BÖLÜM 4 - LENORA UYANIYOR

123 32 8
                                    

BÖLÜM 4 - LENORA UYANIYOR
 
Genç kız gözleri yerinden çıkarcasına olduğu yerde tavana bakıyordu. Gözlerini o kadar büyütmüştü biraz sonra olduğu yerden pinpon topu gibi çıkıp zıplayacaktı. Sadece kuru iç çekiş sesleri yankılanıyordu odada, dudaklarını mıh gibi birbirine yapıştırmış şakaklarından akan ter damlaları göz yaşlarına karışmıştı. Titreyen vücudunu dizginleyemez bir haldeyken vücudunun bazı yerlerinde keskin bir acı hissediyordu. Birbirine kenetlediği parmakları açılmayı reddediyor, korkuyla kendini kasıyordu.
 
'Neler oluyor?' diye geçirdi aklından, dudakları şu an için konuşmaktan bağımsız, tek görevi öylece kendini sıkmakmış gibi duruyordu.
 
Ölmüş müydü yoksa? Ölmek böyle bir şey miydi? Onca hissizliğin arasındaki keskin acılar dişlerini sıkmasına sebep oluyordu. Ruhunun bedenini terk etmesi gerekmez miydi? Bunca zaman böyle anlatılmış, böyle öğretilmişti. İnandığı her şey kuru yalanlardan mı ibaretti?
 
Uyuşmuş uzuvlarını hareket ettirmeye çalıştığında kolları ve bacakları çimento kalıbının içindeymiş gibi hissetti. En ufak bir güç kırıntısı dahi bulamıyordu hiçbir yerinde. Bir bebekten farksızdı şu an, yapabildiği tek şey ağlamaktı. Yabancısı olduğu bu yerde korkmuş, savunmasız, muhtaç ve güçsüzdü. Göz yaşları boncuk boncuk şakaklarından aşağıya akmaya devam ederken izinsiz bir hıçkırık kaçtı dudaklarından.
 
Yanında bir hareketlilik oldu ama kafasını çevirip bakamıyordu. Bunu yapmaktan bile acizdi. Sadece yuvalarındaki gözleriyle izlemeye çalışıyordu olup biteni. Korkuyordu.
 
Pencereden içeriye sızan ışık, gördüğü silueti karanlığa boğarken genç kız gözlerini bir kaç kez kırpıştırdı. Siluet yavaşça ona doğru yaklaşıyor, öne doğru uzattığı ellerindeki parmakların her birisi ona doğru uzanıyordu, çığlık atmak istedi ama dudaklarını araladığında suyun altındaymış gibi tek bir ses çıkaramazken nefessiz kaldı.
 
Biraz sonra hızla nefes alıp verirken vücudu daha fazla dayanamadı ve sürekli olarak kırpıştırdığı göz kapaklarını en sonunda tamamen kapadı. Nefesleri tek düzeye inerken göğüs kafesi de olduğu yere sinmeye başladı. Parmakları yavaş yavaş açılmaya, peşi sıra gelen göz yaşlarının en sonuncusu da şiltedeki yerini bulduğunda Ryker derin bir nefes alıp omuzlarını düşürdü.
 
Korkuyla dolanlardan birisi de Ryker'dı. Kesik kesik aldığı nefesleri ciğerlerine yetmiyordu. Teni rengini kaybetmiş, uzuvları görevini yitirmişti. Dudaklarından titrek bir nefes kaçarken terden alnına yapışan saçlarını elinin tersiyle itti. Doğrulduğunda kalbi hala aynı şiddetle atıyordu, çenesi ritmik bir şekilde titremeye devam ediyor, düşüncelerini ipsiz dipsiz kuyulara çekiyordu.
 
"Neler oluyor?" Ryker, Barb'ın sesini duyduğunda omuzlarını düşürüp arkasına döndü. Parmak uçlarına değin mayhoş bir ılıklık yayılırken iki koca adımla salonun ortasında dikilip anlamsız bakışlarla ortalığı süzen Barb'ın yanına gitti.
 
"O," diyebildi sadece, ardından yutkunup gözlerini kapadı. Çenesinin titremesi dinmişti ama korku, hala aynı yakıcılığıyla kalbini sarmalamaya devam ediyordu. "O, uyandı."
 
Barb esmer teninin üzerinde kalemle çizilmiş gibi duran kaşlarını yay gibi yukarıya gerdi. Bunu yaptığı için gözleri de kocaman bir hal alırken burun delikleri açılıp kapanıyordu. Dolgun alt dudağını dişlerinin arasına alırken yumruklarını beline dayadı. Bu olay onun da beklediği bir şey değildi.
 
"Ne tepki verdi?" diye sordu şaşırtıcı bir sakinlikle, Ryker avuç içlerini yanaklarına dayarken zorla konuştu. "Sadece ağladı. Ve.." dedi ama cümlesini devam ettiremedi. Bakışları aynı hareketsizlikle divanın üstünde yatan kızı bulduğunda derin bir nefes aldı. Sanki az önce korkuyla titreyen, yanaklarını ıslatan o değilmiş gibi sakince uyuyordu. "..çok korktu." diye tamamladı cümlesini ama hala eksik bir şeylerin olduğunu hissediyordu.
 
"Onu ilk kez o çikolata dükkanında gördüğümde düşündüğüm ilk şey ne kadar da güzel olduğuydu. Yapay ışıklar altında en doğal haliyle etrafına gülücükler saçmaya çalışıyordu ama gördüm; gözlerinde gördüm, bir şeylerin onda eksik olduğunu," Genç kıza doğru bir kaç adım attı ama hemen sonra mayının üzerine basmış gibi adımını olduğu yerden kaldırmadı.
 
"O gün gördüğüm korku hala göz bebeklerinde yaşıyor."
 
Barb hiçbir şey söylemeden genç kızın yatağına gitti. Göğsü sakince inip kalkıyor, hafif aralıklı dudaklarından sıcak nefesleri tütüyordu. Avuç içlerini önce alnına, hemen sonra yanaklarına dayadıktan sonra telaşla Ryker'a döndü. "Ateşi çok yüksek!"
 
Ryker ellerini ensesine götürüp gergince kaşıdı. "Ne yapacağız?" Barb bir dakika bile vakti yokmuş gibi yüksek sesle konuştu. "Hemen şu kaseye kar doldurup getir."
 
Ryker odanın içinde hızla hareket ediyordu. Tahta kapıyı açtığında soğuk; kapıda bekleyen aceleci bir misafir gibi odaya doldu. "Ört hemen!"
 
Genç kızın nefesleri sesli hırıltılara dönerken Barb cam kavanozdaki saydam sıvıyı tahta kaşığa dolduruyordu. "Bu seni iyileştirecek, güzelim," dedi göz ucuyla bakarken. Bu sırada kapı tekrardan sesli bir şekilde açıldığında koca bir kase karla birlikte Ryker da hemen tezgaha geçip tokmakla karı dövmeye başladı.
 
"Çıkan suyun içine kekik otu koy," diye bağırdı Barb, bir yandan da kaşığı genç kızın aralıklı dudaklarının arasına sokmaya çalışıyordu. Ryker hemen sonra kardan çıkan suyun içine temiz bir bez koyup divanın yanındaki yerini aldı. Genç kızın bembeyaz teninin üzerinde yer yer soluk kırmızılıklar hakim olmuş, aralıklı dudakları körpecik lavantaların rengine bürünmüştü. "Ateşlenmesi normal. Önemli olan kontrol altına almak." Dedi Barb yanındakinden ziyade kendini sakinleştirmek istercesine. Ryker kansız ellerini alnına yasladığında bir anda genç kızın ateşinin buram buram vücuduna aktığını hissetti.
 
Kasenin içindeki bezden damlayan su damlalarını etrafa saçmadan sıcak tenine örttü. Genç kız hafif bir şekilde irkildikten sonra mırıltılarının arasına anlamlı kelimeler karışmaya başladı
 
"Ölmek istemiyorum."
 
Refleks olarak avuç içlerini genç kızın yanaklarına bastıran Ryker "Sana hiçbir şey olmayacak." Diye mırıldandığında karşısındakinin duymayacağını varsayıyordu lakin genç kız, içine düştüğü kabusta kısık bir melodi misali duyduğu bu yabancı sese tutunmaya çalışıyordu.
 
"Bu sefer bezi bağrına koy, yaraya dikkat et!" Dediğinde Ryker son derece dikkatli bir şekilde bezi genç kızın vücudunda gezdiriyordu.
 
Barb tahta kaşığı bırakıp elinin tersini kendi alnına dayadığında diğer elini de Ryker'a doğru uzattı. "Kaseyi ve bezi bana ver. Sen uyumaya git."
 
Ryker, Barb'ın söylediğini duymazdan gelirken bezi tekrardan soğuk suyun içine daldırdı. Bu sırada Barb divanın etrafından dolanıp genç oğlanın başında dikilirken tek bir hamlede bezi elinden çekip aldı.
 
"Sağır mısın?" Diye sorduğunda yine cevap alamadı. Bakışları genç kızın yüzünde dolanıyordu. Göz kapaklarının altında misket tanesi gibi hızla hareket eden gözleri oldukça atraksiyonlu bir rüya gördüğünü gözler önüne seriyordu.
 
"Hey!" diyerek Ryker'ı omuzundan tutarak sarstığında derin bir uykudan uyanır gibi hızla etrafına bakındı ama hemen sonra Barb'ı gördüğünde yutkunarak olduğu yerde bir kaç geri adım atarken sendeledi.
 
"Ryker, iyi misin?" diye sordu Barb odağını bir an genç kızdan ayırıp karşısındaki gergin oğlana dönerek. Uykusuzluğun getirdiği gerginlik bütün vücudunu ele geçirmeden önce düşündüğü tek şey genç kızın gözleriydi. Mavi gözleri durgun bir deniz misali hissizlik perdesinin arkasına sığınıyordu lakin derinliklerindeki yoğunluğu ve korkuyu hissedebiliyordu.
 
"İyiyim, uyumaya gidiyorum ben," deyip ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdıktan sonra Barb'a dokunmadan yanından sıyrıldı. Hemen sonra Barb onun bu halini uykusuzluğa yorup yardım için Bailey'e seslendikten sonra şöminenin ateşini yakmaya koyuldu.
 
"Hep bunun olmasını dilemedin mi minik çocuğum?" Ses tüm yakıcılığıyla kulaklarından çok bedenine dolar gibi etrafını sarıyordu.
 
"Dileklerinden bir tanesi tüm bir dünyaya sesini duyurmak değil miydi?" Genç kız yutkundu. Boğazı kupkuruydu ve her bir yutkunmada boğazının etrafını dikenli tellerin sardığını ve yavaş yavaş sıkmaya başladığını hissediyordu. Hızla kafasını sağa sola çeviriyor, karanlık ormanda kuru ağaç dallarının rüzgarla yaptıkları korkutucu dansın dışında bir şey görmeyi umuyordu. Ses biraz daha yükseldi.
 
"Yeryüzündeki ve gökyüzündeki bütün yıldızların senin etrafında dönsün istemedin mi?" Ses sakinliğini yitirmek üzereydi. Nereden geldiğini anlayamadığı için korkusu artıp iliklerini sarmaya başlamıştı. Olduğu yere çöküp başını dizleri arasına koyarken kulaklarını kapattı.
 
"İşte sana fırsat küçük kızım," Ses sanki ensesinden fısıldıyordu. Tenini okşayan nefes geçtiği yerlere buz gibi bir hissiyat armağan ediyordu. "Bütün bir halkın geleceği senin minik ellerinde. Göster onlara." Genç kız gözlerine dolan yaşları hızla akıtırken sürekli olarak bastırdığı ama artık engel olamadığı o çığlığı bütün bir ormana duyururcasına attığında ormanın diğer ucundaki ceylanlar ürkerken sincaplar kafalarını uzattıkları ağaç kavuğuna yeniden sığındı. Herkes sığınacağı yeri biliyordu. Lenora dışında.
 
"Uyanıyor sanırım," Bailey parmak uçlarında yükselip genç kızın yüzünü görmeye çalıştı ama bu hala yeterli değildi. Suratını ekşitirken Barb'a döndü. "Sana diyorum," dedi kaşlarını çatarken ama pek başarılı olduğu söylenemezdi. En sonunda ellerini genç kızın koluna koyup sarstığında "Hey, uyandın mı?" diye bağırdı.
 
Barb eliyle oğlanı durdurup kaşlarını çatarken. "Hey, yapma sakın," diye çıkıştı.
 
Bailey muzurca davranmayı hayat felsefesi olarak benimsediği için annesinin söylediklerini ciddiye almayıp genç kızı dürtmeye devam ettiğinde Barb elindeki tahta kaşığı Bailey'in kafasını hedef alarak hızla fırlattı.
 
Tahta kaşık hedefe ulaşıp görevini layıkıyla yerine getirdikten sonra yeri boylarken Bailey ellerini kafasına götürdü.
 
"Sana yapma demiştim." Dedi kaşlarını inatla daha da çatarken.
 
Bailey vücudunu saran öfkenin kontrolünü kaybedip gözünü bürüyen hırsla olduğu yere tekmeler savurup annesini hedef göstererek bağırmaya başladı.
 
"Hiçbir şey olmayacak. Boşuna uğraşıyorsun." Öne doğru bir kaç adım atıp genç kıza yaklaşırken öfkesi daha da hiddetleniyordu. "Bu boktan kız hiçbir şeyi beceremeyecek, yaptığınız şeylerin hiçbir anlamı yok."
 
Barb bir kaç büyük adımla Bailey'in yanında yerini alıp avuç içlerini ağzına bastırdı. "Sus," Bailey ağzını kapatan ele rağmen bir şeyler söylüyor, cümleleri boğuk da olsa anlaşılıyordu.
 
"Bu koz hocbor soy yopomoyocok."
 
Barb ellerini daha da sıkarken cümlesini yeniledi. "Sus diyorum artık sana Bailey." Parmakları öyle sıkılaşmıştı ki kolları arasındaki çocuğun nefessiz kaldığını henüz daha fark edememişti.
 
Bailey susmuştu, şimdi annesinin ellerinden kurtulmak için çabalıyordu. En sonunda galip gelip sarmaşık gibi kollardan kurtulurken öfke dolu gözlerle bakmaya başladı.
 
Bu sırada genç kız gözlerini yavaşça aralıyordu. Önce bir kaç kez kırpıştırdı, biraz sonra tamamen kapayıp tekrardan araladı. Göz pınarlarının kaşındığını hissediyordu. Yanakları alev misali yanıyor başına yerleşmiş olan tarifsiz bir ağrı uzuvlarına doğru yayılıyordu.
 
Olduğu yerde doğrulmaya çalıştı ama bir şeyler onu yattığı yere doğru çekiyordu ve bu çekime karşı kuvvet uygulamak şu an için onu aşan bir şeydi.
 
Barb ve Bailey tartışmalarına bir son vermişler, ikisi de az önce hiçbir şey yaşanmamış gibi yüzlerine yaydıkları belli belirsiz bir gülümsemeyle genç kızı izliyorlardı. Başını hareket ettirebildiğini fark eden genç kız yavaşça soluna döndüğünde kendisini izleyen iki çift şaşkın gözlerle karşılaşmış, o da en az onlar kadar şaşkın ve daha baskın bir korkuyla karşısındakilere bakmaya başlamıştı.
 
Barb, gözlerini genç kızdan ayırmadan ellerini Bailey'in omuzlarını koyup itmeye başladı.
 
"Koş, Ryker'ı uyandır."
 
Bailey hiçbir şey söylemeden merdivenlere doğru koşmaya başladı. Bu sırada genç kızla baş başa kalan Barb son derece yumuşak ve ılımlı bir ses tonuyla konuştu. "Merhaba tatlım."
 
Genç kız sadece bakıyordu. Çıplak teni tablo gibi üzerinde mor ve kırmızılıkların baskın olduğu bir tuval misali kendisini sergiliyordu. Boynu incecik kalmıştı. Her şeyden bir haber öylece duruyordu. Barb boşluğuna gelip bir cümle daha kurdu. "Çok güzel görünüyorsun."
 
Bu sırada oldukça gürültülü bir şekilde merdivenlerden inen Bailey'in arkasında ona nazaran daha sessiz ve çekingen olan Ryker göründü. Basamakları indi, en sonuncusunda ise durdu. Genç kız görüş alanına girmişti.
 
Barb başını çevirip Ryker'a baktığında neredeyse gülümseyerek konuştu. "Uyandı."
 
Genç kız da bakışlarını Barb'ın baktığı tarafa çevirince ne zamandır tuttuğu yaşları boncuk olup akmaya başladı.
 
"Tatlım, korkma lütfen." Deyip genç kızın elini tutan Barb sakinleşmesi için çabalıyordu ama genç kız bu çabaya ortak olmak istemiyordu.
 
"Ryker'ı görünce ağlıyor," diyen Bailey somyanın ucuna oturdu. Bu sırada Ryker'a uzaktan bir bakış atan Barb "Alakası yok," diyerek söylediklerine çıkıştı.
 
Genç kız söylenen hiçbir şeyi anlamıyordu. Bakışları oradan oraya dolanıyor, hissettiği duygu karmaşası içerisinde boğuluyordu.
 
Ryker en sonunda bir kaç büyük adımla somyanın başına gelip Barb'ın yanında dikilmeye başladı. "Söylediğin hiçbir şeyi anlayamaz Barb," dedi uyku mahmurluğu dolu sesiyle "Henüz dilimizi bilmiyor."
 
Barb ihtiyatla kafasını aşağı yukarı sallayıp mırıldandı. Az önceki heyecanından eser kalmamıştı. "Doğru ya, biz bunu nasıl akıl edemedik. Nasıl iletişim kuracağız?"
 
"İzle," diyen Ryker bir kaç kez öksürüp olduğu yerde rahatsız bir kaç adım attı. Artık kızın tam göz bebeklerine bakıyordu. Solmuş teninin üzerinde boncuk misali gözleri neredeyse titreyerek karşısındaki yabancıyı izliyordu.
 
"Merhaba," dedi gülümseye çalışıp. Tam o an genç kızın hissettiği rahatlık görülmeye değerdi. Gözlerini yavaşça açıp kapamış, bu sırada bir kaç izinsiz damla gözlerinden akmıştı. Dudaklarını büküp karşısındakinden bir şeyler duymayı umdu.
 
"Korkmana gerek yok. Anddora'dasın. Güvendesin. Biz sana zarar vermeyeceğiz." Barb, kulağa oldukça ahenkli gelen bu dili sevmişti ama hiçbir şey anlayamadığı için Ryker'ın söylediklerini merak etmişti. Oğlan konuşmasını bitirince hemen "Ne söyledin?" Diye sordu.
 
"Korkmaması gerektiğini." Diye kestirip attı Ryker.
 
"Ben öldüm mü?" Genç kızın bir anda sorduğu bu soru Ryker'ı oldukça şaşırtmıştı. Yüzünü genç kıza dönen Ryker tam dudaklarını aralamıştı ki tekrardan kapadı.
 
"Öldüm değil mi?" Dedi titreyen çenesiyle. Sesi uzun zamandır konuşmadığı için oldukça zor ve güçsüz çıkıyordu. Bakışları karşısındaki oğlanın dudaklarına odaklanmıştı. Umduğu şeyi duymayı bekliyordu.
 
"Hayır, ölmedin." Dedi Ryker alt dudağını yalayıp devam etti. "Sana her şeyi açıklayacağım. Sen sadece dinlenmene bak." Genç kız istemediği halde gözlerini kapattı.
 
Demir tokmağın tahta kapıya hızla çarpmasıyla odaya tok bir ses hakim olmuştu. Ryker ve Barb birbirine bakarken Bailey de kapıya gidiyordu. "Sen dur," dedi Ryker tek elini havaya kaldırıp, "Ben bakarım," deyip bir kaç büyük adımla kapıya gidip açtı.
 
Dor Audric, tüm heybetiyle neredeyse kapıyı dolduruyordu. Bakışları son derece keskin, yüzü buz gibiydi lakin Ryker'ı gördüğünde dudaklarına ufak bir gülümseme yaydı.
 
"Dostum," dedi Ryker kapıdan çekilirken. "İçeri gel."
 
Audric, postallarını eşikte bir kaç kez birbirine vurup içeriye adımını attı. Kapıyı kapatırken meraklı bir kaç Anddoralı'nın içeriyi görmeye çalışması dikkatinden kaçmamıştı.
 
Kürkünü çıkarma zahmetinde bulunmadan şömineye en yakın yere oturan Audric kasketini çıkarıp kucağına alırken eliyle saçlarını yatıştırıp otoritenin hakim olduğu sesini odaya doldurdu.
 
"Nasıl gidiyor. Kızın durumu nasıl?"
 
Barb ile Rkyer birbirine baktılar. Hemen sonra beklemeden Barb konuşmaya başladı. "Bugün itibariyle uyanmıştır efendim." Audric kaşlarını kaldırıp arkasına yaslanırken dudaklarına da yarım bir tebessüm yerleştirmişti.
 
"Bugün için aldığım en güzel haber," deyip derin bir nefes aldı. Bakışları hiddetle yanan ateşi bulduğunda konuşmaya devam etti. "Biliyorsunuz ki çok az bir zamanımız kaldı. Birlik Günü yaklaşıyor."
 
Ryker Audric'in yanına oturup eliyle dizini sıktı. "Merak etme dostum. Her şey tıkır tıkır işliyor."
 
Audric'in göz bebeklerinin içinde dans eden alevler kalbinin ortasına yakılan meydan ateşinin bir yansımasıydı sanki.
 
"Biliyorum," deyip ayağa kalktı. Zeminde yankılanan adımları tahta parçalarını gıcırdatıyordu.
 
Genç kızın başında dikildi. Bir kaç dakika boyunca ölü gibi yatan genç kızı izledi. İşaret parmağını yanağına sürttüğünde hafifçe inledi ama hemen sonra "Çok güzel bir kızmış," dedi.
 
"Barb, sana iki ay veriyorum. İki ay içerisinde bu kızı eskisinden de iyi et," Barb saygıyla eğilirken Dor Audric odadaki herkesin gözlerinin içine tek tek baktıktan sonra tahta kapıyı araladı ve kendini karanlığın kollarına bıraktı, hemen sonra üzengilerden çıkan ses ve atın sessiz sokağı inleten kişnemesiyle gittiğini anladılar.
 
Barb işlerini bitirmiş, ateşin başında bir şeyler örerken Ryker da lavanta suyuyla genç kızın yüzünü siliyordu.
Mendili bir kez daha suya sokup sıktıktan sonra alnında gezdirmeye başladı.
 
Genç ķız çok farklıydı ve bu farklılık eşi bulunmaz bir güzellik yaratmıştı. Belirgin yuvarlak yüz hatlarına sahipti, hokka burnu yüzüne nazikçe yerleştirilmiş gibiydi. Dolgun dudakları daha da şişik duruyordu. Teni o kadar beyazdı ki damarları neredeyse derisinin altından görünecekti, ama iyileşmeye yüz tutmuş yaraları henüz daha geçmiş değildi.
 
Anddora'nın kızları çok daha farklıydı. Her birisi iri gözlere ve iri burunlara sahiptiler. Soğuk yüzünden pul pul olmuş derilere; kuru, çatlak dudaklara ve ayrık dişlere rağmen uzun boyları ve sağlam uzuvlarıyla birlikte savaşçı kimlikleriyle bilinirlerdi. Ryker'ın ilgisini hiçbiri çekmezdi ama içlerinden bir tanesi vardı ki..
 
Mara, bir zamanlar sevdiği kadın. Ryker ona her şeyim derdi. Onu Batık Ormanı'nda gördüğü an kalbinde başlayan ve tüm vücudunu saran aşk ateşinde yanmaya razıydı.
 
Yarı baygın bir şekilde, sazlıkların dibinde, çamura bulanmış bir halde bulmuştu onu. Kucakladığı gibi Barb'a getirmişti. Ona burada bakmışlar, bütün yaralarını iyileştirmişlerdi. Bu sırada aralarındaki çekim körpecik bir aşk doğurmuş, ikisini de sarıp sarmalamıştı. Bu aşk bütün Anddora'nın diline dolanmış, her genç kız bu aşka imrenmişti. Herkes onların destansı bir düğünle evlenecekleri günü konuşuyordu.
 
İki ayrı bedenin tek bir vücut olduğu bu aşkta arada ne sır kalmıştı ne dert ne de tasa. Biri diğerinin derdini derdi bilirdi. Sorunlara çözüm ararlar, birbirlerinden hiçbir şey saklamazlardı. Ta ki Mara'nın casus olduğu öğrenilene kadar.
 
Mara, Anddora'nın şehir düşmanı olan Eva Şehri'nin casusuydu. Büründüğü kimliğiyle Ryker'ı kendine aşık etmiş, öğrendiği her şeyi şehrine iletmişti. Yıllardır üzerinde çalıştıkları Eva’ların şehirlerini ele geçirme planları bu şekilde ifşa olmuştu. Anddora'nın geleceği tehlike altına girerken Ryker çaresizlik içerisinde boğuluyordu. Önce sevdiği kadının casus olduğunu öğrenmiş, hemen sonra Anddora'yı saldırıya açık bir hale getirmişti. Kendini affedemediği bir gün canına kıymayı düşünürken Audric’in aklına başka bir plan gelmişti. Birlik Günü.
 
Yapması gereken şey Lenora Bennet'i Anddora'ya getirmekti

BATAKLIK ÇİÇEĞİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin