Yaralanmamın ve nerdeyse ölmemin üzerinden üç gün kadar geçmiş. Lysa benim üç gün boyunca baygın olduğumu söylediğinde şaşırmıştım.
Ama üç gün içinde yaramın nerdeyse tamamen iyileştiğini gördüğümde Lysa'ya sorular sormaya başladım.
"Sen nesin?" ilk sorum bu olmuştu.
"Bir insanım Jared tıpkı senin gibi."
herseferinde kestirip atmaya ve konuyu değiştirmeye devam etmişti.
Yağmur bizi fazla etkilemez olmuştu.
Çünkü ormanın bu bölümünde ağaçlar çok sıktı ve bir kaç mağara vardı.
Yiyecek birşeyimiz olmadığından hergün avlanıyorduk.Daha doğrusu Lysa avlanıyordu.Yaralarımın büyük bir kısmı iyileşmiş olsada yinede hareketlerimi kısıtlıyordu.Ateş yakma işini ben yapıyordum Lysanın yapamadığı tek şey ateş yakmak olabilir mi diye düşünüyordum ki sonunda onuda başarmıştı.
Bir hafta kadar daha böyle devam ettik artık tamamen iyileşmiştim.
"Ormanın karşısına geçmek üzereyiz umarım ordaki lordtan birşey çalmamışsındır." bunu söylerken ilk defa gülümsediğini görmüştüm.
"Henüz çalmadım." diye karşılık verdim ve gülümsemesinin kısa bir kahkahaya dönüşmesini izledim.
"Lysa sana ormanda kalmamız gerektiğini söylüyorum ama inatla ormanın karşısına gitmek istiyorsun." Biraz sitemkar bir ses tonuyla söylediğim bu sözlerden sonra elini nazikçe omzuma koydu.
"Bana güven." demekle yetindi.
"En azından sebebini söyle."Konuları kestirip atması hoşuma gitmiyordu.
"Çünkü orda annem yaşıyor. Ve onun yanında bir süre güvende oluruz." Lysa'nın bu sözünden sonra birdaha bu konuyu açmadım ve yolumuza devam ettik.
Artık avlanma görevini ben devralmıştım.
Karnımızı doyurduktan sonra yola devam etmeye karar verdik ve iki ağaç arasına bir bez gerdikten sonra ateşimizi yaktık. Ben dün yakaladığım ceylanın etini sardığımız çuvalı getirirken Lysa atları bağlıyordu. Yemeğimizi yedik ve yola devam ettik.
Sonunda karşımıza bir şehir çıkmıştı.
"Bu hızla at sürmeye devam edersek gece çökmeden annemin evine varırız." Lysa bunu gayet neşeli söylemişti.Belli ki annesini göreceği için mutluydu.
Şehrin içinden geçerken birşeyler yemek için durduk ve hana girdik.
Burasının Lysa'yı ilk gördüğüm hanla uzaktan yakından alakası yoktu. En az iki yüz kişi vardı ve herkes sakince yemek yiyordu. Bu şehrin çok koyu şekilde dindar olduğunu ve hanlarında biranın bile bulunmadığını anlattığı zaman Lysa'nın şaka yaptığını düşünmüştüm. Hiçbir olay yaşamadan rahatça yolumuza devam ettik.
Akşam olmuştu ve şehirden gitgide uzaklaştığımızı farkettim.
"Annenin evinin şehirde olduğunu sanıyordum." Şehirden çıkmıştık ve görebildiğim kadarıyla bir ormana girmek üzereydik.
"Annem ilerideki ormanda yaşıyor. Merak etme az bir yolumuz kaldı."
Lysa'nın peşinden ormana daldığımda iki saat daha geçmişti.
Sonunda karşımıza küçük bir kulübe çıktı.
"İçeri gel Ly. Arkadaşında gelebilir."
Daha kapıyı bile çalmamıştık ve gayet sessiz hareket etmiştik buna rağmen annesi biz olduğumuzu biliyordu.
Yaşlı kadın
"Birçok şeyi bilirim genç adam." dedi.
Aklımdan geçenleri mi okuyordu?
"Acıkmış olabilceğinizi düşündüğüm için size biraz çorba ısıtmıştım."
1.55 - 1.60 boylarında gayet zayıf bir kadındı ve Lysa'nın gözlerini annesinden aldığını söyleyebilirdim. Saçları bembeyaz ve cildide biraz kırışık olmasına rağmen dinç duruyordu.
Beni baştan aşağı süzdükten sonra
"Yaran nasıl oldu çocuğum." dedi
bu kadında Lysa gibi güçlere sahipti.
"Teşekkür ederim efendim Lysa sayesinde gayet iyiyim." dedim ve gülümsemesine karşılık verdim.
Lysa çorbaları getirdi ve karnımızı doyurduk.
"Size birşey sormak istiyorum efendim." dedim.
"Sylvia de lütfen. Ve çekinmeden sorunu sorabilirsin ama istediğin cevapları sana verebileceğimi sanmıyorum tatlım." dedi.
"Siz neden ormanda yaşıyorsunuz?" Güçlerini sorarsam cevap vermiyceğini açıkça belirtmişti bende konuyu değistirmek için böyle bir soru sormuştum.
Uyumam için bir şilte ve örtü verdikten sonra yattım. Uyandığımda sabah oluyordu ve güneşin doğuşunu izlemek için dışarı çıktım.
Lysa ve Sylvia ateş yakmışlar ve başında sohbet ediyorlardı.
Lysa annesinin dizine yatmıştı ve annesi onun saçlarını örüyordu.
Bu çok sıcak bir aile tablosuydu.
"Yanımıza gel Jared bende kızıma masal anlatıyordum." beni çoktan farketmişti bile. Hiç sesimi çıkartmadan yanlarına çöktüm.
Sylvia bir masal anlatmaya başladı.
"Çok uzun zaman önce dişi bir dağ trollü yaşarmış. Bu dişi dağ trollü bir şövalye olan Herr Mannelig'e aşık olmuş ve ona evlenme teklif etmiş.
Bunun karşılığında ona hediyeler, güzel bir yaşam ve adanmışlık teklif etmiş. Eğer Herr Mannelig teklifi kabul etseymiş troll insana dönüşecekmiş. Ancak Herr Mannelig, trollü hristiyan olmadığı gerekçesiyle reddetmiş. Aşkı karşılıksız kalan troll yaşadığı evine kapanmıs ve ağlamış. Onun ağlamasıyla dağlar sarsılmış, ağaçlardaki kuşlar trollün yanına gelmiş ve onunla birlikte ağlamaya başlamışlar,fakat trollün gözyaşlarını kimse dindirememiş."
bu masalı çok ilgi çekici bulmuştum.
"Ormanda yaşamanızın nedeni troll gibi sizinde tanrıya inanmadığız için dışlanmanız mı efendim?" Saygısızlık etmiş ve haddim olmayan birşey sormuştum.
Sylvia, Lysanın başını okşadı ve:
"Tanrı bize inanmadığı için burdayım genç adam." dedi.
Lysa doğruldu ve gözünde iki damla yaş biriken annesine sarıldı.
Kadın elinin tersiyle gözlerini sildi ve bir şarkı söylemeye başladı
"Şafaktaydı, güneşin yükselmesinden önce,
Ve kuşlar şarkılarını söylüyorlardı,
Bir trol kadını yanlış bir dil ve aldatıcı bir sesle,
Teklif etti bir beyefendiye.
Herr Mannelig Herr Mannelig, benimle evlenir misin?
Sana vereceğim tüm şeyler için.
Eğer istiyorsan sadece evet veya hayır de,
Yapacak mısın yoksa yapmayacak mısın?
...."
Not:
*Masal bir İsveç baladı olan Herr Mannelig'den alıntıdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yetenek #WATTYS2016
FantasyÖlüm kalım savaşı veren Jared ve Lysa'nın hayatları karanlık bir çizgide ilerlemektedir. Zaten kötü giden hayatlarına birde Sylvia dahil olunca ölüm en yakın arkadaşları olur. Ortaçağın karanlık dönemlerinde geçen; büyü, kılıç ve okların ömrü belir...