ice

271 51 22
                                    

anca bir hafta sonra eve dönebildi taeyong. ten birkaç kez kıyafet almak için gelmişti eve. taeyong'un yanında yatıp kalkıyordu günlerdir.

tüm davalarını erteletmişti. yalnızca taeyong'la ilgileniyordu. hastanedeki bir hafta hep çok soğuktu taeyong. ten ona hak veriyordu, anlıyordu hyung'unu, bir şey diyemiyordu ama içi gidiyordu.

bu bir hafta içerisinde konuştuklarını toplasan, normalde bir gün içinde konuştukları kadar bile etmez. taeyong doktorlarla bile ten'den daha çok konuşmuştu. ten'in anlayamadığı terimler geçiyordu hep cümlelerde.

taeyong şu an yürüyemezdi ama tedavi görecekti, büyük bir ihtimal olmasa da bu tedavinin sonucunda yürüyebilirdi.

ten çok umutluydu, taeyong'un tekrar yürüyeceğine güveni tamdı. fakat taeyong o kadar da umutlu değildi. sonuçta kendisi de doktordu, neler olduğunu biliyordu. kim bilir kaç hastasını böyle diyerek umutlandırmıştı... sonuçlar her zaman olumlu olmuyordu.

hastanede oldukları süre boyunca taeyong bir sürü telefon almıştı. tanınmış bir doktor olduğundan seveni çoktu. telefonu hiç susmadı ama hiçbiriyle de konuşmadı taeyong. ten cevap verdi hepsine.

ayrıca direkt hastaneye gelen arkadaşları da vardı. taeyong hiçbiriyle görüşmek istemiyordu. ten hepsine nazik bir şekilde taeyong'un müsait olmadığını söyledi, geçmiş olsun dileyip gittiler onlar da.

odanın her yeri "geçmiş olsun" notlu çiçeklerle doluydu. bir gün uyandığında, taeyong bunlara dayanamadığını hissetti. bağırdı, çığlık attı, ağladı. ten korktu, onunla birlikte ağladı. tüm çiçekleri alıp attılar, oda eski hâline döndü.

ten bunu nasıl atlatacaklarını gerçekten bilmiyordu. taeyong ile konuşmak istiyordu. ama onu yanlış anlar da araları bozulur, taeyong onu sevmez diye o kadar korkuyordu ki ağzını bile açamıyordu.

ellerini okşuyordu. uyuyorken ve uyanıkken ellerini okşuyordu hep, saçlarını okşuyordu, yanaklarını seviyordu, yanaklarını ve alnını öpüyordu. taeyong konuşmaya pek yanaşmıyordu ya, böyle göstermeye çalışıyordu sevgisini.

taeyong, ten onu ne zaman öpse dolan gözlerini saklamaya çalışıyordu. ten'e haksızlık ettiğini biliyordu ama bir şey de yapamıyordu ki. ne yapsa bilemiyordu.

ten bu bir hafta taeyong'un hep kazayı ve bacaklarını düşündüğünü düşünüyordu ama yanılıyordu. taeyong'un aklının merkezinde ten vardı. ne olacaktı şimdi?

ten taeyong'u çok seviyordu, onu bırakmak istemeyeceğini biliyordu taeyong ama bırakmalıydı. kendi masrafları vardı, şimdi taeyong'unkiler ve göreceği tedavinin masrafları da eklenmişti üstüne.

kalkamazdı ki altından. kıyamazdı taeyong ten'e, yorulmasını istemezdi.

ten bilmiyordu, taeyong geceleri uyandığında yanındaki küçücük koltukta rahatsız bir şekilde uyuyan ten'e baktığında ağlıyordu hep, dayanamıyordu.

şimdiden çok yorgun gözüküyordu. kafasını en çok meşgul eden şeyi biliyordu aslında taeyong. kazaya sebep olan kişileri düşünüyordu.

taeyong ile bir kez, polisler gelip taeyong'u kısa bir şekilde sorgulamadan önce bunun hakkında konuşmuşlardı. kaza yerini gören bir kamera olmadığı için tamamen kazazedelerin ifadelerine göre hüküm verilecekti.

taeyong'un anlattığına göre, gerçekten normal bir hızda giderken bir anda araba çıkmış karşısına. ne olduğunu anlayamamış, şaşırmaya veya motoru durdurmayı akıl etmeye vakti bile olmamış.

arabayla çarpıştıklarını ve çok fazla gürültü olduğunu hatırlıyormuş sadece. taeyong sözlerini bitirdikten sonra ten onun alnına bir öpücük bırakmış, "dinlen." deyip çıkmıştı odadan.

ten'in öğrendiğine göre arabada henüz saatin geç olmamasına rağmen sarhoş üç kişi varmış. zengin iş adamının oğlu ve arkadaşları. ten, araştırdığında daha önce de böyle vakaları olduğunu ama bir şekilde üstünün kapatıldığını öğrendi, delirecek gibi hissetti.

taeyong'a söylemedi ama söz verdi ona, en ağır cezayı almalarını sağlayacaktı. davanın vaktini, taeyong'un henüz kazanın etkisini üstünden atamadığı gerekçesiyle uzattı. bu süre içerisinde boş olduğu her an araştırmalar yaptı.

her neyse. bu yüzden hastanedeyken koydu aklına taeyong. konuşacaktı ten'le, seoul'e dönecekti. ten tekerlekli sandalyesini sürerken de bunları düşünüyordu taeyong.

hava kararmıştı, yatak odasının ışığını açıp yatağa ulaştığında durdu ten ve taeyong'un önüne geçti, "tutun bana hyung." taeyong ten'in omuzlarına tutundu, ten onu belinden destekledi.

henüz alışamadıklarından olsa gerek, biraz zor oldu ama sonunda yatağa çıktı taeyong, sırtını yatağın başlığına yasladı. ten taeyong'un en sevdiği pijamalarını giydirdi. kendi de pijamalarını giyip telefonunu yanına aldı.

taeyong'a yaklaşabildiği kadar yaklaşıp bağdaş kurdu. "duruşma yaklaşıyor, bu yüzden kazanın üstünden geçeceğiz hyung, tamam mı?" taeyong kafasını salladı.

ten ses kaydını başlatıp telefonu kenara koydu ve taeyong'un ellerini tuttu, "başlayabilirsin." taeyong söyleyeceği her şeyin faydası olacağını bildiği için hafızasını sonuna kadar zorlayıp hatırlayabildiği her şeyi anlattı.

ten, onun için çok zor olduğunu biliyordu. bu yüzden konuştuğu süre boyunca ellerini okşadı. bitirdiğinde kaydı bitirdi ve telefonu yatağın yanındaki komodinin üstüne koydu.

"uyuyalım mı hyung?" taeyong kafasını salladığında gülümsedi ve taeyong'un yatıp, kafasını göğsüne yaslamasını sağladı ten. sarmaladı hyung'unu, saçlarına bir sürü öpücükler kondurdu.

taeyong uyuduktan sonra yavaşça indi yataktan. telefonunu alıp taeyong'un yüzüne baktı, alnını öpüp çıktı odadan ve çalışma odasına ilerledi.

sessizce kapattı kapıyı ve çalışmaya başladı. 3 kişinin de sorgudayken kaydedilmiş videolarını izledi bir sürü kez. tüm şüpheli hareketlerini not aldı.

taeyong'un ses kaydıyla karşılaştırdı. saatlerce aynı sesleri dinlemekten -taeyong'unki hariç- midesi bulandı ama durmadı. uykusu geldi ama uyumadı.

kendine bir kahve yapıp geçiştirdi uykusunu. mahkeme günü yaklaşıyordu, taeyong'u en iyi şekilde savunmalıydı.

when the wild wind blows, taeten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin