baby i just (||)

249 42 30
                                    

yaklaşık bir ay sonra, şubat ayının yirmi yedisinde yüzündeki öpücükler sayesinde uyanıyor ten.

taeyong'un doğum günü şarkısı söylediğini fark ediyor gözlerini açmaya çalışırken, "iyi ki doğdun tennie!" doğruluyor, yüzündeki kocaman gülümsemeyle taeyong'un şarkısını bitirmesini bekliyor.

bitirdiğinde dizlerinin üstünde yaklaşıp sımsıkı sarılıyor taeyong'a. bir saniyelik, geçiştirmelik sarılmalardan değil ama. gerçekten sımsıkı sarılıyorlar.

"iyi ki doğdun bebeğim." ten böyle anlarda hep utanıyor, "teşekkür ederim hyung." taeyong arkasından bir hediye paketi çıkarıp ten'e verdi. ten önce kutuya sonra taeyong'a baktı parlayan gözlerle.

bu anı defalarca kez yaşamışlardı, senelerdir birlikte kutluyorlardı doğum günlerini ama işte nasıl oluyorsa aynı heyecan hep oluyordu ikisinde de, asla eksilmiyordu.

"hyung, gerek yoktu." aslında ten paketi açma hevesiyle yanıp tutuşuyor. taeyong louis'ye sesleniyor, birkaç saniye sonra louis geldiğinde kucağına alıp ten'e bakıyor yine. "bu louis ve benim ortak hediyemiz. umarım beğenirsin ten."

"beğeneceğime eminim hyung." ten taeyong'un dudaklarına ve louis'nin kafasına birer öpücük kondurduktan sonra hediye paketini açıyor, içinde bordo bir yün parçası var, sanırım katlanmış.

ten taeyong'a bakıyor, sonra yün parçasını paketten çıkarıyor. evet, bordo, püsküllü bir atkı. doğrusu taeyong biraz tedirgin, "biliyorsun ten, dışarı çıkamıyorum ve evde kaldığım süreyi böyle değerlendirirsem anlamlı olur diye düşündüm."

ten gözlerini ışık hızıyla atkıdan çekip taeyong'a çeviriyor. "sen mi ördün?" taeyong kafasını aşağı yukarı sallıyor onaylarcasına, "bu benim ilk deneyimimdi yani bu yüzden iyi olmamış-"

taeyong cümlesini tamamlayamıyor çünkü ten neredeyse kucağına çıkıp sarılıyor yine, louis de bunu fırsat bilip televizyon izlemeye gidiyor yine. "hyung, delirdin mi? harika olmuş, yemin ederim çok güzel." ten bir atkıya bir taeyong'a bakıyor, "teşekkür ederim hyung gerçekten çok, çok beğendim." ikisinin de gözleri parlıyor.

"beğenmene çok sevindim ten." gülüyorlar, yatakta tembellik yapıyorlar biraz. ikisinin de karnı aç ama birbirlerini sevmek daha münasip geliyor şu an. sonra bir şekilde kalkıp kahvaltı -öğle yemeği de denilebilir- yapıyorlar.

kahvaltıdan sonra taeyong'un günlük egzersizlerini yapıyorlar ve salonda, yine üçü bir koltuğa sıkışıyor, televizyon izliyorlar. henüz bahsetmedim, taeyong bu bir ay içerisinde daha da çok yürümeye başladı.

artık yardım almadan, kendi başına bir sürü adım atabiliyor. hâlâ eskisi gibi değil ama gösterdiği gelişme göz ardı edilemeyecek kadar büyük. ten bu yüzden çok gurur duyuyor taeyong'la.

canları sıkıldığında montlarını giyiyorlar, ten yeni atkısını takıyor -şubatın sonunda olabilirler ama hava hâlâ soğuk- ve bahçeye çıkıyorlar. yavaş yavaş yürüyorlar. bahçe aynı bahçe, ağaçlar aynı ağaçlar ama hoşlarına gidiyor.

dışarıda yüzlerce insan var, bu kadar rahat olamazlar ya. ait oldukları yeri yüzlerce kez gezmeyi tercih ediyorlar.

bahçedeyken taeyong ten'e birkaç kere dışarı çıkmayı ve dışarıda akşam yemeği yemeyi teklif ediyor ama ten istemiyorum hyung diyor. "evimizde daha rahat değil miyiz?"

ten, kafasını taeyong'un dizlerine koyup yatmışken ve taeyong da onun saçlarıyla oynarken sordu. "rahatız bebeğim ama özel bir gün olduğu için çıkmak istersin diye düşünmüştüm."

"seninle olduğum her an özel hyung." ikisi de gülüyor, böyle şeyler onlara komik geliyor hep. sonra taeyong ten'i doğrultup ayağa kalkıyor ve çok kibar, nazik, aşık bir hyung olduğu için bugün yemeği onun yapacağını söylüyor.

ten gülerken kafasını sallıyor. taeyong mutfağa gittikten birkaç dakika sonra geri geliyor. "ten, kremamız kalmamış." ten'i doğum gününde bile zahmete soktuğu için biraz somurtuyor.

hemen kalkıyor ten, taeyong'un yanına gidiyor ve kolunu beline sarıyor, "beş dakikaya buradayım." parmak uçlarında yükselip taeyong'un dudaklarına bir öpücük konduruyor ve montunu kaptığı gibi çıkıyor evden.

ten'in çıkmasıyla telefonunu eline alıyor taeyong. "ten evden çıktı, hemen getirebilir misin?" cevabını aldıktan sonra telefonu kapatıp mutfağa gidiyor. buzdolabının en alt gözünü boşaltıp yer açıyorken kapı çalıyor.

ne kadar hızlı olabilecekse o kadar hızlı bir şekilde kapıyı açıyor, karşısında arkadaşı. elindeki kutuyu alıp teşekkür ediyor ve mutfağa dönüp açtığı boşluğa yerleştiriyor kutuyu, belli olmasın diye de önüne başka şeyler koyuyor.

aslında taeyong'un, yemek için kremaya ihtiyacı yok, hepsi rol. ten'e bir şekilde sürpriz yapmak istediği için böyle bir bahane uydurdu. tam buzdolabının kapağını kapatırken kapının çalmasıyla rahatlıkla nefes verip kapıya ilerledi ve açtı.

"teşekkür ederim bebeğim." sonra mutfağa gitti yine. bir süre boyunca taeyong yemek hazırlamakla uğraşırken ten de doğum günü mesajı atan arkadaşlarına cevap verdi.

taeyong'un ona seslendiğini duyduğunda hava kararmıştı, telefonu bir kenara bırakıp mutfağa gitti hemen. masanın üstü yemeklerle doluydu ve bir çift de şamdan vardı.

taeyong, gülümserken centilmen biri olsuğu için ten'in oturmasını sağlamak amacıyla sandalyeyi çekti ve ten oturduktan sonra kendi de oturdu. karanlık bir ortam değildi ama aydınlık da sayılmazdı. oturduktan birkaç saniye sonra konuşmaya başladı.

"böyle konuşmalarda iyi olmadığımı biliyorsun ten. doğum gününün yıl dönümüne özel, kusursuz bir konuşma yapmayı ben de çok isterdim gerçekten." gülüyor taeyong. "yine de elimden gelenin en iyisini yapacağım...

senelerdir seninle birlikte olmanın nasıl güzel bir şey olduğunu sen asla bilemezsin ten. her sabah gördüğüm ilk yüzün seninki olmasının nasıl bir duygu olduğunu, her an seni sevmeyi, her an sen tarafından sevilmeyi falan gerçekten hiç bilmiyorsun.

yemin ederim ten, bana bakarken gözlerin parlıyor ve ben, beni sevdiğini kalbimin en ücra köşesine kadar hissediyorum. bunun için teşekkür etmek istiyorum işte. beni koşulsuz sevdiğin ve bunu hissettirebildiğin için.

kaza geçirip yürüyemez hâle gelmeme rağmen beni bırakmadığın için. şimdi teşekkür etmek istediğim şeyleri saysam günlerce, haftalarca süreceğini biliyorsun, hepsi için teşekkür ederim ten."

ikisinin de gözleri dolmuş. doğruyu söylemek gerekirse ne ten taeyong'dan, ne de taeyong kendinden böyle bir konuşma bekliyordu. gereğinden fazla duygu içeriyordu sanki.

"iyi ki doğdun ten. iyi ki doğdun ve bulduk birbirimizi. iyi ki o gün o soyunma odasındaydın, iyi ki göz göze geldik ve iyi ki beni sevdin." taeyong masanın üstünden ten'in elini tutuyor.

"seni çok seviyorum. belki sana senin kadar ilgili davranmıyorum, belki sana bakarken gözlerim parlamıyor ama yemin ederim çok seviyorum." ten gözlerindeki yaşları siliyor.

"beni böyle ağlattığın için sana yumruk atmak istiyorum." kıkırdıyorlar. ten çok şey söylemek istiyor. o kadar çok şey söylemek istiyor ki konuşmaya başlarsa asla susamaz da taeyong'un tek tek uğraştığı yemeklerini yiyemezler diye korkuyor.

bu yüzden şimdilik, "seni seviyorum." demekle yetiniyor. konuşmasına çok gerek de yok aslında, taeyong'un da bahsettiği gibi, gözleri zaten çok şey anlatıyor.

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin