Mağara rutubet kokuyordu. Her taraf örümcek ağlarıyla doluydu. Ateş yakmak amacıyla dizilmiş olan ağaç dallarını ve hemen yanıbaşında ki şilteyi farketmem biraz zaman aldı. Bir süre sonra gözlerimiz karanlığa henüz alışmıştı ki Ryan ateş yaktı. Şiltenin yanında bir kalkan ve bir zırh vardı bunlar biraz önce öldürdüğümüz şövalyelerin zırhlarından değildi. Lysa ve Sylvia da benim gibi mağarayı gözlemlemekle meşgullerdi.
Uzun süren sessizliği bozan yaşlı şövalye oldu.
"Avlanmaya çıkmıştım ve karşıma siz çıktınız leydim. Sizi ilk gördüğümüzde Prens Marcus ve ben avdaydık. Bunca yıl sonra sizi yine avlanırken görmem beni geçmişe götürdü. " adamın suratında buruk bir gülümseme vardı.
Marcus yani Sylvianın aşkı bir prensmiş.
Bu kraliyet şövalyelerinin onu tanımasını açıklıyordu.
"İlk gördüğün Sylvia değilim artık. Marcusun ölümünden sonra ruhum seçimini yaptı Sir. Artık bir şeytanım."
Sylvianın şuana kadar karanlık olmaktan memnun olduğunu sanmıştım ama şimdi kendini bir şeytan olarak adlandırması ve bunu yaparken üzülmesi aslında hiç memnun olmadığını göstermişti.
"Prensi koruyamadım leydim bunun için kendimi asla affetmedim. Sizin şeytan olduğunuza inanmam imkansız. Sizin insanların hayatlarını kurtardığınıza defalarca kez şahit oldum. Tıpkı kardeşinizin beni kurtardığı gibi yüzlerce masumu kurtardınız." Sir ve Sylvianın diyalogları devam ederken Lysanın ne kadar sessiz olduğunu farkettim mağaraya girdiğimizden beri tek kelime etmemişti.
Kolundan tutup kendime çevirdim. İşte ozaman gök mavisi gözlerinden damlayan yağmur damlalarını farkettim. Büyük bir kısmı beyazlaşmış olan kumral saçlarını geriye attım ve göz yaşlarının biriktiği elmacıklarından öptüm. Kollarını belime doladı ve başını göğsüme gömdü.
"Ly neyin var ?" Kulağına fısıldadım.
"Ya sana birşey olursa ya bende Sylvia gibi olursam. Jared ben artık sensiz olamam beni anladın mı?" Ağlamaktan kızaran burnunu öptüm ve ona sıkıca sarıldım.
Sylvia ve Sir Ryan'ı konuşmaları için yalnız bıraktık ve Lysayla birlikte avlanmaya çıktık. Lysa benim elimden kaçırdığım tavşanı vurdu. Akşam yemeğimizi kulaklarından tutarak kılıçlarımızı dayadığımız kütüğün yanına götürdükten sonra çimlere uzanıp yıldızları ve dolunayı seyre koyulmuş olan Lysamın yanına uzandım. Bana sokuldu bir süreliğine sadece ikimiz ve yıldızlar vardı.
Sonra Sylvia geldi ve acıktığını söyledi tavşanın derisini yüzüp pişirdim ve yemeğimizi yedik. Bu sırada da yaşlı adam bize Prens Marcusun ölümünden sonra Oliver'ın tahtı nasıl ele geçirdiğini ve onun kellesine ödül koyduğunu anlattı. Sonunda uyuma vakti geldiğinde ben ilk nöbeti tutmak için gönüllü oldum.
Herşey normal gidiyordu ta ki meşalelerden gelen ışıkları görene kadar on beş kadar şövalye bizim peşimizdeydi ve neredeyse yerimizi tespit etmişlerdi.
Hemen Lysayı dürterek uyandırdım gözlerini açınca ona sessiz olmasını işaret ettim. O da Sylvia ve Ryan'ı uyandırdı.
Ryan ve ben sadaktan dörder ok ve yaylarımızı alıp mağaradan çıktık bu sırada Sylvia ve Lysa kılıçları ellerinde bekliyorlardı. Hiç ses çıkarmadan okumu diğerlerinden en uzakta olan şövalyenin göğsüne sapladım. Düştüğünü farketmediler bile. Sir Ryan peşpeşe ok atarak ikisini indirdi. Sonunda farketmişlerdi hepsi aynı anda kılıçlarını çektiler. Oklarımız bitene kadar sekizini öldürmüştük sonunda kılıçlarımızı çekmiştik ki mağaradan bir ses geldi.
"Teslim olun ! Silahlarınızı atın !" Bize farkettimeden arkamıza dolanmış Lysa ve Sylvianın boğazlarına hançer dayamışlardı.
Sylviayla göz göze geldik. Yüzünde şeytani bir gülümseme vardı. Yavaşça yerden yükseldiğini gördüm saçları uçuşmaya ve gözleri renk değiştirmeye başlamıştı.
Biraz sonra başına geleceklerden habersiz olan şövalye tekrarladı.
"Teslim olun !"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yetenek #WATTYS2016
FantasiÖlüm kalım savaşı veren Jared ve Lysa'nın hayatları karanlık bir çizgide ilerlemektedir. Zaten kötü giden hayatlarına birde Sylvia dahil olunca ölüm en yakın arkadaşları olur. Ortaçağın karanlık dönemlerinde geçen; büyü, kılıç ve okların ömrü belir...