BÖLÜM 6 - KARANLIK SULAR

43 23 1
                                    

BÖLÜM 6 - KARANLIK SULAR
 
Lenora terden sırılsıklam olmuş yastığında hala yatmakta, aralıklı dudakları kesik kesik nefesler alırken göğsü hiddetle inip kalkmaktaydı. Teni soğukta kalmış demir keskinliğinde, bakışları tüm donukluğuyla tavanı izlemekteydi.
 
'İstediğin oldu işte minik kızım; korkuların yüreğinden büyük değil, bunu sakın unutma.'
 
Sisli görüntü yeniden gözlerinin önünde belirip de ses aynı tekdüzelikle beyninde yankılanmaya devam ettiğinde Lenora derin bir nefes alarak yattığı yerden sıçradı.
 
Sabah olmak üzereydi. Ateş etkisini yitirmiş, ruhsuz bir ılıklık odaya hakimiyetini yaymıştı.
 
Bulutsuz gökyüzü bu gece ayı Anddora'nın üzerinde tüm albenisiyle sergilemekle gurur duyuyor gibiydi. Açık hava beraberinde ayazı da getirmişti. Lenora postu üzerine biraz daha çekerken aralıklı perdeden dışarıyı izlemeye başladı. O an için temiz havanın çok iyi geleceğini düşünüyordu ama bacakları sanki beton kalıbının içinedeymişçesine hareketsiz kalmayı istiyor ve ağrıları da bütün vücudunu zehirli bir sarmaşık misali yavaş yavaş sarıyordu.
 
Gördüğü rüyanın etkisi hala nabzını korumaktaydı. Aynı sisli orman ve aynı soluk tekdüzelik ses durmadan mırıldanıyordu.
 
'İstediğin oldu işte minik kızım; korkuların yüreğinden büyük değil, bunu sakın unutma."
 
Ne olmuştu, neyi istiyordu, bilmiyordu. Şu an adı sorulsa dahi apışıp kalırdı. Allak bullak oluşmuş düşüncelerinin arasında bir kaç anlamlı cümle sezmeyi deli gibi istiyordu ama bu şu an için imkansız gibi görünüyordu.
 
Perdeyi araladı, ay ışığının ağaç dallarının arasındaki süzülüşünü izlerken birden ormanın derinliklerinde küçük bir turunculuk gördü. Gözlerini kısıp odaklanmaya başladığında o küçük turunculuğun karanlık örtüyü yararak git gide büyüdüğünü ve aslında onun bir meşale ateşi olduğunu anlaması uzun sürmedi.
 
Bir grup insan ellerinde meşale ve av tüfekleriyle ki kimisinin de sırtında kolonla bağlanmış hasır sepetler olduğunu gördü, Barb'ın evine doğru yürüyorlardı. Lenora irkilip olduğu yere sinmeye başladığında gözlerini kapattı. Postalların karı ezme seslerini duyuyordu sanki.
 
Biraz sonra kendinde cesaret bulup da gözlerini araladığında o bir grup insanın tam da Lenora'nın penceresinin önünde dizlerinin üstüne çöktüklerini gördü. Grubun en başındaki normalden kilolu adamın bir kaç adım öne çıkarak başındaki kürklü bereyi çıkarıp referans yapmasıyla birlikte arkasındakiler de hep birlikte çocuklar gibi kahkaha atıp farklı ses tonlarıyla 'Anddora'nın bağımsızlığı yakındır, çok yaşa.' Dediklerini duyduğunda yüreğine tarif edilmez bir keder, hüzün ve korku kırıntıları saplandı.
 
Vücudunda arsız bir soğukluk dolaşmaya başladığında hafifçe titremeye başladı. Kat kat giyinmiş olsa dahi üşütecek bir soğukluktu bu. Ateşin ortasına bile otursa geçmeyecek bir üşümeydi, yüreği buzdan bir parça haline gelmişti ve oradan buram buram soğukluk yayılıyordu.
 
Bir an ayağa kalktı. O ana değin hareket etmekten aciz olan ayakları Lenora'yı dışarı attı. Müthiş bir koşma isteğiyle doluydu şimdi. Gecenin ayazı tüm sarhoşluğuyla ayaklarına dolanıyor, ipek geceliğin eteklerinden girip bacak arasından tüm vücuduna doğru süzülüyordu.
 
Bir daralıp bir genişleyen patikada var gücüyle koşuyor, çıplak ayakları; keskin taş parçaları ve kurumuş çam yaprakları yüzünden parçalanıyordu.
 
Kafasındaki belirsizlik yumağı büyüyüp çığ haline gelmeden hemen önce düşündüğü ve tüm iliklerine değin hissettiği tek bir şey vardı; evinde olmak.
 
Cildi yanmaya başladığında sisli gecenin asilliğini yararak koşmaya devam ediyordu, bir ara takılıp da düştüğünde hemen kalktı. Sanki hızından hiçbir şey kaybetmemiş gibi koşmaya devam ediyordu ama dirseklerinden bileklerine değin akan bir ılıklık canının yandığını hatırlatıyor, peşinde, bembeyaz karın üstünde koyu kırmızılıklar bırakıyordu.
 
Sonunun nereye çıktığını bilmediği bu patika yolda koşarken kulaklarına uğultuyla dolan rüzgar sesine melodik dalgaların sesi karıştığı ilk anda yapacağı şeye karar vermişti.
 
Küçük bir kulübenin hemen yanında tahtadan bir iskele denize doğru uzanıyor, bir kaç sandal çürük iplerle bağlı olduğu yerde sallanıyor, denizin iyotlu kokusu gecenin kokusuna karışıyordu.
 
İki saniye yetmişti verdiği karara. Siyah saçlarını kulaklarının arkasına itip beyaz geceliğinin ayaklarına dolanmasını umursamayarak karla kaplanmış iskelenin en ucuna kadar koştu.
 
"Ben gidiyorum Anddora, ait olduğum topraklara dönüyorum," diye fısıldadı. Rüzgar bu fısıltıyı Ryker'a kadar taşımış olacak ki genç adam Lenora'nın geçtiği yollardan hızla koşarken "Yapma," diye bağırdı. Ama bu sefer rüzgar, ormanın derinliklerine karışıp taş oyuklarının arasına sızmıştı.
 
Bir adım daha attı, uzaklardan Ryker'ın sesini işitiyordu ama bu sesi bastıran sakin dalgaların sesi daha davetkardı.
 
 Kollarını iki yanına açarken yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yayıldı ve kendini Savderra'nın soğuk, karanlık sularına bıraktı.
 
Gökteki yıldızlar siyah kağıdın üzerindeki beyaz noktalar misali suya yansıyordu; çarşaf gibi dümdüz olan okyanus, Lenora'yı içine almasıyla azgın dalgalar kıyıyı tokatlamaya başladı.
 
Buz gibi su tenini ateş gibi yakmaya başladı. Sanki cam parçaları aynı anda tenine batıyordu. Soğuk su vücudun her bir noktasını ısırıyor, kulaklarına dolan müthiş bir uğultu bütün düşüncelerini bastırıyordu. Bir an bütün damarlarının patlayacağını hissetti. Su altının garip, ahenkli ve bir o kadar da melodik bir tınısı vardı ki o an bu ses kulaklarına çok tatlı gelmişti. Garip bir huzur içini doldurduğunda yavaş yavaş gözleri kapanıyordu. Kirpikleri birbirlerine sarıldığında bedeni zarif hareketlerle suyun melodik sesine uygun dansını sergiliyordu. Tıpkı Adrienne gibi.
 
'Korkuların yüreğinden büyük değil,'
 
Lenora'nın gözleri kapanıp da olan her şey film şeridi gibi geçmeye başladığında vücudunun karıncalanmaya başladığını hissetti. Ryker, Barb, Audric, Bailey, kuyu başındaki kızlar, meşaleli adamlar..
 
Bunca zaman ota benzer bir hayat geçirmiş, kuytu köşelerde kendine yer aramış, hep göz ardı edilmiş, hatta suçlayıcı bakışların altında ezilmiş, sıradan genç bir kızken ondan istenen bu görev belki de hayatta bir yere sahip olduğunu hissettirebilirdi. Bir davaya ortak olmak belki de kaderini değiştirirdi. Uzun zaman sonra birileri tarafından hatırlanabilir, hatta hatıralarda kalabilirdi.
 
Birisi tarafından hatırlanmak onun için o kadar uzak ve yabancı bir cümleydi ki.
Birden gözlerini açtı, suyun altında ışıl ışıl parlayan mercanlara karıştı bakışları. İçi hiç bu kadar yaşamak arzusuyla dolmamıştı. Elleri yüzeye çıkmak için çırpınmaya başladığında ayak bileklerine dolanan bir şey onun bu isteğini reddediyor, onu daha da karanlığa boğmak istercesine dibe çekiyordu.
 
Ağzını açıp da bağırabilecekmiş gibi haykırmaya çalıştığında ciğerleri tuzlu suyla yanmaya başlamıştı. Boğuk sesleri denizin melodik sesini hüzünlendiriyor, biraz sonra onu boğacağı için adeta pişmanlık duyuyordu.
 
"Dayan," diye bir ses işitti çok derinden. Bu ses, o kötü kabuslarında işittiği ve ona tutunarak güvende hissettiği sesti. İşte, onu yine yalnız bırakmamıştı.
 
Nefes almak refleksiyle dudakları araladığında tuzlu su tekrardan ciğerlerine kadar doldu. Gözleri açıktı ama görmüyordu, kulakları uğultuyla doluydu ve uzuvlarını da artık hissetmiyordu. Sonunda çırpınmayı da bıraktığında ağır bir taş gibi suyun içinde süzülerek dibe batmaya başladı.
 
 
Ryker, peşinden koşan Barb'a bir kaç saniyeliğine bakıp çabuk bir el hareketiyle suya atlayacağını söylediğinde arkasında korkuyla bağırıp tahta kapılara var gücüyle vuran bir kadın bırakmıştı ama bu şu an için umursayacağı son şeydi.
 
En ufak bir tereddüt etmemiş, var gücüyle iskelenin sonuna kadar koştuktan sonra gözünü karartarak suya atlamıştı.
 
Soğuk suyun ilk şokunu yaşadıktan sonra karanlığın içinde dalgaların onu savurmasına izin vermeden Lenora'yı görmeye çalıştı.
 
Karanlık su; genç kızı çoktan kucağına almış, yavaş yavaş kundağına sarmaya başlamıştı. Onu saklıyor, hiçbir giz vermiyordu.
 
Ryker hızla yüzeye çıkıp ciğerlerini isli havayla doldurduktan sonra tekrardan suyun altına gömülürken kalbinin gümbürtüsü kulaklarında atıyordu. Nabzı hızlanıyor, korkusu gittikçe artıyordu.
 
Kolları kulaç atmaktan yorgun düşmüş çırpınamaz bir hale gelmek üzereydi ki suyun içinde süzülen beyazlık gördüğünde kanı yeniden hızla akmaya, kalbi eski ritmini kazanmaya başlamıştı. Son gücünü de kollarını akıtıp sert kulaçlar atarak gördüğü beyazlığa doğru yüzmeye başladı lakin attığı her kulaçta uzaklaşıyordu sanki.
 
Çaresiz bir çığlığın dudaklarından kaçmasıyla denizin iyotlu suyu ciğerlerine dolmaya, tuttuğu nefesi onu boğmaya başladığında bedeni su yüzeyine çıkmak için can atıyordu lakin Ryker gördüğü beyazlığa inatla kulaç atıyordu.
 
Parmak uçlarıyla tutunduğu beyazlığı çekip yüzeye doğru yüzdü. Yüzü havayla buluştuğunda, ciğerlerini hasret kaldığı havayla doldurduğunda kollarındaki beyazlar içindeki Lenora'ya baktı. Neredeyse üzerindeki gecelik kadar beyaz teninin üzerindeki ıslak; mor dudakları aralıklı, gözleri mühürlenmiş gibi kapalıydı.
 
Savderra Okyanusu derin ve tehlikeli suyuyla bilinirdi ve ikisi de neredeyse kıyıdan uzaklaşmışlardı. Ryker'ın ıslak saçları alnına yapışmış, kırmızı gözleri küçücük kalmıştı. Kalan son gücüyle kıyıya doğru kulaç atmaya başladığında bir an yapamayacağını, sonlarının bu sığ sulara hapsolacağını sandı. Titreyen kolları kulaç atmaktan ziyade çırpınıyor gibiydi ve kıyıdaki telaşlı Anddoralılar ellerini başlarına dayamış, dizlerinin üstüne çökmüş bir biçimde çaresizce dalgaların onların getireceğini umarak bekliyorlardı.
 
Birden sular sakinleşti, dalgalar hiddetini yitirip koynuna hapsettiği bu iki gence yardım etmek istercesine onları hafif hafif kıyıya doğru sürüklemeye başladı. Ay'ın önündeki bulut çekildi ve çarşaf gibi suyun üzerine güzelliğini resmetmeye başladı. Uğultu rüzgarlar korkak bir düşman gibi ormanın derinliklerine saklanırken kıyıdakiler de bağırmaya başladı.
 
"Geliyorlar! İşte, oradalar."
 
Barb aralarından sıyrılıp yumruk yaptığı ellerini kalbinin üzerine götürürken izinsiz bir kaç hıçkırık dudaklarının arasından kaçtı. Kalbi, kafesin içindeki huysuz bir serçe gibi çırpınıyordu.
 
"Battaniye getirin!" Diye bağırırken gözlerini silip öne doğru atıldı.
 
Ryker kollarındaki kızın solmuş yüzüne son bir kez bakıp sonunda ayakları kuma bastığında derin bir nefes çekti. Yanlarına gelen bir kaç kişi Lenora'yı kollarından aldıklarında boşluğun içerisine düşermiş gibi hissetmişti ki Barb yanına gelip battaniyeyi omuzlarına sarmaya başladığında zar zor "Önce Lenora,' diye mırıldanıp olduğu yere kendini attı.
 
Herkes Lenora'nın başına üşüşmüştü. Genç kızın gözleri kapalı, nabzı oldukça yavaştı. Uğultular gittikçe büyürken içlerinden birisinin "Nefes almıyor," diye bağırmasıyla Ryker ayaklarında bir dermansızlık, vücudunda amansız bir titreme hissederken olduğu yerde doğrulmaya çalıştı ama buna bile takati kalmamıştı. Olduğu yere sertçe tekrar düştüğünde Lenora'nın mavi gözleri bir anda gecesini aydınlattı. Tatlı bir gülümse hülyasını süslemeye başladığında beyazlar içindeki Lenora'nın dümdüz bir yere doğru koşmaya başladığını gördü, hissettiği muhteşem bir güçle olduğu yerde doğrulup bir kaç adım ötesindeki hareketsiz bedene ulaşmak için kalabalığı yarıp geçerek kendisini adeta yere fırlattı ve Lenora'nın başını dizleri üzerine aldı.
 
Bembeyaz yüzü tablo misali üzerinde her rengi barındırıyordu. Solgun mor dudakları birbirine yapışmış, damarları derinin altından çıkmak istercesine kırmızılıklarını belli ediyordu.
 
"Lenora," diye mırıldandı Ryker. Nefes nefeseydi ve titriyordu. Bu titreme soğuk yüzünden değildi, biliyordu.
 
"Lenora, lütfen." Diyebildi, hemen sonra dudaklarını Lenora'nın dudaklarına bastırıp ciğerlerinde ne kadar hava varsa hepsini üfledi. Islak saçları Lenora'nın körpecik yüzünde dolanıyor, teni teninin üzerine zarifçe sürtünüyordu.
 
Ardından yüzünü kaldırıp semaya döndü. Derince bir nefes çekti, tekrardan Lenora'ya eğilip dolgun dudaklarını cansız dudaklara yasladı. Parmakları burnunu sıkıyor, nefeslerini ruhuna üflüyordu. "Bütün nefeslerim senin olsun," dedi dudakları dudaklarının üstündeyken.
 
Göğsünü kabartarak tekrardan dudaklarından içeri nefesi üfleyip kendini bir yığın gibi Lenora'nın yanına atmadan hemen önce titreyen dudaklarıyla çenesini öptü. Kolları iki yanına açılırken baş parmağı Lenora'nın parmaklarına dokunuyordu. Ruhu parmak uçlarından yanındaki yığına akıyordu. Donuk bakışları gökyüzünü izliyordu ama gördüğü tek şey Lenora'nın ay gibi yüzüydü.
 
'Dudaklarımın dudaklarına böyle dokunsun istemezdim,' diye geçirirken içinden gözleri çoktan kapanmıştı. Kalabalıktan çıkan uğultu çığ gibi büyüyüp kulaklarını doldururken o hiçbir şey işitemiyordu, sarsıntılar yaşadı, vücuduna dokunan elleri hissediyordu. Ilık bir sıcaklık ayaklarını sarmaya başladığında tamamen hissizleşip kafası yanına düştü.

BATAKLIK ÇİÇEĞİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin