Bölüm 11

1.9K 288 44
                                    


İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİLERİNE GÖRE GELİYOR... OTUZ YORUMUN ALTINA BÖLÜM GELMEYECEKTİR... BOL KEYİFLER...


Minerva'yı hayatı boyunca hiç görmemişti. Ne kadar güzel bir kadın olduğu hakkındaki söylentiler dışında hiçbir şey bilmiyordu. O söylentilerin hakkını verdiği kesindi. Annesi çok güzel bir kadındı.

Neden mezarının burada olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Mars onu çok özenli bir şekilde saklayıp korumuş gibi görünüyordu. Bunca zamandır burada yaşamıştı ve bir kez olsun annesinin mezarı hakkında bir şey duymamıştı.

"Bu renkli kadını görünce ağlamaya başladı" dedi Pulip onun omzuna konarak. "Sanırım onu hapsedenlerden biriydi." Başını iki yana salladı. "Çok siyah bir davranış"

Bu saçmalığı başlatanların içinde ailesinin olmadığına inanmak zaten aptallık olurdu. Onu hiç tanımamış ve hakkında sadece birkaç hikâye bildiği için karşısındaki güzel kadın ona bir yabancı gibi geliyordu. Ancak Mars'ın neden buradan bir an bile ayrılmadığını anlayabiliyordu artık.

Ejderhanın kaybolmasıyla kanatları ve güçleri yine kendilerine gelmişlerdi. Nasıl bir güç bir başkasının güçlerini engelleyebilirdi ki? Aklı almıyordu. Düşman olduğunu açık ve net belirtmişti. Onun karşısında nasıl duracaklarını gerçekten bilmiyordu.

Ne yapmalıydı? Annesinin cesedini burada mı bırakmalıydı? Gidip bir yerlere mi gömmeliydi? Başını iki yana salladı. Çok yorgundu ve fazlasıyla karmaşık duygular içindeydi. Hissetmek şuan da gerçekten hiçbir işine yaramıyordu.

"Beni Charlotte'un yanına götürebilir misin?"

Pulip kocaman gözlerle ona baktı. "Şuan nerede olduğunu bilmiyorum" dedi.

"Bulabilir misin?"

O da buzun arkadaşıydı. Kraliçesi onunla tanışmaktan memnun olduğunu söylemişti. O zaman onu kraliçesine götürmekten yana bir sıkıntı olamazdı. Neşeli ve biraz da gururlu bir şekilde gülümsedi. "Bulabilirim" dedi gülerek. "Rengi olan her şeyi bulabilirim"

Açıkçası oldukça ilginçti. Pulip'in o kadar da güçlü olduğunu düşünmezdi ama yukarı da gördükleri ve şimdi söylediği kadarıyla beklediğinden daha da güçlüydü. Periler konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Tanıdığı tek peri Pulip'ti.

Pulip kanatlarını açtı ve yukarı yükseldi. Gözlerini kapamıştı. Sanki sezinlemeye çalışıyor gibi bir hali vardı. Odaklanmış gibi görünüyordu. Kısacık bir zaman sonra gözlerini açtı. "Ormanda" dedi. "İlk tanıştığımız yerde"

Mithras'ın bir an bile durmaya niyeti yoktu. Kanatlarını iki yana açtı ve hızla yükseldi. Annesinin cesedini ve Pulip'i orada bıraktı. Kendi kanatlarının yanında onun küçük kanatlarının kendisine yetişme şansı olmadığını biliyordu. Umurunda değildi önceliği sadece onu görmekti.

Pulip arkasında bağırdıysa bile dönüp ona bakmadı. Pulip, onun arkasından meraklı bir şekilde baktı. "Peri olmayan herkes çok gri" diye mırıldandı. "Kraliçe bile nezaketi unuttu" dedi ve omuz silkip tekrar ölü kadına baktı.

Aptal! Aptal! Aptal!

Onun karşısına gerçek haliyle çıkıp ne yaptığını sanıyordu ki? Mithras şuan da en çok ejderhayı bulmak istiyordu ve onun karşısında olduğu gibi çıkmıştı. Kendisini hissedebiliyordu. Daha yaklaştığı anda onun geldiğini çok net hissetmişti ve bu işin karşılıklı işlediğini biliyordu.

Kafasını bir yerlere vurmak istiyordu. Yaşına rağmen hala aptalca hatalara düşebiliyordu. Onun kendisinin kim olduğunu anlamadan önce erkekle birlikte olmayı ummuştu. Ancak eğer derdinin ne olduğunu anladıysa Mithras buna yanaşmazdı.

Minerva'nın yaşıyormuş gibi görünen bedenini görünce kendisinden geçmişti resmen. Uzun zamandır hiç ağlamadığı kadar ağlamıştı. Onu görmek neden bu kadar sarsmıştı ki? O kadın da en az diğerleri kadar halkının katiliydi. Hatta daha da beteriydi. O, Mithras'ı doğurup üzerine salmıştı. Aksi halde yenilmeyeceği bir pozisyonda onu böyle alaşağı edemelerdi.

Kendi eşini onu hapsetmek için kullanmıştı. Mithras'a karşı aciz durumdaydı. Onun karşısında hiçbir şey yapamazdı. Mithras'ın güçlerini kendisine karşı kullanamayacağını biliyordu. Yaşı itibariyle istemezse onun yanında kanatlarını bile açamazdı ama kendisi de ona zarar veren hiçbir şey yapamazdı.

İlk doğduğu an Minerva'nın güçlerine sahip olması ve tam bir canlı olmaması onu ebedi eş kavramının dışına çıkarmıştı. Işık tanrısının en basit güçlerini biliyordu. O, ışığa dönüşebilirdi. Nasıl ki Gölge tanrısı karanlıklara karışabilirse o da aynı şeyi kendisi için yapabilirdi. Ancak asıl fark buradaydı. Eğer Mithras, ışığa dönüşürse bilinci olan bir güç haline gelirdi. Fiziksel bedenini bırakmış olması onu fiziksel bağlarda kurtarırdı. Ebedi eşliğin getirdiği tüm o sınırlar yok olurdu.

Bu noktada Charlotte ona karşı zayıf duruma düşüyordu. Ne olursa olsun kimse ışığı hapsedemezdi. Fiziksel bedeni olmayan bir şeyle mücadele edemezdi. Ne kadar yaşlı ya da güçlü olursa olsun bununla başa çıkamazdı. Ne Minerva ne Mars ne de Kaos onun gücüyle başa çıkamazdı.

Kaos, boşluk tanrıçasıydı ancak Mithras'ın gücüyle başa çıkamazdı. Işık, boşluğu doldurup onu başka bir kavram haline getirebilirdi. Asıl mevzu Mithras'ın güçlerinin büyüklüğünü bilip bilmediğiydi.

Eğer biliyorsa bu savaşı hiçbir şekilde kazanamazdı. Onun karşısında kimse duramazdı.

Gözlerini sımsıkı kapadı ve derin nefesler aldı. Buz ve soğuk hava onu yatıştırmak istercesine ciğerlerine doldu. Ona güç veriyordu kim olduğunu hatırlatıyordu. Artık o hapsedilen ve halkının ölümüne neden olan zavallı kraliçe değildi. Kendi türünü devam ettirmeye çalışan basit bir kadındı. Biraz fazla yaşlı ve güçlü bir kadın...

"Charlotte"

Hayır, hayır, hayır! Bu şimdi olmamalıydı. Onunla şuan yüzleşmeye hiç gücü yoktu ama bunu yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Derin bir nefes alıp omuzlarını dikleştirdi ve yanaklarını sildi. Yavaşça arkasını dönerken yüzüne sakin bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı.

Hırpalanmış haliyle hemen karşısında duruyordu. O beyaz tişörtü yer yer yırtılmış ve kirlenmişti. Kotu da aynı kaderi paylaşıyordu. Güçlerini engellediği için bütün o yolu koşmuştu. Bir başkası olsa muhtemelen geldiği gibi geri giderdi. Ne yazık ki biricik eşi geri dönmeyip onun karşısında durmakta bir sakınca görmemişti.

Mithras, başını yana eğdi ve ona doğru bir adım attı. "Çok korktun mu?" diye sordu onun omuzlarını tutarak. Yüzünde şefkat dolu bir ifade vardı.

Tekrar ağlamak istiyordu. Biricik masum ve zayıf eşinin dev ejderhayla karşılaştığında nasıl korktuğunu düşünüyordu. Çok şükür ki onun kim olduğunu anlamamıştı. Yine de kendisini tuhaf bir şekilde çok kırılgan hissediyordu. Bir şekilde onun kendisini bu haliyle görmesini hiç istemezdi.

Hiçbir şey diyemedi ve kendisini onun kollarına bırakıp ağlamaya başladı. Mithras hiçbir şey demeden ona sıkıca sarıldı ve genç kadının sırtını okşadı. Sanki her ikisi de sonsuza kadar orada öylece kalabilirmiş gibi.

YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAH 5- IŞIK TANRISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin