beş yıl geçti. taeyong ve ten büyüdü. vücutları gelişti, düşünceleri gelişti. yüz hatları belirginleşti.
neler yaşadıklarını hiç durmadan anlatmaya başlasam bir haftada bile bitiremem. yine de bahsetmek lazım.
en son bıraktığımızda ikisi de üniversite birinci sınıftı. şimdi taeyong bir doktor ve ten de bir avukat.
beş yıl boyunca, aynı lisede yaptıkları gibi sürekli birbirlerine destek olup teşvik ettiler. sırf birinin yarına sınavı olduğu için ve çalışması gerektiği için ikisinin de uyumadığı zamanları say say bitiremem.
üniversitede bir sürü arkadaş edindiler, partilere gittiler, kamplara gittiler. ama birbirlerinden çok kimseyi sevmediler. kimseye ilişkilerinden de bahsetmediler.
çok şey feda etmişlerdi, kimsenin bunu bozmasına izin veremezlerdi. beş yıl boyunca her gün ve gece birbirlerini sevdiler. hem okul hem iş derken ayağa kalkamayacak gibi hissettirecek kadar yorgun günleri oldu ama diğerinin bir öpücüğüyle iki güzel sözüne kandırdılar kendilerini.
o ilk geldiklerinde içinde sadece eski bir koltuk olan, soğuk ve karanlık evi klişe bir deyimle "yuvaya" çevirdiler. o zamanlar ten'e göre gri olan ev, şimdi turkuazdı. sıcaktı ve aydınlıktı.
evlerini taeyong da ten de çok seviyordu. bu ev onların en iyi arkadaşıydı sanki, bu ev sayesinde ilerleyebildiler. bu eve her zaman minnettar kalacaklardı ama artık gitmeleri gerekiyordu.
taeyong ve ten eğitimlerini bitirdikten sonra burada staja başlamışlardı, bu yüzden kütüphane ve kafedeki işlerini bırakmışlardı. stajdan aldıkları para daha iyiydi. zaten ikisinin çok masrafı yoktu. bu yüzden para biriktirmek konusunda hiç sıkıntı yaşamamışlardı.
üniversitenin ikinci yılında bir motor almışlardı. okula artık onunla gidip geliyorlardı, ten ne kadar taeyong'la olduğunda görmezden gelebilse de motordan pek haz etmiyordu bu yüzden tek başına bir yere giderken hâlâ bisikletini kullanıyordu.
para biriktirmeye devam etmişlerdi. sonunda ikisi de stajını tamamladığında iki günlüğüne new york'a gidip kendilerine ev beğenmişler ve satın almışlardı.
ev zaten mobilyalıydı, taeyong ve ten özenle bakıp gerçekten beğenerek seçmişler sonra da busan'a geri dönmüşlerdi.
şimdi de yarın sabah kalkacak olan uçak için hazırlanıyorlardı. daha doğrusu taeyong yatakta yatmışken ve ten de yerde bağdaş kurarak oturmuş, kıyafetlerini katlayıp bavula yerleştirirken konuşuyorlardı.
bundan yarım saat önce taeyong, ablasına yarın sabah gideceklerine dair bir mesaj atmıştı. ablası gideceklerini zaten biliyordu. taeyong ve ablası iletişimi koparmamıştı hiç.
taeyong her perşembe on bir buçukta arardı ablasını. beş dakika konuşmak bile yetiyordu. şimdi başka bir ülkeye gitmeden önce son bir kez buluşmak istemişlerdi, bu yüzden birazdan kalkıp gidecekti taeyong.
bu arada üç yıl önce, ikinci sınıfın sonlarına doğru ten de ailesiyle buluşma cesaretini göstermişti.
busan'dan seoul'e kadar hatta ten'in eski evinin önüne kadar gelmişlerdi ama işte ten tüm cesaretini kaybetti orada.
"özür dilerim boşuna buraya kadar geldiğimiz için ama ben yapamayacağım hyung." dedi. taeyong sarıldı ten'e, sorun olmadığını söyledi. evlerine geri döndüler.
ten durgunlaştı, birkaç gün boyunca gülümsemesine hasret kaldı taeyong. ama ten'e hiçbir şey söylemedi. onun için ne kadar zor olduğunu biliyordu. her gece saçlarını severek uyuttu, her zamankinden daha çok ilgilendi ten'le.
birkaç gün sonra uyandığında ten yoktu. mutfaktan gelen sesini duyabiliyordu. kalkıp yanına gitti ve tamamen yenilenmiş ten'ini gördü.
aynı o gün otobüste olduğu gibiydi. gözlerindeki yıldızlar ve güzel gülümsemesi geri gelmişti. ten parlıyordu. taeyong bir kez daha oğlanıyla, bu kadar güçlü olduğu için gurur duydu.
her neyse, taeyong o gün ablasıyla buluştu. ten de eşyalarını toplamaya devam etti. aldıkları, diğerlerinden daha büyük iki bavula ve eski bavullarına ikisinin de kıyafetlerini yerleştirdi.
ayrıca duvara yapıştırdığı T harfi sticker'larını biraz zorla da olsa çıkarıp bavula koyduktan sonra evini belki de son kez gezdi. yeni evleri zaten mobilyalı olduğu için kalan eşyaları bağışlamaya karar vermişlerdi.
bu yüzden taşınmak çok zor olmayacaktı. ten yıllarca yemek yaptıkları mutfakta gezdirdi gözlerini, birlikte duş aldıkları duşakabine gülümseyerek baktı.
en son kendini ikisinin yatağına attı. öylece bomboş tavana bakıp düşünürken taeyong geldi. eğilip alnını öptükten sonra pijamalarını giydi. yatağa girdiğinde ikisi de birbirine yaklaştı.
ten kafasını taeyong'un göğsüne yaslarken kolunu beline sardı. taeyong da kollarını ten'e sararken saçlarını öptü çok kez. konuşmadılar. hemen uyuyamadılar da. ten uyuyana kadar sırtını okşadı taeyong.
dile bile kolay değil, beş yıldır yaşadıkları yeri, doğup bu yaşlarına gelene kadar yaşadıkları ülkeyi bırakıp gideceklerdi. kolay değildi ama birbirlerine tutundular.
sabah olduğunda ve ten uyandığında kalkıp evi son kez kontrol etti unuttukları bir şey var mı diye. hazırlanmaya başlamadan önce taeyong'u uyandırdı. birlikte hazırlandılar.
evden çıkmadan önce taeyong'un arkadaşı geldi, anahtarları ona verdiler. minnettar olduklarını dile getirdiler. bu sefer taeyong'un yanı sıra ten de sarıldı ona.
o gittikten sonra taeyong bir şarkı açtı. o evde son kez dans ettiler, son kez öpüştüler ve son kez sarıldılar. dışarıdan korna sesi geldiğinde taeyong'un çağırdığı taksinin geldiğini anlayıp son kez çıktılar evlerinden.