şeydi. Olduğu yerde biraz doğrulduktan sonra bakışlarını odanın içinde gezdirmeye başladı.
Hemen yanı başında taştan yapılma bir şömine vardı ve içindeki ateş oldukça güçlü bir şekilde, üzerine konulmuş bakracın içindeki şeyi fokur fokur kaynatıyordu. Kaynayan şeyin dumanı odaya yavaşça yayılarak leziz kokusunu genç kızın burnuna taşıyordu.
Şöminenin yanında tahtadan bir tezgah vardı. Üstü farklı boy kavanozlar ve rastgele dizilmiş tahta kaselerle, sahanlarla, cezvelerle doluydu. Oldukça kalabalık bir terek hemen tezgahın olduğu duvara konuşlandırılmıştı ve her an düşecekmiş gibi bir hissiyat veriyordu. Tezgahın yanında ise küçük bir kapı ve kapının solunda da ayaklı askılık kalıyordu. Askılığa kat kat asılmış kürkler odada bir boz ayı varmış gibi hissiyat yaratıyordu. Çaprazında da yine tahtadan bir merdiven kıvrılarak üst kata doğru çıkıyordu.
Birden tezgahın yanındaki tahta kapı kulak tırmalayan bir gıcırtıyla açıldığında Lenora irkildi. Barb, elinde gaz lambasıyla birlikte göründüğünde derin bir nefes verdi, o ana değin nefesini tuttuğunun farkında bile değildi.
Bu orta yaşlı kadın henüz Lenora'nın uyandığını fark edememiş olsa ki kendi kendine eski bir Anddora şarkısı söylüyor, elindeki iki küçük kaseyi düşürmeden eşikten geçmeye çalışıyordu. Adımını attı, gaz lambasından yayılan boğucu sarı ışık yüzünün bir yarısını aydınlatıyordu ve Lenora bir kaç saniyeliğine de olsa bu bitkin kadının gözlerinin içindeki çaresizliği görmüştü. Gaz lambasını yere koyup biraz nefes aldı derken şarkısını yarıda kesti. Elinin tersini alnına yaslayıp yarı beyaz saçlarını yatıştırdı, elindeki kavanozları tezgaha koyduğunda Lenora kadının titrediğini fark etti. Yorulduğu oldukça belliydi, bir iskemle çekip oturdu. Tahta kasedeki suyu tek seferde kafasına diktikten sonra oturduğu yerden kalkıp aynı şarkıyı tekrardan diline doladı. Ateşinin başına geçerken kavanozdaki baharatları da fokurdamaktan bir hal olan çorbanın içine döküyordu. Kepçeyi daldırıp çıkarıyor, kıvamlı sıvının kokusu odaya iyice yayılıyordu. Lenora acıktığını işte o an fark etti.
Biraz zaman sonra Barb, tek ayağı kırık olan yuvarlak bir yemek masasında yaptığı leziz çorbayı sunarken Lenora bu ziyafete yatağından katılıyordu. Ryker, Bailey ve Barb masanın etrafına boncuk misali dizilmişler, höpürdeterek çorbalarını içiyorlardı.
"Bir tabak daha," diye bağırıverdi Bailey kaseyi havaya kaldırırken. Barb çorbayı yeniden kaseye doldururken diğer yandan da üzerine dökmemesi için Bailey'yi tembihliyordu. Bu sırada Ryker'ın gözleri Lenora'yı buldu. Genç kız yakasına serdiği ipek mendiline bir damla dahi çorba dökmemiş, yavaş yavaş içiyordu. Bir ara gözleri Ryker'ı bulunca kaşığını kasenin içine bıraktı.
Ryker bugün olanlardan sonra suçluluk duygusuyla büyük bir harbin içerisinde çarpışıyordu. Yanlış şeyler söylediğini düşünmüş, bütün öğleden sonrasını bunu düşünerek geçirmişti.
Bakışları tekrardan Lenora'yı bulduğunda onun da kendisine baktığını gördü. Durumu toparlamak adına "Biraz daha çorba ister misin?" Diye sordu.
Lenora çorbayı çok beğenmişti, teklifi geri çevirmeyip hiçbir şey söylemeden kaseyi Barb'a uzattı. Barb, boş kaseyi iltifat olarak kabul edip memnuniyetle gülerken kaseyi ağzına kadar doldurup bir şeyler söylüyordu ama Lenora hiçbir şey anlamadığı için aralıklı dudağıyla öylece bakıyordu.
Ziyafet sona erdiğinde Ryker masayı topluyor, Barb ateşi harlamaya çalışıyor, Bailey oradan oraya koşturuyordu. Lenora yavaş yavaş içtiği için henüz daha çorbasını bitirememişti. Uzun zamandır bu kadar lezzetli bir şey midesini doldurmadığı için oldukça keyifliydi ve bu tavırlarına da yansıyordu.
"Ne çorbası bu?" Diye sordu kasenin dibini sıyırırken. Ryker masayı silmeyi bırakıp Lenora' ya döndü.
"Barb'ın özel tarifi, Kakuleli Denizanası Çorbası," deyip yeniden masaya döndüğünde arkasında öğüren bir Lenora bıraktığını fark edememişti.
"Lenora'ya bir şey oluyor," diye bağıran Barb elindekileri bırakıp koşmaya başladı.
Lenora bembeyaz olmuştu, sanki az önce heykeltıraşın elinden çıkmışcasına harekettsizce bir kaç saniye kaldı ama hemen sonra içten gelen bir kaç öğürmenin sonunda içtiği bütün çorbayı çıkardı.
Gece yarısı olmak üzereydi, herkes dinlenmek için bir köşeye çekilmiş sessizliğin şarkısına eşlik eden boğucu rüzgarın sesini dinliyorlardı ki bu sese bir yenisi de hiddetle vurulan kapı tokmağı eklendi.
Barb uyukladığı yerde sıçramıştı, Bailey Lenora'nın yaralarına merhem sürüyordu, Ryker tek bir hamlede oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru gitti.
Kapı büyük bir gıcırtıyla açılırken odadaki uğultu daha da artmıştı. Bu uğultu sanki git gide büyüyen bir çığ misali Lenora'nın kulaklarına doluyordu. Genç kız elleriyle kulaklarını kapatmak istedi ama son anda bu dürtüsüne engel olup kapıdan tüm heybetiyle giren yabancı yüze baktı.
Yabancı, tek bir hamleyle omuzlarındaki pelerini savurup postallarını zemine vura vura bir kaç adım atarak tam da Lenora'nın somyasının önünde durdu. Yüzünde garip bir ifade vardı. Normalden büyük gözleri Kırmızı Başlıklı Kız hikayesindeki kurtun gözleri misali her şeyi görmek ister gibi kocamandı. Uzun beyaz saçları omuzlarından dökülüyor, sert yüzünü daha da gölgelendiriyordu. Tek bir çizgi halinde olan dudakları aralandığında Lenora nefesini tuttu.
"Uyanmana çok sevindim Lenora," deyip masumluktan uzak bir gülücük koydu dudaklarına. Lenora oldukça şaşırtmıştı, kendi dilinde konuşan birisi daha.
"Ben Audric; Dor Audric. Anddora'nın Baş'ıyım. Aramıza hoş geldin," Önce gülüşünü sildi dudaklarından, ardından düz bir çizgi hali alması gereken dudakları Ryker için konuştu.
"Tepe'ye gel." Başka hiçbir şey söylemedi. Sokak kapısı aralanıp da uğursuz rüzgar Audric'in pelerinini savurana dek Lenora hayal gördüğünü sandı.
Tepe; toplantıların yapıldığı, stratejilerin geliştirildiği, planların hazırlandığı, Baş'ların kabul edildiği bir toplanma merkeziydi. Dor Audric tüm Tepe üyelerini toplamıştı.
Ceviz ağacından yapılma dikdörtgen masanın etrafındaki on iki genç yüz birbirlerine bakıyor, büyük bir sessizliğin hakim olduğu odada Baş'ları Dor Audric'ten alacakları haberi bekliyorlardı.
Dor orta parmağındaki Nilüfer desenli yüzüğü masaya üç kez vurup tok sesin odada yankılanmasını dinledi. Ardından bakışlarını her bir yüzde gezdirdikten sonra oldukça sert bir sesle konuştu.
"Şefler!" Dedi neredeyse bağırarak. "Bugün size müjde getirdim, kız uyandı." Deyip kollarını iki yanına açtığında masadaki her bir kişinin sevinç naraları odayı doldurdu. Biri yanındakinin kolunu sıkıyor, ötekiler yumruklarını tokuşturuyor, bir şekilde sevinçlerini yaşıyorlardı.
Tek elini havaya kaldırıp yumruğunu sıkan Dor Audric sessizliği sağlayıp odağı yeniden üzerinde topladıktan sonra konuşmasına devam etti.
"Birlik Günü'ne bugün itibariyle otuz beş gün kaldı," dedi ve o intikam ateşiyle yanıp tutuşan bakışları her bir Şef'in üzerinde gezdi.
Şefler birbirleriyle konuşuyor, her birisi zaferi elde edecekleri günü düşünüp şimdiden mutlu oluyorlardı. Sonunda Ataları'nın intikamı alınacaktı. Kaybettikleri toprak parçalarını yeniden şehirlerinin olacak ve Anddora’nın üzerindeki tehdit sonsuza kadar kalkacaktı.
"Hepiniz gözünüzü dört açacaksınız," diye haykırdı Dor, "Hepiniz!"
Masanın en ucunda oturan Ryker alt dudağını dişlemekten neredeyse kanatmak üzereydi ki daha fazla dayanamadı.
"Sayın Dor Audric," dedi arkadaşının gözlerinin arkasını görmeye çalışarak. "Sizi çok iyi anlıyorum ve Birlik Günü için ben de en az sizin kadar heyecanlıyım lakin sizce de otuz beş gün az bir zaman değil mi? Kız henüz hiçbir şey bilmiyor. Bilse bile kabulleneceği süreci de hesaplamamız lazım. Belki davamıza ortak olmayabilir."
Dor Audric hiddetle yumruğunu masaya indirip burnundan soluyarak karşısındakine dikti gözlerini. Öfkeden rengini kaybeden gözleri gittikçe soluklaşıyordu. Oda bir an sadece sesli nefeslerinin yankısını dinledi.
"Bir daha böyle bir şey duymak istemiyorum," deyip kısa bir an durakladı ama hemen sonra devam etti. "Böyle bir şeyin ihtimali bile olmamalı. Varsa da ortadan kaldıracaksın. Birlik Günü bir hatanın daha kurbanı olmasın," derken sesi oldukça iğneleyiciydi ve Ryker'ın beyninin her bir noktasına batıyordu.
Oturduğu sandalyeden hızla kalkan Ryker hiçbir şey söylemeden odadan dışarıya çıkıp kapıyı oldukça sesli bir şekilde kapattığında yüzüne çarpan soğuk yanında bir kaç gerçeği de getirmişti.
Ellerini ceplerine yerleştirip karı iki tarafa yararak açılan yolda yürümeye başladı. Yol karanlıkta yılan misali kıvrılırken eğim biraz sonra arttı ve yokuşun başına gelmiş oldu. İki tarafı da uzun karaçamlarla kaplı olan yolun sonu Barb'ın evine çıkıyordu. Genç adam bir kaç adım daha attı ve durdu. Yolun sonunda bekleyen, bacası tüten ev artık görünüyordu ve bu bir an için Ryker'ın gerginliğin unutturmuş, içini huzurla doldurmuştu. Perdeden sızarak dışarıya taşan sarı ışığın hemen yanında Lenora'nın yatıyor olduğunu bilmek Ryker'ı oldukça heyecanlandırmıştı lakin genç oğlan bunu fark etmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BATAKLIK ÇİÇEĞİ
Fantasy-TAMAMLANDI- Bizim için yazılmış kaç son var bu hayatta? Yaşamanın; nefes almak, köprü altlarındaki tekinsiz tiplere paçayı kaptırmamak, gazete köşelerinde ek iş aramak ve çikolata paketlemek sandığım bir döneminde en yakın arkadaşımın kaybıyla hay...