"Efendi Ravendell kim çocuk hemen konuş!" Biraz önce yaptığım şeyden dolayı öfkeliydim. Sesimi çok yükseltmiş olmalıyım ki çocuk korkudan Lysaya sarıldı ve gözlerini sımsıkı yumdu.
"Lütfen bana zarar vermeyin lütfen beni öldürmeyin!" Çocuk göz yaşlarını tutamıyordu ve hıçkırarak ağlıyordu. Lysa dizlerinin üstüne çöktü ve çocuğa sarıldı.
Saçlarının hafifçe havalandığını farkettim ama gözleri hâlâ maviydi. Birkaç saniye sonra çocuğun hıçkırıkları ve gözyaşları dinmişti.
"Korkmana gerek yok ben seni korurum." Bunu Sylvia söylemişti. Lysada benim kadar şaşırmış olmalıydı ki başını kaldırıp ablasına baktı. Sylviada çocuğun yanında diz çöktü.
"Ben varken kimse sana birşey yapamaz tatlım. Bu çirkin adam bile." Çirkin derken beni kastedmişti ama yinede gülümsemekten kendimi alamamıştım. Çocuk Lysanın kollarından ayrıldı. Artık Sylvianın kollarındaydı. Henüz 9-10 yaşlarında olan bir çocuğu yakalamak için iki adam göndermişlerdi. Ravendell denen adamdan önemli birşey çalmış olmalıydı.
"Hey evlat bize adını söyler misin ?"
Artık daha sakin davranıyordum.
"Leo efendim." Çocuğun adı Leo'ydu. Yaşına göre biraz uzun duruyordu. Siyah tenli ve oldukça kısa saçlıydı.
"Leo şimdi sana bir soru soracağım ve yalan söylemeyeceğine dair söz vermeni istiyorum. Eğer yalan söylersen anlarım ve bu senin için hiçte iyi olmaz." Benden korkmuştu bunu kullanarak cevabı almaya çalıştım.
"Söz veriyorum." Çocuk avuç içi bana bakacak şekilde elini kaldırdı ve söz verdi.
"Ravendell denen adamdan ne çaldın."
Çocuk aniden ciddileşti göğüsünü öne doğru çıkarttı ve kendinden emin yüksek bir sesle:
"Özgürlüğümü çaldım!" dedi.
Biz bu konuşmayı yaparken aynı biraz önce öldürdüğüm iki adam gibi sakallı kel ve dövmeli üç adam belirdi arkalarında kırmızı kadife pelerinle yüzünü kapatmış biri daha vardı.
Adamlardan biri konuştu:
"Sanırım özgürlüğün uzun sürmeyecek Leoca" dedi ve işaret parmağını bana doğrulttu.
"İki adamımızı gerçek ölümle tanıştırdığınızı görüyorum. Bunun bedelini değersiz canlarınızla ödeyeceksiniz." Bu sözünden sonra kılıcımı çektim. Arkadan Sylvianın sesini duydum:
"Lysa hemen Leoyu buradan götür onların icabına biz bakarız." Arkama dönme fırsatım yoktu ama koştuklarını duyabiliyordum.
Sylvia yanıma geldi.
Kırmızı pelerinli olan kişi arkada duruyordu ve hiç kıpırdamıyordu.
Sylvianın yerden yükselmeye başladığını gördüm saçları uçuşuyordu ve gözleri kan kırmızıydı. Adamlar öksürmeye ve yere devrilmeye başladılar aniden birinin kafasını uçurdum. Pelerinli olan adamın elini Sylviaya doğrulttuğunu gördüm. Sylvia yirmi metre kadar uzaktaki duvara çarptı ve bayıldı. Adam onu tek hareketiyle fırlatmıştı. Sylviaya yardım etmek için arkamı döndüm ki diğer iki adamın ayağa kalktığını farkettim. Hemen savunmaya geçtim ve darbelerini karşıladım. Bu sırada pelerinli adam tekrar hareketsizdi. Bir adım geri kaçtım ve kılıcımı adamlardan birinin dizine sapladım. Kılıcımı tekrar çektiğimde adamın dövmesi parlamaya başladı. İyileşirlerken dövmeleri parlıyordu. Diğer adamın darbesini karşıladım ve kılıcımı henüz ayağa kalkamayan adamın boynuna doğru tüm gücümle savurdum. Başı bedeninden ayrı olmayan iki kişi kalmıştı. Önümdeki kel pislik ve Sylviayı bile safdışı bırakabilen pelerinli adam.
Kel adam bana tekrar saldırmayı denedi ama iyileşmekten başka bir yetenekleri olmadığı belliydi. Benim kadar iyi kılıç kullanamıyordu. Kılıcını kaldırdığı anda bir boşluk yakaladım kılıcımı onun karın boşluğuna sapladım.
Dizlerinin üstüne düştü. Kılıcım bedenindeyken yarası kapanmazdı. Belimdeki hançeri çektim ve iki hamlede başını bedeninden ayırdım.
Pelerinli adam elini kaldırmıştı ki bir anda devrildi. Sylvia tekrar oyundaydı. Pelerinli adam kan kusuyordu resmen. Yavaş yavaş ölmüştü. Sylviaya yaptıklarının karşılığını misliyle aldı. Kafasını kesmek için ona yöneldiğimde ise Sylvia yüksek bir sesle:
"O benim Jared. O lanet olası şeyin kafasını ben koparacağım!"
İki adım geri çekildim ve yolunu açtım. Yerdeki altın kabzalı kılıçlardan birini aldı. Kılıcın ucunu yere sürterek yavaşça ilerliyordu. Bu haliyle o kadar vahşi ve soğukkanlı duruyordu ki ondan gözlerimi ayıramadım. Önce sakince adamın pelerinini çıkarttı. Adam uzun sarı saçlara sahipti. Saçları açık olsaydı muhtemelen beline kadar gelirdi ama topluydu ve boynu açıkta kalıyordu. Bir saniye bile tereddüt etmeden adamın kafasını koparttı. Bana döndüğünde yüzünde şeytani bir gülümseme vardı.
"Biliyor musun Jar. İlk defa kaybetmeye bu kadar yakındım." dedi ve kahkaha atmaya başladı. Sokak kan gölüne dönmüştü. Ve Sylvianın kahkahası yankılanıyordu.
Uzaktan bir çığlık sesi duyuldu.
Hemen oraya doğru koşmaya başladık.
Lysa elinde kılıç ve önünde başsız iki bedenle duruyordu. Ağlıyordu. Beni görünce kılıcı elinden attı ve bana sarıldı.
Sylvia sinirlenmiş gibiydi. Lysayı omzundan tutup kendine çevirdi.
"Lysa! Leoca nerde !" Sylvia bunu söyleyene kadar Leo aklıma bile gelmemişti.
"Onu... Onu aldılar abla..." daha yüksek sesle ağlamaya başladı.
"Pelerinli iki adam geldi yanlarındada bunlar vardı." Parmağıyla yerdeki adamları işaret ediyordu.
"Bana Jared'ın öldüğünü ve eğer çocuğu vermezsem senide öldüreceklerini söylediler!" Lysa çocuğu teslim etmişti.
"Lanet olsun Lysa! Çocuğu öylece teslim mi ettin !" Sylvia daha çok sinirlenmişti.
"Gidiyoruz!" dedi.
"Nereye ? Yarın mahkeme var Sylvia !"Lysa çok üzgündü bi okadarda şaşkın durumdaydı.
"Yemin ederim ki önce Belle kurtulacak sonra o lanet Ulrich ölecek en sonda Leocayı kurtarıp Mysteriun'a gideceğiz." Sylvianın Ulrichi öldürdükten sonra kurtulmasının imkansız olduğunu düşünmüştüm. Kendide böyle düşünüyordu beş dakika öncesine kadar. Ama artık hayatta kalmak için kendine bir neden bulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yetenek #WATTYS2016
FantasyÖlüm kalım savaşı veren Jared ve Lysa'nın hayatları karanlık bir çizgide ilerlemektedir. Zaten kötü giden hayatlarına birde Sylvia dahil olunca ölüm en yakın arkadaşları olur. Ortaçağın karanlık dönemlerinde geçen; büyü, kılıç ve okların ömrü belir...