Bölüm 18

1.8K 289 46
                                    


İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİLERİNE GÖRE GELİYOR... OTUZ YORUMUN ALTINA BÖLÜM GELMEYECEKTİR... BOL KEYİFLER...


"İz kalacak" dedi Juvia dikkatli bir şekilde erkeğin yarasını temizlerken. Kesik oldukça derin, uzun ve temizdi. Sol omzundan göğsü boyunca uzanıyor ve sağ kalçasında bitiyordu.

Torin sırtını odanın kapısına yaslamış kollarını göğsünde birleştirmişti. Neyse ki Mithras uyuyordu aksi halde yarayı temizlemek çok acı verirdi. Dalgın bir şekilde ensesini ovdu ve odanın dışında duran Erebus'a baktı. Reaver ile onu zapt etmeleri çok zor olmuştu.

Mithras'ın bayılmasından sonra Shian'a saldırmıştı. Hala çok kızgın görünüyordu. "Shian'ı ileri gitmeye zorlayan, Mikaela'ydı" dedi en sonunda ona. "Bir şeyi göstermek istediği kesin. Aksi halde onu Juvia'nın eğiteceğini söylemişti."

Her neyse bile verdiği zarar çok fazlaydı. Karşısındakinin kendi dostu olduğunu önemsemeden saldırmıştı. Hangisinin daha kötü olduğunu bilmiyordu. Mikaela'nın acımasız zekâsı mı? Torin'in psikolojiyi alt üst eden illüzyonları mı yoksa Shian'ın işkence eden oyunlarının mı?

Yedi ölümcül günahtan kimse zayıf değildi ancak onların bu kadar da güçlü olabildiklerini tahmin edememişti hiçbir zaman. Tek eliyle yüzünü sıvazladı. Kendi eşinin ne kadar güçlü olduğunu bildiği halde Konstantinova'nın güçleri direk ve ölümcül saldırılar içindi. Torin ve Shian'ın güçleri süründürmek üzerineydi.

"Kendini boşuna yorma" dedi Torin sakin bir şekilde. "O tahtadan sağ çıkabilen tek kişi Mikaela'ydı. Shian'ın oyun tahtası bir tek ona işlemiyor. Bu da onun güçlerinden kaynaklı değil"

Mikaela'nın zekâsı kesinlikle saygı değerdi. Ancak acımasız kısmı konusunda emin olamıyordu. Hem pagan dünyasında hem de cennette yer almış biri olarak Erebus, onlar gibisini hiç görmemişti. Düşman olmadıkları için gerçekten memnundu.

"Mikaela bunu neden yaptı?"

"Çünkü annem onun ışık olduğunu söyledi" dedi genç kadın. Her iki erkekte başlarını çevirip merdivenlerden yukarı çıkan kadına baktı. Mikaela, gayet sert duruyordu. Herhangi bir pişmanlığı yoktu. Elbette olmazdı. "Işık olduğunu söyledi ama Mithras ışığı bir araç olarak kullanıyor"

Doğru söylediği bir gerçekti. Bu zamana kadar Erebus karanlığı pek çok farklı şekillerde kullanmıştı. Gölge halkını yaratmış, gölgeye dönüşmüş, savaşmıştı ama Mithras özel olarak ışığa hiç dönüşmemişti. Yapabileceği şeyleri bilmiyor muydu yoksa bilerek mi yapmıyordu?

Shian'ın fiziksel saldırıları onu dönüşmeye zorlayabilirdi. Mikaela bunu düşünmüş olmalıydı. Uçsa bile bir yerde kanatları yorulacaktı. O tahtanın içinde bir noktaya değmeden bütün savaşı götüremezdi.

Mithras ne göründüğü kadar zayıftı ne de göründüğü kadar yumuşaktı. Savaş alanında onunla birlikte defalarca savaşmıştı. Sırtını rahatlıkla yaslayabileceği bir dosttu o.

Mars onu bizzat eğitmişti. Çocukluklarının büyük bir kısmında Mithras diğer çocuklardan izole yetişmişti. Bütün zamanını o çıldırtıcı sessizliğin içinde Mars ile geçirmişti. Ancak hafife alınmaması gereken bir şeydi bu. Mars, oğlunun gücünü en iyi şekilde ortaya çıkarabilecek kadar iyi bir savaşçıydı.

Yan gözle yatakta yatan arkadaşına baktı. Bütün hayatları bir arada geçmiş sayılırdı. Birbirleri hakkında neredeyse her şeyi biliyorlardı. Mithras, paganları hapsetmelerinin bir sonucu olacağını biliyordu buna rağmen onun yanında olmayı seçmişti. Meleklerin evinde birlikte yaşamışlardı. Araf'ta bir ev kurmuşlardı.

"O senin kardeşin" dedi Mikaela sakince kollarını göğsünde birleştirerek Mithras'a doğru baktı. "Ancak kabul etmelisin ki eğer kutsal buz ejderhasına eş değer bir güce sahipse o zaman bir şekilde kendisini tutuyor demektir bu. Onu özgür bırakmak için zorlamak dışında yapabileceğimiz bir şey yok"

Güneş tam tepesinde yükseliyordu. Nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu ama burayı sevmişti. Masallardan fırlamış gibi görünen bir yerdi. Gökyüzünde kıvrılarak uçan çeşit çeşit ejderhalar vardı. Tepesinde durduğu dev sarayın altından devasa şehri görebiliyordu.

Daha önce hiç görmediği hayvanlar geziniyordu. Tuhaf görünümlü kimisi sevimli kimisi korkutucu kuşlar gökteki ejderhalara eşlik ediyordu ama çok huzurlu görünüyorlardı.

Bu rüyayı biliyordu. Daha öncede defalarca görmüştü. Çocukluğundan beri bu şehri hep rüyalarında görürdü. Ama o zamanlar basit bir rüya sanıyordu. Şimdi artık gördüğü şeyin ne olduğunu çok iyi biliyordu.

Azalin...

Ejderhaların memleketi ve Charlotte'un krallığıydı burası. Yani şimdiki uçsuz bucaksız kum tepeleriyle kaplı Araf.

Kendini buraya yabancı hissetmiyordu. Sanki çok iyi biliyor gibiydi her yerini. Yavaşça arkasını döndü. Bembeyaz sarayın içine doğru yürüdü. Ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor gibiydi. Sarayın içinde yanından geçtiği her ejderha saygıyla başını eğiyordu. Kimse onun varlığını yadırgamıyor gibiydi.

Devasa kapıların önünde duran iki ejderha onu gördükleri anda kapıları iki tarafa ittiler ve o yanlarından geçerken başlarını eğdiler.

Oradaydı. Tahtında oturuyordu. Pulip ise tahtın başlığında oturmuş elindeki böğürtlene benzeyen mavi renkli bir meyveyi kemiriyordu. Devasa oda altın, mavi ve beyaz renklerle döşenmişti. Odanın duvarların büyük tablolarla süslenmişti. Her tabloda insan bedeninde bir ejderha vardı. Geçmişin yüce kraliçeleriydi bunlar ve her biri buz ejderhasıydı.

Tahtın arkasında ise Charlotte'un resmi vardı. Şimdiki kraliçenin yani. Ona bakan bakışları hüzün doluydu. Tuhaf bir şekilde yorgun görünüyordu. Kendi eşinin bu hali onu da hüzünlendiriyordu.

Charlotte, başını yana eğdi ve onu izledi. Beyazlar içinde çok yakışıklı görünüyordu. Gömleğinin üzerinde Azalin'in sembolü olan ikiz ejderler vardı. Bir şövalye gibiydi aynı. Kısa kesilmiş sarı saçları ve masmavi gözleriyle kalbini yerinden sökebilirdi. "Hep eşimin bir ejderha olacağını düşünmüştüm" diye mırıldandı.

Evet, muhtemelen herkes zamanında eşlerinin kendi türlerinden olacağını düşünürlerdi. Mithras'da bir zamanlar bir pagan olacağını düşünmüştü. Elini saçlarının içinden geçirdi. Neden böyleydiler? Her şey o kadar güzelken neden bu kadar hüzünlülerdi ki?

"Charlotte" dedi öne doğru bir adım atarak.

Kadının yanaklarından bir damla yaş düştü. Bu Mithras'ı durdurdu. Buz mavisi gözlerinde akmaya hazır yaşlar parlıyordu. Doğal pembe renkli dudakları titriyordu. "Benim biricik sevgilim" diye hıçkırdı kadın. "Kralım ve ülkemin yok edicisi"

Ne demek istediğini bile anlamamıştı. Tekrar ona doğru bir adım attı ancak o anda kendi bedeninden devasa bir ışık parlamaya başladı. Bembeyaz ışık, bedenini karıncalandırdı ve her şeyi içine aldı.

Mithras gözlerini açtığında artık ortalıkta ne saray, ne şehir ne de ejderhalar vardı. Tamamen Araf'ın uçsuz bucaksız kum tepelerine dönüşmüştü her şey.

Işık huzmesi odanın içine dolmaya başladı. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı ama Torin, içeri doğru atıldı. Amacı eşini korumaktı hiç şüphesiz. Işık, yatakta baygın yatan adamdan yayılmaya başlamıştı.

Erebus, öne doğru adım attı. Torin ve Juvia, yanından geçip dışarı doğru atıldılar ancak o kaçmadı. Işık her geçen saniye daha da güçlendi ve en sonunda her şeyi yutup içine çekti. Ancak karanlığın savaşı bitmemişti. Kara Ejder, yükseldi ve kükredi. Yine de ışık bu savaşı kaybetmeye niyetli değildi.

Çok kısa bir süre içinde beyaz devasa ışıktan başka hiçbir şey kalmadı geriye. Daha sonrasında ışığın içinde karanlık bir nokta belirmeye başladı ve genişleyerek ışığı yok etmeye çalıştı. Ancak ışık bütün gücüyle yüklenip onu da içine aldı.

Punk Hazard, tamamen parlak ve her şeyi içine alan bir ışık huzmesinin içinde kaldı.

YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAH 5- IŞIK TANRISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin