oh baby give it to me

388 42 122
                                    

veda.

on üç sene geçiyor. taeyong, ten ve louis, üçü de inanılmaz büyüyor. hatta öyle ki yaşlanıyorlar.

ülkelerinde ve dünyada birçok şey değişiyor. yirmi sene önce kırk saat düşünseler bile akıllarına asla gelmeyecek buluşlar yapılıyor, düzen değişiyor. insanlar değişiyor.

saymaya başlasam gerçekten günlerce susamayacağım kadar çok şey değişiyor. on üç sene sonuçta, anca dile kolay.

ama işte taeyong ve ten'in arasındaki sevgi değişmiyor. o soyunma odasında ilk kez göz göze geldiklerinde nasıl hissettilerse şimdi de her göz göze gelişlerinde öyle hissediyorlar.

büyüyorlar ama aralarındaki heyecan hiç eksilmiyor. gerçekten, hâlâ aynı heyecanla öpüyorlar birbirlerini.

hayatlarını, değişenleri ve değişmeyenleri biraz daha detaylı anlatayım. öncelikle değişmeyen birkaç şeyden bahsetmek istiyorum.

salondaki o koltuk ne kadar eskise de aynı yerinde duruyor. her akşam o koltukta sıkışmayı seviyorlar.

bahçedeki salıncak duruyor. yalnızca rengi artık turkuaz. ikisinin de evde olduğu bir gün canları sıkıldığında ten'in kafasına esmesiyle boyuyorlar.

her haftanın cumartesi akşamı, sanki anlaşmış gibi -sözlü olarak anlaşmış değillerdi ama düşünce yöntemiyle kesinlikle anlaşmışlardı- taeyong elindeki kadehler, ten de battaniyeyle yerleşiyordu salıncağa.

neredeyse gün aydınlanana kadar konuşuyorlar, uykuya yenileceklerini hissettiklerinde yatak odalarına gidip uyuyorlar ve öğleye doğru uyanıyorlardı.

senelerdir birliktelerdi ama nasılsa konuşacak şeyleri hiç bitmemişti. her zaman illa bir konu bulunuyordu, yan yana olup konuşmamaları yalnızca uyuduklarında mümkün desem yanlış olmaz.

değişmeyen başka bir şeyse ten'in, yatağın karşısındaki duvara yapıştırdığı T harfi stickerları. ne zaman temizlik yapsalar ten onları özenle siliyordu. çok şey atlatmışlardı ya bu zamana kadar, ama başarmışlardı.

işte bu stickerları başarılarının bir simgesi olarak görüyordu. bu yüzden bu stickerlar, ten'in en değerli eşyaları arasında ilk beşe kesinlikle girerdi.

temizlik demişken, haftada bir de kapsamlı bir temizlik yapıyorlardı. gün içerisinde evde sadece louis -on üç sene önce eve kamera yerleştirerek louis'yi evde bırakma kararı almışlardı. kamera telefonlarına bağlı olduğu için olası bir kötü durumda hemen haberdar olacaklardı- olduğundan ev genelde temiz oluyordu zaten.

yemeği daima birlikte yapmaya çalışıyor ve daima birlikte yemeye -işlerinden dolayı bu mümkün olmuyordu bazen- özen gösteriyorlardı.

ten için taeyong'la olduğu her an gerçekten çok özeldi ama özellikle birlikte yemek yaptıkları anlar paha biçilemezdi. pek önemli bir sebebi yoktu bunun. sadece pişen yemeğin buharından biraz bulanık gördüğü hyung'una aşıktı.

sanırım biraz da değişen şeylerden bahsetmeliyim.

taeyong'un işe dönüp eskisi gibi ameliyatlara girmeye başlaması yalnızca birkaç hafta sürmüştü. özellikle uzun zaman sonra gireceği ilk ameliyatının olduğu günün sabahı çok gergin olduğundan ten ve louis de onunla birlikte gelmişti hastaneye.

ameliyat vakti gelene kadar -taeyong'un ara sıra çıkmasını saymazsak- üçü birlikte taeyong'un odasında oturmuşlardı. ameliyat vakti geldiğindeyse ten taeyong'un alnını, yanaklarını ve dudaklarını öptü sırayla. sımsıkı sarıldıktan sonra taeyong gitti.

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin