dive

248 50 38
                                    

nefes nefese, gözleri dolu bir şekilde uyandı taeyong. kâbus görmüştü, ten onu bırakıyordu, ten onu bir başına bırakıp gidiyordu. giderken taeyong'u son bir kez öpmüyordu bile.

neyse ki gerçek değildi. gerçek olmadığını anlamanın rahatlığıyla aktı taeyong'un gözyaşları. yan tarafına baktı, ten yoktu. ten'in yastığına dokundu, soğuktu yastık.

camdan gördüğü üzere geceydi hâlâ. neredeydi ki ten? taeyong endişelendi. yersiz bir endişeydi ama bunu akıl edemedi o sıra. son zamanlarda yaşadıkları ve daha yeni gördüğü kâbustan etkilenmişti.

"ten?" yeni ağladığından titrek çıkmıştı sesi. birkaç kere daha seslendi ama karşılık veren olmadı. taeyong'un gözleri dolmaya yer arıyorlardı zaten, doldular.

o sırada komodinin üstündeki telefonunu gördü. aldı telefonu, ten'i aradı hemen. telefon iki kez çaldıktan sonra kapandı. hemen sonra bir kapının açıldığını duydu taeyong. ardından ten gözüktü yatak odasının kapısının önünde.

taeyong'un ağladığını fark ettiğinde ona doğru koştu hemen. eğilip gözyaşlarını sildi. "neden ağlıyorsun hyung?" ten'in canından can gidiyordu. taeyong ten'in koluna tutunduğunda, kafasını göğsüne yasladı ve kafasını okşadı ten.

"ağlama canım, buradayım ben ağlama." birkaç dakika sonra sakinleştiğinde, başını biraz geri çekip ten'e baktı ve yatağın boş kısmını patpatladı.

ten hemen yatağa çıkıp yaklaşabildiği kadar yaklaştı ve kolları arasına aldı taeyong'unu. "kötü bir rüya gördüm ten." sen benden gidiyordun demeye dili varmadı. "uyandığımda seni yanımda görmeyince korktum."

taeyong'unun kollarını okşuyor ten, "tamam, sorun yok hyung. uyuyabilirsin, buradayım ben." ten gülümsüyor taeyong'a, güven verici bir gülümseme.

"gitmesen olur mu ten?" oturup ağlamak istedi. ten sadece saatlerce ağlamak istedi ama yapamazdı. gülümseyip taeyong'un yara izini öpmekle yetindi, "gitmeyeceğim canım. buradayım ben, gitmeyeceğim hiç."

taeyong ten'in elini tutarken uyuyakaldı. yorgundu taeyong, çok yorgundu. uyuyuveriyordu hemen. ama ten uyuyamadı. taeyong uyuyana kadar ellerini okşadı, bazen saçlarını öptü.

taeyong uyuduktan sonra sessiz sessiz ağladı. taeyong'u uyanmasın diye hıçkıramadı bile. taeyong'a baktıkça daha da ağladı, gözleri şişene kadar ağladı. sonra yorgunluktan herhalde, uyuyakaldı.

uyanıp gözlerini açtığında ona bakan taeyong'la karşılaştı. gözleri buluştuğunda gülümsedi taeyong, "günaydın." doğruldu ten, taeyong'un yanağını öptü, "günaydın hyung."

yataktan inip camları açtı ten odanın havalanması için. "kahvaltıda ne istersin hyung?"

,

o gün ten evden hiç çıkmadı, hatta direkt yataktan çıkmadılar desem daha doğru olur. ten kahvaltıyı hazırladıktan sonra yatakta yediler.

birlikte dizi izlediler, kitap okudular, öğle yemeği yediler, ten bilgisayarını almış çalışırken taeyong onu izledi. hava kararmaya başladığında bilgisayarını kenara koyup gerindi ten.

taeyong onu izlerken gülümsedi, elini ten'in kafasına yerleştirip okşadı saçlarını. ten öyle bir rahatladı ki anlatamam. taeyong'un, saçlarını en son böyle sevmesinin üstünden günler geçmişti.

huzurla doldu ikisinin de içi. uzanıp sımsıkı sardı ten kollarını hyung'una. taeyong da karşılık verdi sarılışına. günler sonra ilk kez, ikisi de uyanıkken sımsıkı sarıldılar.

sonra bahçeye çıkmaya karar verdiler. ten taeyong'u çıkardı bahçeye ve salıncağa oturttu. içeriden bir şişe ile iki kadeh getirip taeyong'a verdi. taeyong kadehlerini doldururken içeriden battaniyeyi getirdi ten.

taeyong'a bitişik bir şekilde oturup battaniyeyi üstlerine örttükten sonra kadehini aldı. kadehlerini hafifçe tokuşturduklarında güldü ten, taeyong da onun güzelliğine güldü.

geç saatlere kadar oturdular salıncakta. ara sıra öpüştüler, bazen taeyong ten'in bacağını okşadı. ikisinin de gözleri kapandığı sıralarda kalktı ten. taeyong'u yatağa götürdü ve yatağa girip göğsüne yattı, elini tuttu taeyong'un.

belki şu an bu konuşmayı yapmanın sırası değildi ama kendini tutamadı ten.

"zor olduğunu biliyorum hyung, yemin ederim çok zor olduğunun farkındayım ama lütfen benden uzaklaşma. ne olursa olsun ben yine seni seveceğim.
hep senin için burada olacağım.

birlikte olduğumuz sürece her şeyi atlatırız hyung, yeter ki kendini soyutlama. konuşurken bana bir tane bile gülümsemediğinde kalbim çok acıyor. artık bana canım da demiyorsun."

birkaç gözyaşı ıslattı taeyong'un tişörtünü. taeyong ten'in saçlarını öptü, "seni seviyorum canım." ten'in dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme.

bıraksam saatlerce düşünürlerdi, hatta ten biraz daha ağlardı. taeyong da dayanamaz ağlardı ama bırakmadım. yorgunlar ya uyudular hemen.

,

"bu kadar yakışıklı olman gerçekten haksızlık hyung." taeyong'un yanağını okşarken konuşmuştu ten. ellerine birer öpücük kondurduktan sonra tekerlekli sandalyeyi taeyong'un önüne kadar getirip taeyong'u oturttu sandalyeye.

bugün duruşma günüydü. ten günlerdir adam akıllı uyumuyordu bile. başka hiçbir davaya da katılmamıştı, yalnızca buna odaklıydı. umutluydu da. mahkeme salonundan alınlarının akıyla çıkacaklarına da emindi.

karşı tarafın ve taeyong'un kazayı anlatışını defalarca dinlemişti. karşı tarafta bazı çelişkilere de rastlamıştı. kendine hiç olmadığı kadar güveniyordu.

taeyong'u arabaya bindirdi ve yollarına aşina olduğu mahkeme salonuna bu sefer kendi davası için sürdü. yolda bilgisayarı açtı taeyong ve ifadesini gözden geçirdiler tekrar.

evet dedi taeyong, her şey böyle oldu. vardıklarında arabadan inmeden önce bir kez dudaklarından bir kez de alnından öptü ten taeyong'u.

"karşı taraftakiler avantaj için seni kışkırtmaya çalışacaklar hyung, onlara aldırma. onlara bakma bile. ben sana söylemeden asla konuşma, hakimin sözünü asla bölme. merak etme hakkımız olanı alacağız. iyi olacağız, çok iyi olacağız." sımsıkı sarıldılar ve indiler arabadan.

ten taeyong'un sandalyesini sürerken mahkeme salonuna girdiler. zaten salonda olan üç suçluya baktı ten. onlara olan öfkesini yitirmiş değildi ama belli etmedi. içindeki intikam ateşi daha çoktu zaten. biricik hyung'unun intikamını almalıydı.

ten ve taeyong yerlerine geçtiler, bir süre sonra duruşma başladı. duruşma iyi gidiyordu, avantaj ten'deydi. ten ayakta, hakime bakarak konuşurken taeyong'un sık sık nefes almaya başladığını fark etti. yüzü de kızarmıştı.

biraz su içirdi ten taeyong'a. endişelendi, sağlık ekiplerini aramaya kalktı ama durdurdu onu taeyong, iyi olduğunu söyledi. ara verildi duruşmaya.

ten taeyong'u boş bir odaya götürüp dizlerinin önünde yere çöktü ve ellerini tutup öptü. sakinleştirdi hyung'unu. duruşma tekrar başladı.

birkaç saatin sonunda derin bir nefes aldı ve taeyong'a döndü ten, sıkıca sarıldılar.

zor olmuştu, baya cebelleşmişti ten ama sonunda karşı tarafa hapis cezası verilmişti. ten hiçbir zaman başka birinin kötülüğünü isteyen biri olmamıştı ama taeyong'unu bu hâle getirenler bunu hak ediyordu.

çabucak çıktılar salondan. arabaya bindiklerinde dudaklarından öptü ten taeyong'u yine. taeyong ten'e teşekkür ettiğinde sımsıkı sarıldılar. "asıl ben teşekkür ederim hyung. benimle olduğun için ve beni sevdiğin için, teşekkür ederim."

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin