aradan birkaç gün geçti. ten'in söylediği gibi, taeyong böyle düşünceleri aklına bir kere bile getirmedi. düzenlerinde değişen pek bir şey olmadı. birbirlerini yine çok fazla sevmeye devam ettiler.
taeyong tedaviye devam ediyordu ama pek umudu yoktu. aylar geçmişti, kayda değer bir ilerleme görememişlerdi henüz. bu yüzden ten'e, tedaviye devam etmezse sorun olmayacağını, parasının boşa gittiğini anlatmaya çalışmıştı.
ama ten ona şiddetle karşı çıkmış ve tedaviye devam edeceğini söylemişti. taeyong da bir şey diyememişti daha. ten'in ne kadar inatçı olduğunu biliyordu çünkü.
yağmurun şiddetle yağdığı bir gün ten eve normalden biraz daha geç gelip "evdeyim!" diye bağırmıştı yine. taeyong salonda kollarını açıp ten'ini beklerken, ten taeyong'un kollarının arasına girmek yerine kucağına küçücük bir şey bırakmıştı.
dört ayağı, bir kafası ve bir de kuyruğu vardı. taeyong önce kucağındakine sonra da ten'ine baktı, henüz anlayamamış. ten kravatını gevşetip koltuğun önünde dizlerinin üstüne çöktü ve taeyong'un kucağındaki küçücük kediyi okşadı.
"eve gelirken gördüm hyung, bir bankın altına saklanmış yağmurdan korunmaya çalışıyordu. arabaya alıp biraz bekledim belki annesi gelir diye ama gelmedi. biz de veterinere gittik hyung. aşılarını yaptırdık. çok güzel değil mi?"
taeyong kafasını sallıyor onaylarcasına. biraz şaşkın çünkü gerçekten bu kedi çok güzel ve gerçekten ten kediye hayran olmuşçasına bakarken çok fazla güzel.
ellerinin arasına alıyor kediyi, bir avcuna bile sığıyor neredeyse, o derece küçük. tanıyordu taeyong bu kediyi, siyam kedisiydi. yeni doğmuş gibiydi, biraz çekingen gözüküyordu.
taeyong gülümsedi kedinin kafasını okşarken, bunu gören ten de gülümsedi. "çok güzel ten, sana benziyor." kıkırdadılar birlikte, ten ayağa kalkıp yatak odasına gitti.
kıyafetlerini değiştirirken taeyong da kediciğini sevdi. artık üç kişi olmuşlardı, artık ten işe gittiğinde taeyong evde yalnız kalmayacaktı.
saatlerce düşünmelerine rağmen ismine karar veremedikleri kedi birkaç gün boyunca taeyong ve ten'in yatağına ortak oldu. hafta sonu geldiğinde üçü birlikte çıktılar dışarı.
alışveriş merkezine geldiler ve ten taeyong'un sandalyesini sürerken, taeyong'un kucağında duran kedicik için alışveriş yaptılar. kediciğin pek umursadığı söylenemez. kendisi taeyong'un sıcacık kucağında yatarken boş boş etrafa baktı sadece.
evet, geldiği ilk günkü gibi çekingen değildi artık ama tam anlamıyla alışmış da değildi. kedi için alışverişi bitirdikten sonra ev alışverişi de yaptılar. biraz zor oldu ama sorun değildi. her zaman böyle çıkıp alışveriş yapmıyorlardı sonuçta.
ev alışverişi de bittiğinde bir restorana girdiler. taeyong, ten ve kendisi için sipariş verirken ten aldıklarını arabaya yerleştirmeye gitti. yemeklerini yedikten sonra eve döndüler, yorulmuşlardı.
biraz boş boş oturdular, ten davasına çalıştı, taeyong kediyle oynadı. sonra uyudular, kedi bugün ona alınan yatağında yatmak yerine taeyong ve ten'in arasında yatmayı tercih etti.
aradan birkaç gün daha geçti. aylardan aralık, günlerden perşembe yağmurlu bir gündü. taeyong uyanıp sisli havayı gördüğünde huzursuz hissetti. ten'i uyandırdıktan sonra cama bakmamaya dikkat etti.
kahvaltı yaptıktan ve ten evden çıktıktan sonra baş başa kaldılar taeyong ve kedi. salondaydılar. kedi saçma sapan hareketler yapıyor, taeyong da onu izliyordu, birlikte oynuyorlardı.
bu geçen birkaç gün içinde alışmıştı kedi taeyong ve ten'e. her an birlikte oldukları için taeyong'a daha da alışmıştı. taeyong'un kucağından inmek istemiyor, daima onunla oynamasını istiyordu. ten ne kadar bunu kıskanıyormuş gibi davransa da, ne kadar memnun olduğunu ne ben anlatabilirim, ne de siz anlayabilirsiniz.
taeyong zaten iyiydi, yavaş yavaş eski hâline dönüyordu ama bu kediyle birlikte daha da iyi olmuştu sanki. yalnız kalmıyordu bir kere, kedi ona eşlik ediyordu hep.
her neyse, taeyong ve kedi oynadılar bir süre, sonra kedi taeyong'un sıcak kucağında uyudu. taeyong kedi'nin tüylerini okşarken televizyon izledi. sonra ten geldi. kedi uyandı, birlikte yemek yediler.
yemek yerken ten, bu üçlünün dünyadaki en harika üçlü olduğuna karar verdi. taeyong ten ve kedi. evet dünyanın en iyi üçlüsü.
yemekten sonra ten taeyong'u alnından öpüp evden çıktı ve taeyong kediyle oynamaya devam etti. başta kucağında olan kedi şimdi televizyon ünitesinde dolaşıyordu. taeyong gülümseyerek onu izliyordu.
kedi bibloların arasından geçip kendi kendine oyun oynamaya çalışırken taeyong'un asla istemeyeceği bir şey oldu. üniteden sehpaya atlarken sehpanın üzerindeki büyük vazoyu üstüne düşürdü.
söylemiştim ya, kedi küçücüktü. taeyong'un tek avcuna bile sığardı. vazonun altında da küçücük kalmıştı şimdi. ufak bedeninden ufak sesler gelirken donakaldı taeyong. çok kötüydü.
koltuktan aşağı attı kendini. nasıl yaptı bilmiyorum, gözü dönmüş gibi hissetti. kediye ulaşmak için kollarının yardımıyla yerde sürükledi kendini.
kedi ağlıyordu, taeyong farkında değildi ama o da ağlıyordu. kedi bağırdıkça hızlanmaya çalışıyordu. şu an ne yaptığının pek farkında olduğu da söylenemezdi. kafasında tek bir şey vardı, kediye ulaşmalıydı.
başardı. bir saniye bile beklemeden vazoyu kenara atıp kucağına aldı kediyi. zorla da olsa sırtını duvara yaslayıp oturduğunda ve ağlayan kediye baktığında fark etti kendinin de ağladığını.
o zaman fark etti kenara attığı lacivert vazonun onlarca parçaya ayrıldığını.
öptü kediyi defalarca kez. gözyaşlarıyla ıslanan tüylerini okşadı ten gelip de onları bu hâlde görene kadar. ten geldi eve, yine "evdeyim!" diye bağırdı. taeyong'un karşılık vermeye hâli yoktu.
ten salona girip de onları bu hâlde gördüğünde çok korktu. ne taeyong ne kedi ne de vazo bıraktığı yerde değildi. ten taeyong'un yanına diz çöktü hemen. ne olduğunu sormaya korktu. taeyong'u ve kediyi kontrol etti bir şeyleri var mı diye, yoktu.
sımsıkı sarıldı taeyong'a. kucağında uyuyakalan kediyi götürdü önce yataklarına. sonra dönüp taeyong'u kaldırdı. banyoya girdiler. taeyong ten'e ne olduğunu anlatırken taeyong'u yıkadı ten. bunu taeyong da yapabilirdi ama ten yapmak istedi.
anlatırken taeyong çok zorlandı, ten çok kırıldı. taeyong'un saçlarını yıkarken elleri köpüklü olduğundan koluna sildi gözyaşlarını.
banyodan çıkıp kediyi ortalarına alarak yattıklarında "özür dilerim." diye fısıldadı. o vazoyu oradan kaldırmayı akıl etmeliydi. taeyong yanağını okşadı ten'in. "senin suçun değildi canım." ten'in bir şey demeye dili varmadı.
"seni seviyorum." diyebildi sadece. taeyong da onu sevdiğini söyledi. ikisi de fısıldadı, yüzlerinden birkaç santim aşağıda yatan kedi uyanmasın diye.