cold

323 51 75
                                    

dört gün sonra, taeyong ve ten tamamen yerleşmişti evlerine. çok büyük olmayan, tek katlı ve bahçeli hatta havuzlu bir ev.

dekorasyonu insanın içini ferahlatıyor, uçaktan inip yeni evlerine geldiklerinde ten'in ilk düşündüğü bu olmuştu.

evlerine vardıklarında bavullarını bir kenara bırakıp eskisine kıyasla daha büyük yataklarına -ten'in getirdiği nevresimi serip- girmişlerdi. yan yana yatıyorlardı.

ten burada yapmak istediği şeylerden bahsediyordu, taeyong yüzündeki gülümsemeyle oğlanını dinliyordu. bir süre sonra ikisi de öylece tavana bakıyorlardı, yine birtakım düşünceler. ten doğrulup taeyong'un dudaklarını öptükten sonra yataktan indi.

"yapılacak çok iş var hyung." odadan çıktığında taeyong da hevesle kalkıp arkasından ilerledi. ten iki kovaya su doldurdu.

yatak odasından başladılar. yerleri süpürdüler, tüm dolapları sildiler. tüm evi böyle temizlediler. çok yoruldular, ama değdi. saat on ikiye gelirken temizlik işi bittiğinde ikisi de fena acıkmıştı.

yemek yapmaya üşendikleri için -ve evde zaten yemek yapacak malzeme olmadığı için- üstlerine ceketlerini alıp kendilerini dışarı attılar.

caddede gezine gezine giderken rastladıkları makarnacıda yemek yediler. marketten bir şişe şarap ve iki kadeh alıp eve döndüler.

henüz yerleştirmedikleri bavullarından pijamalarını çıkarıp giydikten sonra bahçedeki salıncağa oturdular. ten kadehlere şarabı dökerken taeyong içeriden bir battaniye getirdi.

yan yana oturdular, salıncak büyüktü ama sıkışmayı tercih ettiler. içtiler ve biraz yıldızları izlediler. genelde konuştular, ara sıra öpüştüler, bazen taeyong ten'in bacağını okşadı.

ten çok uykusu geldiğini bahane edip taeyong'a onu taşıması için yalvardı. taeyong kollarını sırtının ve dizlerinin altından geçirip ten'ini kucağına aldı, yatak odasına geldiklerinde ten'i yatağa fırlattı.

ten sızlanırken taeyong güldü. yatağa girip ten'i kendine doğru çekti. yanağına bir öpücük bıraktı ve karnını okşayarak uyuttu bebeğini.

yorgun ve baya geç yatmış olmalarından herhalde, saat bire gelirken taeyong uyandı. güneşli ama serin bir gündü, taeyong ve ten'in favorisi.

doğrulup ten'in saçlarını karıştırdı. "uyan ten." ten'in uyanması için biraz uğraşması gerekti. ikisi de aç olduğundan kendilerini dışarı attılar tekrar. yoldaki pastaneden simit alıp yerken markete yürüdüler.

markete vardıklarında bir market arabası aldı ten, kapsamlı bir alışveriş olacağı belliydi. öyle de oldu. alışverişin sonunda iki market arabası da dopdoluydu.

bunları ellerinde taşıyamayacaklarını bildiğinden taeyong bir taksi çağırmıştı. şu an taksiyle evlerine dönüyorlardı. bagaj ve ön koltukta poşetler vardı. çok geçmeden eve vardılar.

poşetleri mutfağa taşıdılar. ceketlerini çıkarıp üstlerindekileri birer tişört ve şortla değiştirdiler. aldıkları her şeyi silip yerleştirdiler. neyi nereye koyacaklarına da karar vermekle uğraştıkları için biraz uzun sürdü.

dört saatin sonunda bitmişti her şey. birlikte yemek yapıp yediler, kısa bir dinlenmeden sonra yatak odasına gittiler. kıyafetlerini yerleştirdiler. ten T harfi stickerlarını yatağın karşısındaki duvara yapıştırdı yine.

bu sefer endişe duymadan kenarlarına desenler çizdi. çok vakit kaybetmeden dışarı attılar kendilerini yine. kasklarını takıp motora bindiler.

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin