blouse

389 59 34
                                    

yirmi iki dakika olmuştu ten gideli. henüz vakit dolmamıştı ama taeyong endişeliydi, bir sorun çıksın istemiyordu.

ten aile bağları kuvvetli olan bir çocuktu; bu yüzden taeyong, ten için çok zor olduğunu biliyordu. ama üstesinden gelebileceğini de biliyordu. bilmese onu bu işe asla sokmazdı.

bunları düşünürken ellerinde bavul ve bir poşet, sırtında da çantasıyla zorla yürüyen biriciğini gördü. bavulu ortalık yerde olmadığı için çok tereddüt etmeyip bıraktı ve koştu ten'ine.

bebeğini kucağına alıp saçlarını sevmek ve sırtını okşamak, "harikasın canım, seninle gurur duyuyorum, iyi iş çıkardın bebeğim." demek istedi ama şu an yapamazdı bunu.

vakitleri çok azdı. bir an önce bu sokaktan, mahalleden ve şehirden uzaklaşmaları gerekiyordu. taeyong ten'in elindeki poşeti ve bavulunu alıp bavulunu bıraktığı yere adımladı hızlıca, ten de onu takip etti.

vardıklarında ellerindekileri bırakıp sarıldı ten'ine. gözlerinin içine bakarken "iyi olacağız." dedi tekrar. ten taeyong'a her zaman koşulsuz güvenirdi, şimdi de öyle yaptı.

taeyong kendi bavulunu ve çantasını ten'e verip ten'inkileri kendine aldı; onlar daha ağırdı çünkü. bir eline poşeti aldı, diğer eliyle ten'in elini tuttu sımsıkı; yürümeye başladılar.

ne olacağını ikisi de bilmiyordu ama birbirleri için cesur davrandılar.

birkaç saat sonra busan'a giden trende yan yana oturuyorlardı. ten üstlerini yün hırkasıyla örtmüştü, el ele tutuştukları görünmüyordu bu sayede.

kumbarayı ten'in bavulundan çıkarıp çantasına koymuştu taeyong. çantaları da ayaklarının dibindeydi. evlerinden, doğup büyüdükleri yerden çok uzaklara gidiyorlardı.

yine de sorun değildi. birlikte oldukları sürece, hiç sorun değildi. pek konuşmadılar, ikisi de düşünüyordu. bu düşünceler ne geride bıraktıkları hakkındaydı, ne de ileride karşılaşacakları zorluklar hakkında.

düşünceleri sadece hayatlarını daha iyi yapabilmek için neler yapabilecekleri hakkındaydı. yüzlerce farklı alternatif düşünüldü akşama kadar.

hava karardığında ve çoğunluk uyuduğunda daha rahat hissetti taeyong. ellerini ayırıp kolunu ten'in beline doladı ve onu göğsüne doğru çekip saçlarına öpücükler kondurdu.

ten elini taeyong'un bacağına yerleştirmişken, taeyong belini okşadı sevgilisinin. yine konuşmadan iyi hissettirdiler birbirlerine.

diğer eliyle ten'in saçlarını severken fısıldadı taeyong. "uyu canım, ben buradayım." taeyong'un sıcaklığıyla çoktan mayışmıştı ten. dün gece de uyuyamamıştı zaten, bu yüzden hemen kapandı gözleri.

taeyong belini okşamaya, saçlarına öpücükler kondurmaya devam etti. bir ara içi geçti; uyandığında ten görevliyle konuşuyordu, uyanalı çok olmuş gibiydi.

taeyong kendine gelmeye çalıştı. elini ten'in bacağına koydu ten uyandığını anlasın diye. ten ona gülümsedi, konuşacağı sırada görevlinin birkaç şey uzatmasıyla tekrar görevliye dönüp elindekileri aldı.

kahvaltılık birkaç şeydi bunlar. rahatladı taeyong, bir sorun var sanmıştı yeni uyanmanın mahmurluğuyla.

görevli gittikten sonra tekrar taeyong'a döndü ten ve gülümsedi kocaman, "günaydın." yenilenmiş gibi duruyordu. gözlerindeki yıldızlar dün terk etmişti onu ama şimdi dönmüşlerdi yine.

ten resmen parlıyordu. taeyong, biri onu görür de benden alırsa diye korktu bir an, öyle bir güzellik. çok sevindi de taeyong. toparlanmış olmasına o kadar sevindi ki bunca kişinin içinde oturup ağlamak istedi.

ten'in ensesinden tutup yaklaşarak alnından öpmekle yetindi sadece. etraftaki insanları umursamak aklına bile gelmedi o an. alnını öpüp sarıldı sımsıkı.

"seninle gurur duyuyorum ten. dünyadaki en güçlü insan sensin. benimle olduğun için teşekkür ederim ve seni çok seviyorum." böyle birkaç şey daha fısıldadı ten'in kulağına.

yine de doyamadı, ten'i içine sokmak istedi. bedeni bedeninden bir saniye bile ayrı kalmasın istedi. ten taeyong'a bakabilmek için azıcık geri çekildi.

"ben de seni seviyorum hyung." gülümsediler karşılıklı, iki çift göz arasında çok cümle döndü, kimse farkına varmadı ama birkaç saniye içinde bir sürü şey konuştular.

sonra ten biraz önce görevlinin getirdiklerini uzattı, "kahvaltı yapalım." başını salladı taeyong. "yapalım canım, sen ne istiyorsan onu yapalım." dedi içinden, kendi kendine.

sonra yediler bir şeyler. ten kendi hakkını taeyong'a vermeye, taeyong kendininkini ten'e vermeye çalıştı. ikisi de başarılı oldu. güzelce doyurdular karınlarını.

anca toparlanmışken bir anons yapıldı, "30 dakika sonra busan'a varılacaktır." taeyong derin bir nefes aldı. çok az kalmıştı. tuttuğu ten'in elini hafifçe sıktı. ten ona bakıp gülümsedi.

tren yolculuğunun geri kalanında konuşmadılar; yolculuk da göz açıp kapayıncaya kadar bitti zaten.

trenden indiklerinde taeyong orada bulunan telefon ahizesinden arkadaşını aradı, durumunu anlattı özetle. arkadaşı yakınlarda bir park olduğunu, onu orada beklemelerini, yarım saate geleceğini söyledi.

taeyong ve ten biraz ileride buldular parkı. yine çalılıklarının arkasına oturdular. taeyong sırtını bavuluna yasladı, ten kafasını taeyong'un dizlerine koyup uzandı.

bir süre sessizlikten sonra konuşma cesaretini ten gösterdi. "şimdi ne olacak hyung?" ten'in yanaklarını okşadı taeyong.

"ev tutacağız kendimize canım. işe girip para kazanacağız. belki biraz zor olacak, ama başaracağız bebeğim. mutlu olacağız, çok iyi olacağız."

ten'in gözleri doluydu. "unutma ten, ben senin ailenim ve sen benim ailemsin; ben senin evinim ve sen benim evimsin." taeyong ten'in gözlerinden akmaya çalışan yaşları sildi. "benden gitmene asla izin vermem. tamam mı bebeğim?"

ten kafasını sallayıp doğruldu ve taeyong'a yaklaşıp birkaç saniye öptü onu. "teşekkür ederim hyung." bir kez yara izinden öptü. "teşekkür ederim benimle olduğun için." dudağındaki ve dudağının altındaki beni öptü. "beni sevdiğin için teşekkür ederim." ellerini elleri arasına alıp ikisine de birer öpücük kondurdu. "seni çok seviyorum."

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin