lips

241 46 33
                                    

birkaç gün daha geçti. günlerce düşünüp louis ismine karar verdikleri kedi büyüdü. taeyong, tek avcuna sığan küçücük kediyi iki avcuna sığdıramaz oldu.

o günden sonra taeyong, louis konusunda daha da hassaslaştı, daha da yakınlaştılar birbirlerine. louis taeyong'la ne kadar yakınlaştıysa ten'le de o kadar zıtlaştı diyebilirim.

taeyong'un kucağında gerçekten çok uysal olan louis, ten'in yanında resmen çirkefleşiyordu. ne zaman taeyong ve ten sarmaş dolaş olsalar gelip ten'i tırmalıyordu ve taeyong'un kucağına çıkıp onunla ilgilenmesini bekliyordu.

taeyong ten'le ilgilenmeye devam ettiğinde daha da çok çirkefleşiyordu ve bu sefer ten'in yanı sıra taeyong'u da tırmalıyordu. buna rağmen istediğini alamazsa ısırmaya başlıyordu.

bu yüzden sık sık ten'le kavga ediyorlardı. ten bağırarak onu eve aldığı için çok pişman olduğunu ve geçmişe gidebilse değil onu eve getirmek, sırf daha çok ıslansın diye altına saklandığı bankı yerinden söküp götüreceğini söylüyordu.

louis de buna kötü surat ifadeleri, tırmalamalar ve çığlık atmakla karşılık veriyordu. işte bunu izlemek taeyong'un son zamanlardaki favori aktivitesiydi.

ten yemek yaparken atışmalarını izlemek de gerçekten en sevdiğiydi. ten bir yandan yemek yapıyor, bir yandan da louis'ye laf yetiştirmeye çalışıyordu. gerçi bunu nasıl yaptığını da anlayamıyordu taeyong. ten'in louis'nin dilini anlayabildiğini varsayıyordu sadece.

sonra, ten louis'ye nispet yaparcasına taeyong'un kolları arasına girdiğinde, louis'nin onları ayırmak için ona sırnaşmasını da seviyordu. tabii ten'i tırmalamasını sevmiyordu çünkü gerçekten acıttığını biliyordu.

bu yüzden ten'in, louis'nin tırmaladığı elini öperken louis'ye kızıyordu. ten zaferini bakışlarıyla belli ederken boynu bükük louis köşeye çekiliyordu. küsüyordu taeyong'a, babasına da denilebilir.

taeyong sessizce ten'i öptükten sonra ten başka bir koltuğa geçiyordu ve taeyong dakikalarca louis'nin gönlünü almaya çalışıyordu. çok uzun sürdüğünü söyleyemem çünkü louis zaten dünden razıydı.

bu sefer kedi, taeyong'un kucağında, ten'e zafer dolu gözlerle bakıyordu.

louis ten'i geceleri de rahat bırakmıyordu. yatağı olmasına rağmen gelip taeyong'un koynuna giriyordu. uyuyakaldığında ten onu yatağına bırakıp taeyong'un koynuna giriyordu ama louis uyandığında kalkıp yatağa geliyordu tekrar.

ten yatağın hareket etmesiyle uyanıp bunu gördüğünde sinir krizi geçirip louis'yi dövmemek için zor tutuyordu kendini.

bu arada taeyong da tedaviye devam ediyordu ve son zamanlarda küçük de olsa tedavinin sonuç vermeye başladığını görmüşlerdi. hâlâ kesin bir şey yoktu ama ten'in umutları on katına çıktı ve yalan yok, taeyong da gerçekten umutlandığını hissetti ilk kez.

bunu öğrendikleri gece her zamankinden daha çok önem verdi ten akşam yemeğine. yemekten sonra balkondaki salıncağa oturdular ve kadehlerini tokuşturdular çoğu zamanki gibi.

olur olmaz her şeye kahkaha attılar çünkü çok mutlulardı. taeyong'un tedavisinden olumlu bir sonuç almışlardı işte, nasıl mutlu olmasınlar ki.

o gece yine geç saatlere kadar kaldılar bahçede. kalkıp yataklarına girdiklerinde ten louis'ye kızmadı kendi yatağında yatmadığı için. hatta taeyong'a olabildiğince yaklaşıp louis'yi göğüslerinin arasında kalan küçücük boşluğa koydu.

taeyong ten'i dudaklarından öperken louis ten'i tırmalamadı, izledi sadece. sonra ten louis'yi sevdi, louis mırladı. taeyong ten'i sevdi, ne yazık ki ten mırlamadı...

yine de sorun değil çünkü uzun zaman sonra ilk kez böyle güzel ve sıcacık bir şekilde uyudular.

sabah louis'nin miyavlamasıyla uyandı ten. yanına baktığında taeyong'un, karnında duran kediyle oynadığını gördü. hışımla ama yavaşça -nasıl olduğunu ben de bilmiyorum- louis'yi kenara itip yatağa düşmesini sağladı ve bedenini taeyong'unkinin üstüne bıraktı. "beni sev."

taeyong oldukça memnun, ten'i sevmeye başladı. ten de oldukça memnundu, ta ki louis sırtına atlayana kadar. acıyla inledi ten, taeyong endişeyle louis'yi ten'in üstünden almaya çalıştı ama olamaz...

louis tırnaklarını ten'in tişörtüne batırmıştı ve taeyong louis'yi çektiğinde ten'in tişörtü yırtıldı. ten kocaman olmuş gözleriyle önce tişörtüne sonra da louis'ye baktı. aynısını louis ten için, taeyong da hem louis hem de ten için yaptı.

taeyong ikisinin benzerliğine gülmek istedi ama hayır! şu an oldukça ciddi bir andı. ne kadar saçma olsa da aklı başına gelen ilk kişi louis oldu. yataktan zıplayarak inip odadan çıktı ve saklandı bir yere.

ten onun peşinden koşmak için yataktan inmişti ki sonunda taeyong ile yalnız kalabildiklerini fark etti. bu yüzden sırıtarak dönüp yırtık tişörtüyle yatağa girdi tekrar. taeyong'a sarıldı ve louis'siz birkaç dakikanın tadını çıkardı.

şimdi taeyong, ten ve louis yine banyodalardı. taeyong sandalyesinde oturmuş louis'yi tutarken ten suyu ayarlıyordu. louis'yi yıkamaları gerekiyordu. zorlu bir görev olduğunun ikisi de farkındaydı ama bunu yapmaya mecburlardı...

taeyong louis'yi küvete koyup okşarken ten ılık suyla ıslattı tüylerini. beklediklerinden daha uysaldı louis bugün. ten onu yıkarken rahatsızca kıpırdanıyordu sadece. taeyong'un dokunuşlarının etkisi sayesinde bu kadar sakin olduğunu biliyordu ikisi de.

ten ne kadar louis'ye kötü davransa da içten içe çok sevdiğini biliyordu taeyong. louis'nin canını acıtmamak için yavaşça yıkarken gözlerinin parlamasından anlaşılıyordu bir kere. taeyong gülümsedi.

louis banyodan çıktığında taeyong ve ten soyundu. girdiler koca küvete ve her zamankinden biraz daha uzun vakit geçirdiler. neler yaptıklarını tahmin ediyorsunuzdur diye düşünüyorum ama yine de söyleyeyim.

saçma sapan bir sürü şey hakkında konuştular, çok fazla kahkaha attılar ve bir sürü öpüştüler, taeyong ten'in bacaklarını okşadı, louis uzun süre geçtiğini anlayıp da banyonun kapısını tırmalayana kadar devam etti bu.

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin