okulda kimsecikler yokken sekiz saatlik kış tatili provalarını çekilebilir kılan başlıca şey, her prova sonrasında partiliyor olmamızdı. uykusuzluk ve ucuz alkolle vücudumuza verdiğimiz ortalama zararı hesaplama konusunda başarılı sayılmazdım, zaten yirmili yaşlarının başında ya da hâlâ onlu yaşlarının bitmesini heyecanla bekleyen bir avuç genç yetişkinden ibarettik. tatilin getirdiği akademik boşlukla yapılabilecekler listesinde sadece eğlenmeyi tutuyorduk.sahnenin odağı olmaya ve ilgiye aç tarafımın okulun ilk haftasında sevgilimin beni itekleyerek tiyatro kulübüyle tanıştırması, gereğinden fazla heyecanlı ve çekingen diğer tarafımı sarsmıştı. burası hayal ettiğimden çok daha disiplinli bir yerdi, provalara geç kalmak arkasından tüm kulüp tarafından ifadenizin alınmasını ve sosyal baskıdan kafayı yemenizi gerektiriyordu. sahnede olmanın korkutuculuğu parlak ışıkların küçük bir oda tiyatrosunda suratınıza vuruyor olması da bahsettiğim diğer tarafımın kalp krizi geçirmesine sebep olan ikinci konuydu. yine de burası hayatımda en çok eğlendiğim, rol yapsam bile en özgür olduğum yerdi. bir kere etrafımdaki kimse rol yapmayı bıraktığımda olduğum kişi için beni yargılamıyordu; heyecanlandığım için titreyen sesime, prova molası aldığımızda britney spears şarkılarıyla çılgınca twerk yapmama ya da vücudumu, ağırlık merkezim omuzlarımdan gökyüzünün uçsuz kısımlarından birindeymiş gibi sallanmadan konuşmayı beceremeyen halime küçümser ifadeyle bakan birilerini gördüğümü hatırlamıyordum. tanımadığım bir şehirde ve bok gibi bir yurtta hayatımı geçirirken otuz kişilik bu ekibin içinde aradığım sıcaklığı bulmam ve buna tutunmam tahmin edilebilirdi. ancak bir yandan da tamamen aptallık ettiğimin farkındaydım, herkese güvenmem için çok kısa bir süredir buradaydım. pişman olacağım düşüncesi aklımın bir köşesinde duruyordu ama böyle bir ortamda sıcak hissetmeden edemiyordum.
yine bir prova sonrası yavaş adımlarla arkadaşlarımı takip ediyordum. kafamın içi tamamen sevgilim hakkındaki kaygılarımla doluydu, üniversitenin ilk senesinde sevgili yapan o salak ve hormonlu fırlamalardan biriydim ben de. ben onunla dolu düşüncelerimle boğuşuyordum ya, muhtemelen şu an onun umurunda bile değildim. o benim aksime provaların arkasından yurda dönüyordu, ben partiliyordum ve görüşebileceğimiz zaman ancak sıkıldığınızda halıdaki desenleri saydığınız andaki kadarlık tatmin seviyesine çıkabiliyordu. son zamanlarda beraber yaptığımız tek şey gizlice birbirimizin odasına girip biraz yiyişmek, elini pantolonumdan içeri sokması ve benim keyifsizce bana yolladığı parmakları kabul etmemdi. alacağım ucuz zevki içimde her şey bittikten sonra korkunç bir sıkıntı uyardığı halde reddedemiyordum. reddedemiyordum çünkü anlamıyordum, bu halimin sebebini ben de bilmiyordum. birinin beni arzulaması fikri heyecanımı yerine getirse de artık onu eskisi kadar sevmediğim düşüncesi yaptığım her şeyin yanlış olduğunu ve bok gibi birisi olduğumu yüzüme vuruyordu. muhtemelen o da beni eskisi kadar sevmiyordu, sadece ilgi çekici bir vücudum vardı ve ona hiçbir zaman hayal ettiği kadar aç ve açık yaklaşamamıştım. gizlenmiş büyümü ve süslü kelimeleri bir kenara attığımda ne kadar derin olduğumu merak falan ediyor olmalıydı. artık duygusal olarak bambaşka boyutlarda yaklaşıyorduk birbirimize. söylediklerim körelmesinden korktuğum vicdanıma verdiğim tesellilerden ibaret sayılmazdı ama ondan ayrılacak gücü de kendimde bulamıyordum.
ve belki de en önemlisi, bu boktan halimizin bütün suçlusu olarak kendimi görüyordum. bu benim ilk ilişkimdi, toydum ve yönelimlerimden dolayı yıllarca yargılandıktan sonra bu kadar geniş bir özgürlüğe kavuşmuş olmak hareketlerimi kontrol edemememe sebep oluyordu. ortalama bir asya ülkesinin homofobiklik düzeyine kıyasla bu kadar rahat bir üniversitenin sunduğu özgürlüğe kavuşmak, itiraf etmesi zor olsa da dengesizliğimin sebebiydi. ayrıca insanların beni üniversitenin ilk senesinde yaptığım başarısız bir erkek tercihinden yargılamasından korkuyordum. dışarıya ne kadar harika bir ilişkim var imajı çizersem sarsılmaz gururumu o derece parlatabilecektim.
kısacası tamamen saçmalıyordum, daha kötüsü de bunun farkındaydım. ergenliğimin biyolojik olarak son yıllarını korkaklığımla beraber boka sardırıyordum.
kötüye gitmeyen tek şeyse şu an sekiz kişi binmeye çalıştığımız bu arabanın içindeki arkadaşlarımdı. öne oturma hakkını jeongin arabayı süren chan hyungun sevgilisi olmasından mütevellit bize kaptırmamıştı. biz de kalan altı kişi olarak arkaya sıkışmaya çalışıyorduk, bu kadar yoğun testosteron salgılayan altı canlının buraya sığması kimseye mümkün gelmiyordu. yine de deniyorduk, bir de sürekli küfür yiyordum. arka koltuğun boy ortalamasının üzerinde olmam, alan tasarrufu planımız için birazcık pürüzlüydü. bana söylenmelerini memnuniyetsiz gözüken, yalancı ve oldukça dramatik yüzümle cevaplandırırken mükemmel uzun bacaklarımı kucağımdaki felix'e dolayıp onu orta koltukta kucağıma daha yukarı yerleştirmiştim. hemen solumda changbin hyung somurtarak seungmin'in kucağındaydı. sağımdaysa minho hyung, ayakkabılarını çıkarmış ve çoraplarını ön koltuktaki jeongin'in burnuna yaklaştırmaya çalışan jisung'a koltukluk yapıyordu. sağ koluma sürten kolu, kollarımız çıplak bile olmamasına rağmen kalın kıyafetlerimin altından tüylerimin diken diken olmasına sebep oluyordu. sürekli beraberdik, her an karşı karşıyaydık ama üzerimde anlamlandıramadığım bir etkisi vardı. ayrıca tanıdığım en sinir bozucu insanlardan biriydi. benden daha uzun süredir bu kulüpteydi ve takdir edersiniz ki diğerleriyle benden daha uzun süredir arkadaştı. bunların dışında yakışıklıydı, komikti, eğlenceliydi, mükemmel bir tiyatrocuydu. ona her baktığımda içime dolan kıskançlıktan söz etmiyordum bile. bu yüzden bana temas ettiği her an içime rahatsız edici bir duygu topunun büyüdüğünü hissediyordum, midenizin gıdıklanması ya da boğazınızda hiç geçmeyen bir gıcık olması gibiydi bu. bütün bunlara rağmen ona karşı bile kalbimde güven tohumları ekiliydi, başta söylediklerimi inkar edemezdim; buradaki herkese bir dönemde güvenmeye başlamıştım.
benim içinde kaybolduğum fikirleri susturmaya çalışmam, chan hyungun bizi soktuğu edm zehirlenmesi, jisung'un çorapları hakkında yapılmış kokulu espriler ve jeongin sahte öğürmelerinin sonunda ucuz barlar sokağına girdiğimizde arabadan nasıl ineceğimizi düşünüyordum. kapılar açıldığı anda yere yuvarlanarak havalı bir giriş yapmamız muhtemeldi. sevgilimi habersiz bırakmanın verdiği buruk vicdan azabına, buruk ayak bilekleri de eklenebilirdi her an. ona buraya geleceğime dair haber vermemiştim, çocuklarla sadece biraz takılıp yemek yiyeceğimizi sanıyordu. zaten ben de haber falan vermek istemiyordum ki! üzerimde birinin sorumluluğunun olmasının bana uygun olmadığını fark etmek için geç kalmıştım. bugün bütün bunlardan kaçmak ve içmek için harika bir gündü. ne aklımın içinde beni yiyip bitiren erkek arkadaşımı ne de kıskançlık hissinden beni deliye çeviren minho hyungu düşünecektim.
ha bir de, harika bir gün demişken cüzdanımın ay sonunda benden nefret etmesi için de öyle bir gündü tabii.
SLMMMLAR BEN KÜÇÜK HARF DENİYORUM VEEE EĞLENCELİ BİR ŞEYLER YAZMAK İSTEDİM DAHA ÖNCE YAZMADIĞIM BİR TÜR O YÜZDEN VAZGEÇMEKTEN KORKTUĞUMDAN NE YAZDIĞIMI KONTROL ETMEDİM GÖRÜŞÜRÜZ MUAH
ŞİMDİ OKUDUĞUN
so what|| hyunho
Teen Fictiongökkuşağı olacak bir gün yaşam tüm erkeklerin altından geçtiği.