touch

257 48 63
                                    

iki haftaya yakın bir süre geçti.
düzenleri tamamen değişmişti. ten artık eskisinden daha erken uyanıyor ve işe hazırlanmanın yanı sıra yemek de yapıyordu. taeyong'u öptükten sonra çıkıyordu evden ve taeyong yapayalnız kalıyordu.

bazı günler ten gitmeden, beni salona götürebilir misin diye soruyordu. ten taeyong'u salondaki koltuğa oturttuktan sonra telefonunu ve kitaplarını koyuyordu yanındaki sehpanın üstüne. böyle vakit geçirmeye çalışıyordu taeyong.

öğle saatlerinde eve geliyordu ten. ne salondan ne de yatak odasından dış kapı gözükmediği için, eve geldiğinde "evdeyim!" diye bağırmayı alışkanlık edinmişti.

elini yüzünü yıkayıp taeyong'un yanına geliyordu ve sarılıyorlardı hemen. görüşmeyeli birkaç saat oluyordu sadece ama çok özlüyorlardı birbirlerini.

sonra ten mutfağa gidip yemekleri ısıtırken taeyong okuduğu bir kitaptan veya izlediği bir videodan bahsediyordu. ya da ten yolda gördüğü kedinin sevimliliğini veya davalarından birini anlatıyordu.

ten elinde yemeklerle döndüğünde karşılıklı oturup yiyorlardı. yemek bittiğinde ten bulaşıkları mutfağa geri götürüyor ama yıkamaya vakti olmadığından öylece bırakıyordu.

taeyong'un yanına gidip sarıldıktan sonra çantasını alıp çıkıyordu. taeyong yine yalnız kalıyordu. hava tam anlamıyla kararmadan eve geliyordu ten. kravatını rastgele bir yere fırlatıp ceketini çıkardıktan sonra taeyong'un yanına kıvrılıyordu.

koltuk ikisinin sığabileceği kadar büyüktü. belki biraz sıkışıyorlardı ama bu bir sorun olmanın aksine ikisinin de hoşuna gidiyordu. taeyong ten'e gününün nasıl geçtiğini soruyordu. ten anlattıktan sonra taeyong da anlatıyordu.

taeyong daima ten'in belini okşuyordu. ten kafasını yasladığı göğsüne -ne kadar tişörtün üstünden de olsa- öpücükler konduruyordu. biraz böyle vakit geçirdikten sonra ten kalkıp bulaşıkları yıkıyordu ve akşam yemeği yiyorlardı.

yemekten sonra ten yine taeyong'un göğsüne kıvrıldıktan sonra televizyon izliyorlardı. ten kalkıp biraz çalışacağını söylüyordu ve onunla gelmek isteyip istemediğini soruyordu taeyong'a.

taeyong tabii ki istiyordu. sabahtan akşama kadar ten'sizdi zaten. birkaç saat daha öyle olmayı kaldıramazdı. ten taeyong'u sandalyesine yerleştirip çalışma odasına gittikten sonra biri bir masaya biri bir masaya geçiyordu.

ten davalarını incelerken taeyong bazı araştırmalar yapıyordu, makaleler okuyordu. yeni şeyler öğrenmeye çalışıp notlar alıyordu. bazen de ten'le birlikte çalışıyorlardı. ten taeyong'a anlatıyordu davayı ve birlikte akıl yürütüyorlardı.

senelerdir ten yanındaydı sonuçta, hukuk fakültesini onunla bitirmişti, ilk davasına girmeden önce bile taeyong öpmüştü onu. kapmıştı ten'den bir şeyler.

bir süre çalıştıktan sonra uykusu geliyordu ten'in. yorgunluktan gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu ama yine de gülümsüyordu taeyong'a. yatak odasına girdikten ve pijamalarını giyip yatağa çıktıktan sonra ten kafasını taeyong'un göğsüne yaslayıp sarılıyordu yine.

taeyong da ten'in saçlarını sevip öpücükler konduruyordu, uyuyorlardı.

bazı günlerde ise -haftanın üç günü- taeyong da ten'le birlikte erkenden çıkıyordu evden. ten önce onu fizik tedaviye bırakıyor, ne kadar taeyong'un yanında olmak istese de mecbur işe gidiyordu.

taeyong onu arayıp işinin bittiğini söylediğinde çabucak taeyong'un yanına gitmek için ne işi varsa aceleyle bitiriyor ve biniyordu arabasına. yolda taeyong tedaviyi anlatıyordu ve ten yüzündeki kocaman gülümsemeyle onu dinliyordu.

ten iki kere gidip gelmesin diye bu günlerde öğle yemeğini biraz erken yiyorlardı. ardından ten taeyong'u öpüp gidiyordu yine.

bir gün, ten akşama doğru taeyong'u arayıp bugün eve biraz geç kalabileceğini, onu beklemesine gerek olmadığını ve onu sevdiğini söyleyip kapattı. "tamam, kendine dikkat et ten. ben de seni seviyorum." dedi taeyong.

ara sıra böyle oluyordu, duruşma uzadığında veya meslektaşıyla ortak yürüttükleri bir dava olduğu zaman. bu yüzden sorun değildi. taeyong ten'i beklemek istedi. yorgun geleceğini biliyordu ya, sarıp sarmalamak, iyi hissettirmek istedi.

birkaç saat sonra, on ikiye doğru eve geldi ten. kapıyı sessizce açtı ve olabildiğince sessizce girdi içeri. ceketini çıkarıp salona girdiğinde mışıl mışıl uyuyan bir taeyong görmeyi beklerken gözlerini kocaman açmış, ona bakan taeyong'u görünce gülümsedi yorgunca, "merhaba hyung."

taeyong kollarını açtığında bir saniye bile beklemeden girdi taeyong'un kollarının arasına. "merhaba canım, eve hoş geldin." biraz günlerinin nasıl geçtiği hakkında konuştular.

bir süre sonra ikisi de gözlerini zar zor açık tutarken yatmış, televizyondaki haberleri izliyorlardı. beş dakikaya kalmadan uyuyacaklardı belki ama gerçekten, ikisi de yatağa gitmek için çok üşengeçti. bir gün burada yatsalar sorun olmazdı ayrıca.

ten yavaş yavaş kendini uykuya teslim edecekken televizyonda gördüğü haberle kumandaya uzandı hemen. kumandayı alacakken taeyong'un eli ten'in elinin üstüne kapanmasaydı değiştirecekti kanalı. şimdi ikisinin de uykusu uçup gitmişti. taeyong pürdikkat televizyona bakıyordu.

"ünlü avukat lee ten'in bayılması meslektaşlarını endişelendirdi! hastaneye kaldırılan lee'nin yorgunluktan bayıldığı düşünülüyor. hastanede geçirdiği birkaç saatin ardından ayrılan lee henüz bir açıklama yapmadı."

taeyong şimdi ten'e çeviriyor kafasını, dehşete düşmüş. ten doğrulmuş, oturuyor koltukta ve üzgün, yapmaması gereken bir şeyi yapmış bir çocuk gibi, taeyong'un gözlerine bakmaya utanıyor. "ten?" "hyung, önemli bir şey olmadığı için seni endişelendirmek istemedim."

taeyong biraz daha dehşete düşüyor. "önemli bir şey değil mi? sen bayılmışsın ten ne demek önemli değil!" aslında taeyong gerçekten bağırmak istemiyor ama istemsizce yüksek çıkıyor sesi.

ten taeyong'un ellerini kendi elleri arasına alıyor, "lütfen hyung. başım dönmüş bayılmışım yani hiç önemli bir şey değil. hemen geçti zaten bak eve geldim hemen."

taeyong, "ama bana söylemeliydin." diyecekken bir anda aptallığının farkına varıyor ve konuşmuyor. oğlanı zaten zor bir gün geçirmiş. olan olmuş çoktan.

böyle yapıp neden daha çok üzüyor ve yoruyorsun aptal taeyong diyor kendi kendine. bunları aklından geçirirken zaman geçiyor ya biraz, ten hâlâ ona bakıyor, kafası karışmış.

yavaşça kendine çekiyor taeyong onu. sımsıkı sarılıyor, alnından öpüyor defalarca. elleri durmadan sırtını, belini, kollarını okşuyor. o gece orada yatıyorlar, ten uyuyakalıyor ama taeyong uyumuyor.

dakikalarca düşünüyor, düşündükçe dehşete düşüyor. farkında olmadan, birkaç dakika arayla ten'in yüzüne öpücükler konduruyor ve bir karar alıyor.

aslında daha önceden aldığı ama geçiştirdiği kararını gün yüzüne çıkarıyor tekrar.

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin