"tut hyung." taeyong louis'yi kucağına aldığında taeyong'un önünde diz çöküp açılan bağcıklarını bağladı ten. ardından doğrulup taeyong'a baktı.
"unuttuğumuz bir şey yok, değil mi?" gülümsedi taeyong, "hayır ten. ayrıca çok uzaklaşmayacağız yani sorun olmayacak, tamam mı?" ten gülümseyip kafasını sallarken kapıyı açmadan önce son kez öptü taeyong'u dudaklarından.
taeyong, ten ve louis, ocak ayında olmalarını umursamadan, ten üstünde çok çalıştığı davayı kazandığı için kutlama yapmak amacıyla çok kalabalık olmayan bir şehre tatile gelmişlerdi. bir hafta sürecek tatilin üçüncü günündeydiler.
louis çok sıkıldığı için dışarı çıkma kararı almışlardı. hava fazlasıyla soğuk olduğu için sımsıkı giyinip attılar kendilerini dışarı. louis yine taeyong'un kucağındaydı ve ten de sandalyeyi sürüyordu.
dediğim gibi çok kalabalık olmayan şehrin sokaklarında biraz vakit geçirip yemek yedikten sonra otele dönmeye karar verdiler. otele çok kalmamıştı ki taeyong eline konan kar tanesini fark etti. istemsizce kocaman gülümsedi.
"ten kar yağıyor!" taeyong ten'e bakmak için döndüğünde kafasını salladı ten, aynı taeyong gibi gülümserken.
taeyong'un kucağındaki, şaşırmış bir şekilde yukarı bakan louis'yi gördüğünde ise şaşırdı, sürmeyi kesti ve hevesle konuştu. "hyung, sanırım ilk defa kar görüyor!"
taeyong gözlerini louis'ye çevirdiğinde hak verdi ten'e. "oh, evet ten." louis'ye sarılıp kafasını öptü. "çok şaşkın gözüküyor." ten tekrar sürmeye başladı,
"bunu bizimle tecrübe ettiği için mutluyum hyung. kar sabaha kadar tutmuş olursa herkesten önce gelip karda vakit geçirebiliriz. hem louis de karın ne olduğunu tam anlamıyla öğrenir."
taeyong, ten'in omzuna koyduğu elini öptü dönerek, "harika fikir ten. bebeğimi karda yuvarlanırken görmek için sabırsızlanıyorum." ten kıkırdadığında varmışlardı otele.
odaya girip soyunduktan sonra hızlıca yatağa girdiler ısınabilmek için. hava kararmıştı, odanın manzarası güzeldi. taeyong ve ten, louis'yi yine aralarına aldığında bilgisayardan bir film açtı ten ve izlemeye başladılar.
bir süre sonra taeyong, ten'in uyuyakaldığını fark etti. ten'in yüzüne bakarken kocaman gülüp yanaklarına çok hafif birer öpücük kondurdu. gerçekten daha fazlasını yapmak istedi ama ten'i uyandırmak da istemiyordu.
filmi umursamadan bilgisayarı kapatıp yatağın yanındaki komodinin üstüne koydu ve ten'i uyandırmadan düzgünce yatırmaya çalıştı. başardığında ten'in alnına ve louis'nin kafasına birer öpücük bıraktı.
kolunu louis'nin üstünden ten'e doğru atıp aynı anda ikisine de sarılmaya çalıştı. anın güzelliğinden dolayı yüzündeki gülümsemeyle, hayatındaki en değerli varlıkları olan bu bir buçuk -louis bir kişi sayılır mı emin değil- kişinin sıcaklığıyla uyuyuverdi hemen.
sabah ten'in fısıltılarıyla açtı gözlerini. doğrulduğunda ten arkasındaki camı gösterdi ve wow. her yer bembeyazdı. muhtemelen daha erken olduğu için de dışarıda kimse yoktu.
sevinçle gülümsedi taeyong. ten sırf karla oynayabilmeleri için erkenden uyanıp uyandırmıştı taeyong'u da. hazırlandıktan sonra louis'yi uyandırdılar.
louis ne kadar erken uyandırılmaktan hoşnut olmasa da pek umursadıkları söylenemez. taeyong louis'yi de giydirdikten sonra önce odadan sonra da otelden çıktılar.
küçük lee ailesi otelin karşısındaki parka ilerlerken taeyong'un kucağındaki louis çok şaşkın bir biçimde yerdeki karlara bakıyordu. taeyong ve ten de onun bu hâline bakıp gülüyordu.
parka vardıklarında ten etrafa bakındı, bir iki kişi dışında kimse yoktu. erken kalkıp insanlar karı bitirmeden oynamaya gelmelerini sağlayabildiği için gurur duydu kendiyle.
taeyong'un önünde diz çöktü ve kollarını uzattı louis'ye doğru. ten louis'yi alıp karın üstüne bıraktığında ikisi de pürdikkat izliyordu. louis karda birkaç adım attığında çıkan izleri görünce güldü, bir saniye geçmeden taeyong ve ten de güldü.
ten biraz karı avuçlayıp taeyong'a uzattı. aslında eğilse ulaşabilirdi taeyong kara ama belinin ağrımasını istemiyordu ten. bir süre louis'nin karda oynayışını izlediler.
sonra taeyong ve ten küçük kartopları hazırlayıp louis'ye atmaya başladı, louis kaçmaya çalıştı. tüm sokağı onların kahkahaları doldurdu. bir süre sonra biraz fazla üşümeye başladıklarında içeri girme kararı aldılar, hem daha kahvaltı da yapmamışlardı.
odalarına çıkıp hasta olmamak için sıcacık bir duş aldıktan sonra kahvaltı yaptılar. louis'nin sürekli komodinin üstüne çıkıp dışarıdaki karı izlemesine güldüler biraz.
sonra louis'yi de alıp yatağa geçtiler. son zamanlarda louis'ye temel şeyleri öğretmeye çalışıyorlardı. biraz bu konuda pratik yaptılar, akıllı louis her doğru bildiğinde taeyong patisini öptü bir kez. ten de bunu izlerken çok huzurlu hissetti.
birkaç gün doldu ve şimdi havaalanındaydılar. bu sefer louis ten'in kucağında uyukluyordu. bir süredir burada oldukları için ve taeyong dolaşmasına izin vermediği için canı çok sıkılmıştı, uyumakta bulmuştu çareyi.
taeyong ve ten ise yan yana oturuyorlardı, taeyong'un kafası ten'in omzuna; ten'in kafası da taeyong'un kafasına yaslıydı. doğrusu onlar da sıkılmıştı ama yapacak bir şey yoktu. neyse ki daha da uzun sürmeden onların uçağı anons edildi.
yarım saate uçağa binmişlerdi, uçak kalkalı da birkaç dakika olmuştu sadece. louis uykusuna devam ederken ikisi de konuşmuyordu.
böyle yolculuklar ikisine de seneler öncesini hatırlatıyordu hep. sadece birkaç farklılık vardı.
ten'in kucağında uyuyan bir louis vardı. korktuklarından dolayı el ele tutuştuklarını saklamak için üstlerine örttükleri bir hırka yoktu. çalınır korkusuyla ayaklarının dibine koydukları çantaları yoktu.
en önemlisi de gelecek kaygıları yoktu. o günkü gibi "acaba bize ne olacak?" diye yiyip bitirmiyorlardı kendilerini, birbirlerini avutmaya çalışmıyorlardı.
en güzel hayata sahiptiler zaten. taeyong çok yakın zamanda yürümeye başlayacak ve işine geri dönecekti. ten bunu bir şekilde hissediyordu, çok daha iyi olacaklardı.
bu düşünceyle yaslandığı omuzdan kafasını kaldırıp boynuna bir öpücük bıraktı, "seni çok seviyorum hyung." taeyong gülümsedi, "ben de seni canım, ben de seni çok."