Elimi uzattığım yollar karanlık çıktı. Sevdiğim insanlar hain, gelecek bir uçurum oldu. Gittikçe o uçuruma düşecektim. Koca bir çırpınışta geçmişe ışık yolladım. Bu benim en büyük çabam, tek çıkışımdı. Ya o ışık geleceği mi aydınlatacaktı, yada alacakaranlık yapacaktı. İç çektim, sevmediğim duvar oldum, hayat oldum ve ben artık ben olmadım. Ben, sadece ben değildim. Ben bizdim, ailemdim ve arkadaşlarımdım. Şimdi ise sadece gelecek için çalışır oldum. Şuan için yaşayan ben mecbur bırakıldım! Bunu kimse yapamadı, yine ben yaptım. Sadece benim kendimle oyunum, kaderin oyunuydu. Çırpınmak zor geldi, düşerken elimi karanlık kavradı. Bir hışımla kendine çekti. Ya ben karanlıkta ışık olacaktım, yada karanlık beni içine çekecekti. Derince nefes aldım ve herkesin yolunu takip ettim. Bu nasıl mı mümkün oldu, çünkü ben sadece bugünü düşünerek yaşadığımı biliyor. Kimse artık geleceği düşündüğümü göremiyor. Sessizce bir yılana dönüştüm, kimse sorgulama gereği duymadı. Yada olmuştur, belki de karşılıklı çehrelerimizi ezberlemiş birer senorya yazıyoruzdur. Ya benim kalemim iz bırakacak, yada bizim senoryomuz oynayacak. Karşılıklı dans eder gibi kıvrak vücut ve ritimle bir kötülük, bir iyilikle uyum sağladım. Sıcak nefesleri içimi yakarken , ateş püskürmek istedim. Hepsine haddini bildirmek istedim ama onlar sadece bugün de yaşarken nasıl yarının hesabını sorabilirdim? Ben kahinliğin en büyük adımını yarın atarken, bugüne yansıdı ve gözlerim kamaştı. Bilmiyorum geleceğin ışığını tamamını mı eve almak gerekir, yoksa pencere mi açmak gerekir. Perdesiz pencere de olmazdı. Güneş de bana isyan etmeyecek miydi? İndir şu perdeleri bırak ben doğunca sende hisset, uyan sadece bana uyan Alex! Demez mi? Ateşe karşı da buz olamam ki? Buz olsam da elbet eririm. Bu alacakaranlık o kadar çıkmaz ki..