eyes

292 46 60
                                    

üç sene daha geçti. 2011 yılının ekim ayında, akşam yediye doğru ten taeyong'u aradı. "merhaba hyung, ne yapıyorsun?"

"şimdi hastaneden çıkıyorum ten, eve gideceğim. işin bittiyse seni de alayım?" gülümsedi ten. olur, dikkatli ol dedi hyung'una. sonra beklemeye başladı.

ten'in tahmin ettiği gibi, on beş dakika sonra varmıştı taeyong. ten hemen dışarı çıkıp kaskını taktı ve motora bindi. kollarını taeyong'un beline sardı, "merhaba hyung."

gülümsedi taeyong, tabii kasktan gözükmüyordu. "merhaba canım." sonra sürmeye başladı taeyong. kısa süre içerisinde vardılar eve. ten indi ve hemen eve koştu.

sabah, evden çıkmadan önce portmantoya koydukları poşeti alıp taeyong'a koştu.

hastaneden arkadaşının doğum gününe gidiyordu taeyong. ten'e onunla gelmesini teklif etmişti ama ten önemli bir dava üzerinde çalıştığını söyleyip reddetmişti.

motorun arkasını açıp poşeti yerleştirirken konuştu. "dikkatli ol hyung, tamam mı? lütfen hız yapma. yaparsan, küserim."

poşeti yerleştirdikten sonra, hâlâ motorun üstündeki taeyong ten'in dudaklarına küçük bir öpücük kondurduktan sonra konuştu. "bana bir şey olmaz ten."

taeyong'un her gün böyle söyleyip sırıtması ten'in sinirlerini bozuyordu, bu yüzden taeyong'un koluna yumruğunu geçirirken bir saniye bile tereddüt etmedi. "ah! çok acıdı ten."

şimdi de taeyong onunla dalga geçiyordu, ten buna daha fazla katlanamazdı! dönüp gidecekken kolundan çekilmeseydi tabii. "tamam sevgilim, çok dikkatli olacağım."

"aferin, ayrıca lütfen geç kalma tek başıma kalınca canım sıkılıyor." ten'in saçlarını okşadıktan sonra konuştu tekrar, "erken geleceğim merak etme."

kolunu ten'in beline sarıp ten'i daha yakınına çektikten sonra dudaklarına bir öpücük daha bıraktı taeyong. ten geri çekildikten sonra kaskını takıp motoru çalıştırdı ve uzaklaştı.

ten, gözden kaybolana kadar taeyong'u izledikten sonra evlerine girdi.

gözlerini bembeyaz bir odaya açtı taeyong. ne olduğunu kavramaya çalışırken ten'i gördü, rahatlayacak gibi oldu ama ten'in kıpkırmızı, şişmiş gözlerini görünce rahatlayamadı aksine endişelendi.

konuşmak istedi ama konuşamadı taeyong. boğazı nasıl da kurumuştu böyle. dudaklarını kıpırdatabildi sadece. ten çok hafif doğrulmasını sağlayıp su dolu bardağı dudaklarına getirdiğinde anca birkaç damla içebildi.

ama bu birkaç damla ona o kadar iyi geldi ki anlatamam. boğazlarının yumuşadığını hissettiğinde konuşmaya çalıştı, "t-ten." sesi çatallıydı. ten'in gözleri doluydu.

taeyong hastanede olduğunu anlamıştı. en son yaşadıkları birer birer doluyordu aklına. tekrar ten'e baktı taeyong. ten bir yandan ağlıyordu, bir yandan taeyong'un saçlarını okşuyordu.

taeyong, herhalde uyandığım için mutluluktan ağlıyor diye düşünmek istedi ama hayır. tanıyordu ten'ini. ten çok içli ağlıyordu, bir sorun vardı.

parmaklarını oynatıp ten'in elini tutmaya çabalarken çatallı sesiyle konuşmaya çalıştı taeyong. "ten ne o-oluyor?" öksürüyor, " ne-neden ağlıyorsun?"

ten toparlanmaya çalışıyor, kendi kendine hakaretler ediyor içinden. "salak ten kendine gel, kes ağlamayı." diyor ama yok, yapamıyor.

gülümsemeye çalışıyor, biraz daha eğilip taeyong'un alnına hafif bir öpücük konduruyor, "yok bir şey hyung, ağlamıyorum ben." taeyong korkuyor, taeyong çok korkuyor.

doğrulmaya çalışacakken doktor geldiğinde serbest bırakıyor kendini. doktor taeyong'la konuşuyor biraz, bazı şeyler yapıyor, hemşireler girip çıkıyor. sonra ten'i dışarı çağırıyor doktor.

taeyong sinirleniyor, daha o bile konuşamamıştı ten'iyle. kısa süre sonra ten giriyor içeri, tek başına. rahatlıyor taeyong sonunda yalnız kalabildikleri için ve konuşabilecekleri için.

ten hemen yanı başına geliyor, artık ağlamıyor ama gözleri şişmiş, kıpkırmızı. saçları da dağınık ten'in, kıyafetleri de düzgün değil. taeyong, ten'in evden aceleyle çıktığını anlıyor.

ten gelince yana kaymak istiyor yanına yatabilmesi için ama ten onu durduruyor. kenardaki sandalyeyi çekip ona oturuyor. taeyong'un yanaklarını okşuyor, "neler olduğunu hatırlıyor musun hyung?"

taeyong başını sallıyor onaylarcasına. ten titrek bir nefes alıyor, tekrar konuşmaya başladığında sesinin de titrediğini fark ediyor taeyong. "kazanın nasıl olduğunu biz bilmiyoruz, tek bildiğimiz çok şiddetli olduğu."

ten yanağını okşamaya devam ediyor. "kaza sırasında kaskın başından çıkmış hyung, öyle şiddetli bir kaza." ten'in sesi şimdi daha da titrek. bir şey var. taeyong biliyor, ten'in ona söyleyemediği bir şey var.

"kaskın çıkınca, kafanı çarpmışsın hyung." ten'in dudakları titriyor, gözleri doluyor. "aldığın darbe beynindeki bazı yerlerin hasar görmesine neden olmuş."

ten orada canını vermek istedi. lütfen dedi, benim şu an canım alınsın ama taeyong sağlıklı olsun ve ben onunla bu konuşmayı yapmak zorunda kalmayayım.

"en çok hasarı bacakların almış hyung." şimdi ten ağlıyor, taeyong'un gözleri doluyor. ne olduğunu anlamış gibi ama yanılmak istiyor, yanlış anlamışımdır diyor kendi kendine.

ten devam etmek istemiyor ama taeyong hâlâ ona bakıyor devam etmesi için. "bir süre yürüyemeyecekmişsin." taeyong donuyor. hayır bunu böyle duymak istemiyor.

bacaklarını hareket ettirmeye çalışıyor ama yok, bebek mavisi pikenin altında hiç hareket yok. taeyong çok korkuyor. dehşete düşmüş bir şekilde bakıyor ten'e. "o-oynatamıyorum bacaklarımı."

ten daha çok ağlıyor. ellerini tutuyor taeyong'un. sakinleştirmeye çalışıyor. ama yok, taeyong delirmiş gibi.

"hareket etmiyorlar ten!" taeyong kabul etmek istemiyor. ten taeyong'u böyle görmek istemiyor, kalkıp gitmek istiyor ama hyung'unu bırakamaz ki.

şimdi taeyong ağlıyor. yumruklarını öyle bir sıkıyor ki, bembeyaz oluyor eli. ten korkuyor. açmaya çalışıyor sıktığı ellerini. konuşmak istiyor ama konuşamıyor da. ne dese yanlış olacakmış gibi hissediyor.

taeyong'un ellerini okşarken ağlamasına eşlik etmekle yetiniyor sadece. taeyong saatlerce kendine ağlıyor. ten saatlerce canına ağlıyor.

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin