Bölüm 9

1.8K 290 48
                                    


İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİLERİNE GÖRE GELİYOR... OTUZ YORUMUN ALTINA BÖLÜM GELMEYECEKTİR... BOL KEYİFLER...


"Burası çok gri"

Pulip bir orada bir burada uçuşarak etrafa bakıyordu. Buradan pek hoşlanmamış gibiydi. Ancak pek de önemli değildi. Peri en sonunda taştan bir tahta oturdu ve yerdeki buz parçalarına baktı. "Kendinizi çok zorlamamalısınız" dedi Charlotte'a doğru dönerek. "Yeni tutsaklıktan çıktınız. Güçlerinizi böyle harcamanız hiç pembe değil"

Her zaman onu düşünüyordu. Charlotte, onun gibi birine sahip olduğu için çok şanslıydı. Doğrusu burası gerçekten de çok gri bir yerdi. Ant dağları tamamen terk edilmiş durumdaydı. Mars'ın ölümüyle birlikte paganlardan geriye hiçbir şey kalmamıştı.

"Burası onların eviydi, Pulip" dedi sakince. Etrafına bakındı. Ne kadar da boştu. Her bir dairede bulunan dört taş taht dışında hiçbir şey yoktu. Tıpkı paganların içi gibi görünüyorlardı. "Onlar burada yaşıyorlardı" diye mırıldandı.

Ne kadar da zavallıca. Ne kadar da aptalca. Cennetten feragat edip kendilerini bu boş dağlara hapsetmişlerdi. Ne için? Bir avuç zavallıyı yönetebilmek için mi? Vizyonları yoktu. Bir amaçları olduğu bile şüpheliydi. Onlar ne söylerlerse söylesinler kendilerine emir verilmediği sürece ne yapacaklarını bilemeyen aptallardı.

Etrafına bakındı. Bir şekilde burası elf diyarından daha cazipti. Kimsenin olmaması ve kimsenin buraya gelmeyecek olması son derece iyi bir şeydi. Zaten kim neden buraya gelsindi ki?

Gerçi Mithras babasını kontrol etmek için gelebilirdi. Ancak o da yakın zamanda olmayacaktı muhtemelen. Gelse bile bir şey bulabileceği yoktu zaten. "Pulip" diye mırıldandı. "Buraya ne renk eklemek isterdin?"

"Hepsini!" dedi Pulip neşeli bir şekilde. "Bütün renklerle burayı canlandırmak isterdim."

Renkler, canlılık demekti. Lezzet, tat, zevk, keyif demekti. Acı, hüzün ve keder demekti. Renkler her şey demekti. Pulip'in bu kadar özel olmasının bir nedeni vardı. "Göster o zaman" dedi halinden memnun bir şekilde.

Pulip buna çok sevinmiş gibi aniden yükseldi ve kollarını iki yana açtı. Kendi çevresinde her dönüşünde renkler etrafa yayılmaya başladı. Soluk ve gri Ant dağları çeşitli renklere bürünmeye başladı. Ayaklarının altındaki soluk taş dalga dalga renklere büründü.

Birbirinden farklı renkler, taş kolonlardan, taş tahtlara kadar her şeyi kapladı. Pulip az önceki kadar neşeli bir şekilde etrafına bakındı. "Çok renkli oldu!" derken çok mutlu görünüyordu.

Gerçekten de öyle olmuştu. Herhalde ne kadar canlı renk varsa hepsini kullanmış olmalıydı. Etrafına bakındı dikkatle. Bütün taş alanlar renge bürünmüş gibi görünüyordu. "Söylemek istediğin bir şey var mı?"

Kraliçe Charlotte gerçekten de harikaydı. Hemen anlıyordu. Pulip, ona ışık saçan gözlerle baktı. "Aşağıda bir yer siyah kaldı" dedi. Onun her şeyine hayrandı.

Buzu bütün dünyaya yayabilirdi ancak eksik olan kısımları hissedemezdi. Pulip'in güçleri tüm renkleri hissetmesini sağlıyordu. Elbette ki sadece sevimli ve neşe saçan yapısından dolayı yanında değildi. Pulip, aynı zamanda bir muhafızdı. Kraliçesini korumak için seçilmişti. Bu da onun çok güçlü olduğunu belli ediyordu.

"Aşağıda demek" diye mırıldandı. Zaten her şeyin bu kadar basit bir şekilde ortada olması aptalca bir düşünce olurdu. Kaos gizli saklı işleri ve odaları pek severdi. Yavaş ve nazik bir hareketle bir ayağını zemine vurdu. Buz renklerin üzerinden yayılıp tüm taşı kapladı ve ayağının altından çatlamaya başladı.

YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAH 5- IŞIK TANRISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin