"ben güzel oğlumu çok özledim." uçaktan ineli ve louis'yi, taeyong'un arkadaşından alalı yarım saat falan oluyordu.
taeyong'un arkadaşı onları oturmaya devam etmişti ama taeyong yorgun olduklarını söyleyip kibarca reddetmişti. şimdi taksiyle eve dönüyorlardı.
ten kucağındaki louis'yi sevmekle, taeyong da onları izlemekle meşguldü. ten tam anlamıyla atlatabilmiş değildi ama çok etkilendiğini de söyleyemezdi taeyong.
etkilenmişti de, bu etkilenme özellikle ebeveynleri olduğu için değil, dünyadan iki kişi eksildiği içindi. ne demişler, gözden ırak olan gönülden de ırak olur. doğrusu ten çok etkilenmediği için seviniyordu, bebeğine hiç kıyamazdı.
birkaç dakika sonra eve vardıklarında ten kucağındaki louis'yle, taeyong da elindeki valizle indi taksiden. eve girdiklerinde rahatladığını hissetti taeyong da ten de. gerçekten ev gibisi yoktu.
üçü de dışarıdan gelmişti ya, rahatlamak için önce louis'ye banyo yaptırdılar. sonra ikisi soyunup girdi küvete. oyalandılar, her zamankinden daha uzun süre kaldılar banyoda. öyle ki parmakları buruşmuştu artık.
giyindikten sonra mutfağa girdiler. ten marul doğradı, taeyong da başka şeyler yaptı. yemek yiyip salona geçtiler. favori koltuklarına oturdular desem olmaz, yattılar desem hiç olmaz.
taeyong sırtını koltuğun başının önüne koyduğu yastığa yaslayıp eğimli bir açıyla oturdu, ten de hemen göğsündeki yerini aldı. battaniyeyi üstlerine örttükten sonra elini taeyong'un göğsüne yerleştirdi, taeyong saçlarını severken.
başını hafif kaldırıp taeyong'la burun buruna geldiklerinde gülümsedi. "yarın çalışmaya başlıyorsun." onaylarcasına salladı kafasını taeyong. "heyecanlı mısın hyung?" bir iki saniye düşündü taeyong. "yani, uzun zaman sonra işime döneceğim için heyecanlıyım tabii ki. aslında biraz da tedirginim, insan hayatı söz konusu sonuçta."
ten göğsündeki elini yanağına çıkarıp okşuyor. "tedirgin olma hyung. çok zaman geçmedi ki, bir iki güne toparlarsın." taeyong kocaman gülümsüyor şimdi. "sen öyle diyorsan öyle olur tabii."
ten de gülümsüyor, yanağındaki elini çekip bu sefer de elini tutuyor taeyong'un, kafasını da göğsüne yaslıyor. "bence birlikte olduğumuz sürece her şeyin üstesinden gelebiliriz. sen benimlesin ya hyung, hiçbir şey beni yıkamazmış gibi hissediyorum."
taeyong çok memnun hissediyor. "haklısın canım, çok haklısın." kafasını öpüyor ten'in. "yeter ki sen ve ben birlikte olalım ten, karşı koyamayacağımız hiçbir şey yok."
louis sanki taeyong'un sözlerini anlamış gibi miyavlayarak giriyor içeri. taeyong ve ten buna kıkırdarken ten'in kucağına zıplıyor ve ten onu battaniyenin altına aldığında uyku moduna geçiyor.
herhalde taeyong ve ten konuşmaya devam ettiğinden rahat edememiş olacak, birkaç dakika sonra kalkıp gidiyor.
louis'nin kalkmasıyla doğruluyor ten. şimdi taeyong'la yüzleri aynı hizada. elini tekrar taeyong'un yanağına yerleştirip dudaklarına uzanıyor. çok uzun sürmüyor öpmesi. "seni çok seviyorum." bu sefer taeyong öpüyor.
biraz öpüp sevdikten sonra birbirlerini, yatak odalarına gidip uyuyorlar.
sabah olduğunda ten'in birden bağırmasıyla uyanıyor taeyong. "hyung, geç kalıyorsun!" kocaman açıyor gözlerini ve doğruluyor. birden doğrulduğu için başı dönerken bunu görmezden gelmeye çalışıp saate bakıyor. olamaz gerçekten de geç kalıyor!
ten işe biraz daha geç gidiyor, dün gece taeyong için de alarm kurmayı unuttular... ten hızla yataktan inerken taeyong'a giyinmesini, hemen kahvaltı hazırlayacağını söylüyor. sonra odadan çıktığında onun dediklerini yapıyor taeyong.
ten mutfağa gidip acele bir şekilde kahvaltı hazırlarken eve hakim olan telaş hâlini, üniversiteye başladıkları ilk güne benzetiyor. yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştiğinde yumurtayı çırpmayı bırakıyor istemsizce.
birkaç saniye o günü düşünüyor ve sonra birden girdiği trans hâlinden çıkıp yumurtayı çırpmaya devam ediyor, yüzündeki gülümseme ise yerini koyuyor.
taeyong kravatını bağlarken mutfağa girdiğinde bu işi onun için yapmak istiyor ten. önce kravatını bağlıyor, sonra da parmak uçlarında yükselip dudaklarından öpüyor hyung'unun. geri çekilip taeyong'a bir saniye bakıyor. "harika gözüküyorsun."
sonra çay dolduruyor ikisine, kahvaltı yapıyorlar yine biraz hızlı. kalkıyorlar, ten taeyong'u geçirmek için geliyor. yine eski günlerdeki gibi.
ceketini giymesine yardımcı oluyor ve çantasını veriyor eline. ceketinin veya gömleğinin kırışmasını umursamadan sımsıkı sarılıyor taeyong'a ve geri çekildiğinde avuçlarına arabanın anahtarını bırakıyor.
ten'in ofisinin, taeyong'un çalıştığı hastaneye kıyasla eve daha yakın olduğundan bahsetmiştim. "hyung, dikkatli sür tamam mı?" başını sallıyor taeyong. "ve bir sorun olursa beni ara." "tamam bebeğim, endişelenme hiçbir sorun olmayacak."
taeyong ten'in saçlarını karıştırıp alnına bir öpücük kondurduktan sonra çıktı evden. ten de mutfağa gidip toparlamaya başladı. bir süre sonra işe gitmek için hazırlanmaya başladı.
louis için ne yapacaklarına daha karar vermemişlerdi. daha önce tek başına hiç kalmadığından evde yalnız bırakmak konusunda endişe duyuyorlardı. bu yüzden bugün ve muhtemelen önümüzdeki birkaç gün louis ten'e eşlik edecekti.
hazırlandıktan sonra louis'yle birlikte çıktılar. ten bisikletine bindiğinde louis'yi bisikletin sepetine yerleştirdi ve iş yerine vardı. gün içerisinde taeyong ve ten birkaç kez konuştular.
akşam olduğunda ise az bir farkla önce ten ve louis, sonra da taeyong olmak üzere döndüler eve. kıyafetlerini değiştirdikten sonra yemeğe geçtiler ve taeyong gününü anlattı.
"gerçekten her şey çok iyiydi ten. hastanede çalışan neredeyse herkes beni özlediğini söyledi. hastanenin sahibiyle bizzat görüştüm ve döndüğüm için çok mutlu olduğundan bahsetti."
taeyong konuşmaktan yemek yiyemiyordu resmen, yüzündeki kocaman gülümseme de cabasıydı. ten çok rahatladı çünkü sabahtan akşama kadar "bir sorun olacak, biri bir şey diyecek de hyung'umun morali bozulacak" diye içi içini yemişti.
masanın üstünden tuttu taeyong'un elini. "hyung gerçekten çok sevindim, gerçi ben biliyordum böyle olacağını. ben olsam ben de çok özlerdim seni." gülüyorlar ve taeyong anlatmaya devam ediyor.
"birkaç toplantıya girdim. genel kurul ameliyatlara girmeye başlamadan önce bir alışma sürecinden geçmem gerektiğini düşünüyor. ben de öyle düşündüğümden onayladım."
ikisinin de önündeki yemek soğuyor ama umursayan yok. biraz daha konuşuyorlar ve sonra yiyorlar. yedikten ve bulaşıkları topladıktan sonra bahçeye geçiyorlar ten'in özel isteği üzerine.
ten telefonundan son ses bir şarkı açıp salıncağın üstüne koyduktan sonra taeyong'a yaklaşıp boynuna doluyor kollarını.
"he must be up to something, want half a chance to show he's more than likely, i've got a feeling in my stomach,"
taeyong'un kolları sarıyor ten'in belini ve taeyong sırıtıyor bu şarkıya, bu ana ve ten'in yüzündeki ifadeye.
"start to wonder what his story might be, what his story might be, they said it changes when the sun goes down."
hafifçe sallanıyorlar çok aydınlık olmayan bahçede, çok da yüksek sesli olmayan şarkı onlara eşlik ederken. dans ediyorlar dakikalar boyunca.
louis yine salondaki koltukta uyuyor. ten yine en çok taeyong'u seviyor ve taeyong'un içi yine en çok ten'e gidiyor.
sevişiyorlar.