iki hafta geçti. taeyong ve ten'in satın aldıkları şeyler geldi, evlerini birlikte dekore ettiler. T harfi sticker'larını yatak odalarına, yatağın karşısındaki duvara özenle yerleştirdi ten.
kenarlarına bir şeyler çizmek istedi ama yapamadı, ev sahibiyle aralarında bir sorun olur diye korktu.
evleri artık güzel ve sıcaktı. lambaları güçlüydü ve odalar da boş değildi. taeyong'a göre en önemlisi evin içinde ten adında bir varlığın bulunmasıydı. bu, evlerini saray olarak adlandırması için yeterliydi.
sabahları kalkıyor bir şeyler atıştırıyorlardı sonra el süpürgesiyle evi temizliyorlardı biraz. evlerinde koltuk olmasına rağmen boş vakitlerini yataklarında geçiriyor, şarkılar dinleyip söylüyor, saatlerce oturup konuşuyorlardı.
konuşmalarının mantıklı olduğunu ne ten ne de taeyong söyleyebilirdi. mantıklı olmasına gerek de yoktu zaten. eğleniyorlardı, bu yeterliydi.
bazı günler taeyong gazete alıp iş ilanlarına bakıyordu, ne yazık ki şimdiye kadar onlara uygun bir iş bulamamışlardı, bulduklarından da geri dönüş almamışlardı. yine de umutlarını kaybetmiyorlardı, eninde sonunda bulacaklardı sonuçta.
bir gün taeyong yine gazete almaya gitmişken ten mutfakta ramen pişiriyordu, taeyong birazdan gelir diye düşünüyordu. düşündüğü gibi de oldu.
önce yuvasında oyalanan anahtarın sesini, sonra da taeyong'un ona bağıran sesini duydu. sadece bir an kötü bir şey oldu diye korktu ama hayır; ses tonu kötü bir şeyin aksine, iyi bir şeyin habercisi gibiydi.
ramenin hamurlaşıp şişmesini umursamadan ocağın altını kapatıp taeyong'a koştu ten. taeyong gülüyordu. kapıyı kapattığında, çantasını bile çıkarmadan ten'i kucağına alıp döndürdü birkaç tur.
"İŞE KABUL EDİLMİŞİM!" ten şok oldu, taeyong onu döndürmeyi bıraktığında anca bakabildi taeyong'un yüzüne. "gerçekten mi hyung?" oh... taeyong, ten'in hevesini saklamaya çalışan sesini duyduğunda gurur duydu kendiyle.
"EVET CANIM, EVET GERÇEKTEN." ten kocaman gülüp taeyong'a sımsıkı sarıldı, sırtını okşarken boynuna bir öpücük bıraktı, "seninle gurur duyuyorum hyung, teşekkür ederim, seni seviyorum."
taeyong dudaklarını birleştirdi kısa bir süreliğine. "elimi yüzümü yıkayayım, anlatacağım." ardından çantasını ve ceketini çıkarıp askıya astı.
elini yüzünü yıkayıp mutfağa ilerledi ve sandalyeye oturdu, "geçen gün sana bir kafeden bahsetmiştim, hatırlıyor musun?" ten ocağın başında durmuş taeyong'a bakarken kafasını sallıyor onaylarcasına.
"işte oraya garson aranıyordu, başvurdum ben de. doğrusu çok umutlu değildim ten çünkü biraz popüler bir yere benziyor. ama kabul etmişler işte. maaşı da çok iyi, daha da rahatlayacağız sevgilim."
taeyong anlatırken ten yüzünde en güzel gülümsemesiyle onu izliyordu. "maaşın arta kalanını bir iki ay biriktirsek, üstüne biraz da diğer paradan koyar minik bir buzdolabı alırız canım. böyle böyle tamamlarız tüm eksiklerimizi."
ten taeyong'u böyle hevesli görmeyeli uzun zaman olmuştu. biraz yaklaşıp okşadı saçlarını, "çok güzel düşünmüşsün hyung, tamamlarız tabii ki, çok iyi tamamlarız hem de. en iyi biz tamamlarız."
hevesli gözleriyle birbirlerine bakıp gülümsediler. ikisi de sevgiyi en derinden hissetti, her zamanki gibi.
aradan bir hafta daha geçti, taeyong pazar günleri hariç her gün gidiyordu kafeye.
her ne kadar sabahları ve akşamları birlikte olsalar da, her an birlikte olmaya alıştığından özlüyordu ten taeyong'unu. sabah ikisi de erkenden kalkıyordu. taeyong hazırlanırken ten de kahvaltı hazırlıyordu.
sonra ten taeyong'u uğurluyor, pek de dağınık olmayan evi toparlamaya başlıyordu. taeyong da kafeye gidiyor ve çalışıyordu. gerçekten yoruluyordu ama ten onu her akşam karşılayıp öptüğü için, hiç sorun değildi.
akşama doğru taeyong'un mesaisi bitiyordu. kafede kalan yiyeceklerden bir paket yapıp eve götürüyordu diğer çalışanlar gibi. eve vardığında anahtarı olmasına rağmen kapıyı çalıyordu.
ten'in onu güzel gülümsemesiyle karşılamasını, kapıyı kapattıktan sonra dudaklarını öpmesini ve elindeki paketi alıp kenara bırakıp ceketini çıkarmasını istiyordu.
ten de taeyong ne kadar belli etmese de işte çok yorulduğunu biliyordu. bu yüzden onu olabildiğince sevgiyle karşılıyor, uyuyana kadar da ilgileniyordu onunla.
tamam böyle güzel olabilirdi ama bu durum ten'in canını sıkmaya da başlamıştı. taeyong her gün yorulurken, kendisinin evde oturuyor oluşu canını fena sıkıyordu.
iş araştırmayı bırakmış değildi taeyong ama biraz daha salmıştı. eve zaten bir yerden para geldiği için biraz rahatlamaları gerektiğini, ten bir süre çalışmasa da sorun olmayacağını söylüyordu.
ten de bunu sinirle reddediyordu. sonuç olarak ikisi birlikte iş ilanlarına bakmaya devam ediyorlardı ve taeyong bu sefer de iş beğenmiyordu.
"bu işte çok yorulursun canım, bu işe girersen çok uykusuz kalırsın bebeğim." gibi şeyler söylemesi ten'e, onu önemsediğini bir kez daha hissettirdiği için hoşuna gitmiyor değildi ama bir işe girmesi de lazımdı.
en sonunda bir gün ten, ikisinin oy birliğiyle aldığı kararla, iş için kütüphaneye başvurdu. kitapları düzenleyecek, ara sıra toz alacak ve liste tutacak biri aranıyordu.
ten zaten kitap okumayı çok severdi ya, bu iş tam anlamıyla onun içindi. ten, başvurduğunun üstünden birkaç gün geçmesine rağmen hâlâ haber gelmeyince umudunu yitirmeye başlamıştı ki, taeyong yine aynı ses tonuyla geldi eve.
"KABUL EDİLMİŞSİN CANIM!" yine birkaç tur döndürdü ten'i ve birbirlerine güzel şeyler söylediler. şimdi hayatları daha da iyiye gidiyordu, daha hevesliydiler ve daha umutluydular.