taeyong ve ten iki gün sonra yine erkenden kalktı fakat bu sefer ten de kahvaltıyı hazırlamak yerine işe gitmek için hazırlandı.
heyecanlı olduğundan geç kalmak istemediği için yoldan poğaça alıp yemeye ikna etti taeyong'u ve taeyong ten'i dudaklarından öpüp sımsıkı sarıldıktan sonra evden çıktılar.
anlaştıkları gibi yollarının üstündeki pastaneden poğaça alıp yürürken yediler. kütüphanenin önüne geldiklerinde etrafta kimsenin olmamasına güvenerek tekrar sarıldı taeyong ten'ine.
"sana güveniyorum ten, çok iyi olacaksın. bir sorun olursa kafeyi ara, tamam mı?" ten kafasını salladı, "tamam hyung, sen de dikkat et." şimdi de taeyong kafasını salladı.
sonra ten kütüphanenin kapısına giden merdivenleri çıkmaya başladı. içeri girmeden önce arkasına bakıp taeyong'a el salladığında gülümsemişti taeyong. sonra ten içeri girdi, taeyong da kendi yoluna gitti.
birkaç ay bu böyle sürdü. çıkış saatleri yakındı, ten mesaisi bittiğinde oturup kitap okuyordu taeyong'u beklerken. taeyong geldiğinde yürümeye başlıyorlar, bazen bir parkta oturup taeyong'un kafeden getirdiklerini yiyorlardı.
bazen de direkt eve gidiyorlardı. bu sürede konuştukları gibi minik bir buzdolabı, çamaşır makinesi, bir bisiklet ve birkaç şey daha alıp evlerini daha da güzel bir hâle getirmişlerdi.
aynı zamanda para biriktirmeye de devam etmişlerdi. ikisi de çalışırken yoruluyordu ama bu sayede maddi durumları tahmin ettiklerinden daha da iyiydi.
tabii son zamanlarda eve bir telaş hâli hükmediyordu. bir hafta sonra okullar başlıyordu. kayıtlarını çoktan yaptırmışlardı. taeyong tıp, ten hukuk okuyordu.
ikisi de çok heyecanlıydı. senelerce birbirlerini teşvik edip birlikte çalışmalarının, emeklerinin karşılığını alacak olduklarını bilmek ikisini de daha da heyecanlandırıyordu.
ten kütüphane yönetimi ile, taeyong da kafenin müdürü ile konuştu ve okula göre bir çalışma düzeni belirlediler. maaşlarda biraz düşüş yaşanmıştı ama onları zor duruma sokacak kadar değildi, hatta görmezden bile gelinebilirdi.
2000 yılıydı sonuçta, öğrenciye değer veriliyordu.
ayrıca birinci sınıf oldukları için alışma süreci adı altında bir hafta da izin almışlardı, ikisi için de iyi olacağını düşünüyordu taeyong.
bir hafta geçtikten sonra taeyong ve ten birer defter ikişer kalemle ve altlarındaki bisikletle okulun yolunu tutmuşlardı.
bisikleti taeyong sürüyordu, ten de arkasında oturuyordu. ne kadar kollarını taeyong'un beline sımsıkı sarmak istese de yapamazdı, dikkat çekerlerdi.
bu yüzden sadece ıssız sokaklardan geçtiklerinde ensesine öpücükler kondurmakla yetiniyordu.
okula vardılar, aynı bahçenin içindeki farklı binalarda ders göreceklerdi fakat ilk gün tüm birinci sınıflara yönelik konferanslar ve konuşmalar derken ayrılmalarına gerek kalmamıştı.
oradan buraya koşuşturdukları için yorulmuşlardı biraz ama bu yüzlerindeki gülümsemeyi silememişti.
taeyong o kadar mutluydu ki. aylardır hayalini kurdukları şeyleri birer birer gerçekleştiriyorlardı, taeyong daha ne isteyebilirdi? istediği her şeye sahipti. güzeller güzeli sevgilisi yanındaydı, bir işe sahipti ve şimdi de okuluna başlamıştı.
taeyong gerçekten başka hiçbir şey istemiyordu. ten de aynı taeyong gibi düşünüyordu. her sabah uyandığında gördüğü ilk yüzün ve uyumadan önce gördüğü son yüzün biricik hyung'unun yüzü olmasının hayalini kurmuştu aylarca.
şimdi bu hayalinin gerçekleşmiş olması yetmiyormuş gibi, çok güzel bir işe ve diğer hayallerini de gerçekleştirebilmek için bir basamak olan okuluna sahipti.
bu yüzden taeyong'un çantasındaki anahtarını bulmasını beklerken çok mutluydu. taeyong anahtarını bulup kapıyı açtığında ne kadar yorgun olsa da enerjik hissediyordu kendini.
bu yüzden çantasını kenara yavaşça fırlattıktan sonra taeyong'un elini tutup kendine çekti. kollarını taeyong'un boynuna sardığında bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı.
"he must be up to something, want half a chance to show he's more than likely, i've got a feeling in my stomach,"
taeyong'un kolları beline sarıldığında, ikisi hafifçe sallanmaya başladığında gülümsemesi genişledi ten'in ve sanki aralarında mesafe varmış gibi daha da yaklaştı taeyong'a.
"start to wonder what his story might be, what his story might be, they said it changes when the sun goes down."
güneşin batışı camdan içeri vururken, ten şarkısını bitirdiğinde diğerini öpmek için ilk atılan taeyong olmuştu. ten'i arkasındaki duvara yaslayabilmek için adım attığında ten'in tek yapabildiği taeyong'a ayak uydurmaktı.
sırtını soğuk duvara yasladığında nefessiz kalana kadar öptüler birbirlerini.
ayrıldıklarında nefeslendiler, ten taeyong'un yanağını öpüp duvarla arasından çıktı ve banyoya gitti.
yorucu günün ardından birlikte duş aldılar, yemek yediler ve yataklarına girip ten uykusu geldiği konusunda mızmızlanana kadar bugün hakkında konuştular.
sonra taeyong ten'in sırtını kendi göğsüne yasladı ve bacakları iç içe geçti. taeyong ten'in kulağına onu çok sevdiğini ve onun için çok fazla değerli olduğunu fısıldadı eli ten'in tişörtünün içine girmiş karnını okşarken.
ne olursa olsun onu bırakmayacağına, hayatlarının daha da iyi olması için ne gerekiyorsa yapacağına dair söz verdi. ten bunları taeyong'un dokunuşlarının ve sıcağının etkisiyle mayışmışken yüzündeki salak gülümsemeyle dinledi.
taeyong ten'in ensesine öpücükler kondurdu bir sürü. karnını sevdi, kollarını sevdi, saçlarını sevdi, tüm parmaklarını tek tek sevdi taeyong. sonra sıcacık bir uykuya daldılar.