Bölüm 10

1.9K 286 50
                                    


İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİLERİNE GÖRE GELİYOR... OTUZ YORUMUN ALTINA BÖLÜM GELMEYECEKTİR... BOL KEYİFLER...


Uyuyamamıştı. Acı çekiyordu ve sırf bu yüzden bir gram bile uyuyamamıştı. Ne kadar yorgun olursa olsun bir türlü uymasına izin vermemişti bu acı. Saatlerce yattığı yerde dönüp durmuştu. Zihninde o kadar çok şey vardı ki zaten acı çekmese de uyuyamazdı herhalde.

Charlotte, Pulip, babasının anlattıkları, Kutsal Buz Ejderhası...

Tuhaf bir düşeşe denk gelmişti. Elf diyarına minik bir ziyaret yapmıştı. Targan ve geri kalan elfler hayattalardı. Evleri donmuştu ama kendileri yaşıyorlardı. Ona Charlotte ile konuşmak istediğini söylemişti. İşe bakın ki Charlotte gerçekten de elflerin bir parçasıymış.

Melez değil safkandı. Ailesinin isimlerini de vermişti. Targan, onun iki yüz yaşında olduğunu söylemişti. Yeni doğmuş sayılırdı. Ailesi ölmüştü. Gölge halkının saldırısında ölmüşlerdi.

Her anlatılan çok uyumluydu. Charlotte ve Pulip yeni tanışmışlardı ve ayrılmaz bir ikili olmuşlardı. Pulip, onun yanında güvende hissettiği için Charlotte onu sürekli gezmeye götürüyormuş ve kimse buzun kim olduğunu bilmiyormuş ama Pulip arada sırada ortadan kayboluyormuş.

Yani Charlotte gerçekten bir elfti ve Pulip hala buzun dostuydu. Onun nerede ve kim olduğunu biliyordu. Bu arada görmeye gittiği eşi Pulip ile dolaşmaya çıktığı için ortalarda yoktu ve Mithras acı çekiyordu.

Ormanın derinliklerine gelmişti. Bir şey onu buralara getirmişti. Daha doğrusu Targan'ın yanından ayrıldıktan sonra yürümüştü. Başını kaldırıp baktığında Ant dağlarının hemen eteklerine kadar geldiğini gördü. Neden buraya gelmişti? Dahası nasıl gelmişti?

Bu dağlar insanların bulamayacağı şekilde büyülüydü. Yürüyerek hiçbir canlı buraya ulaşamazdı. Nasıl gelebilmişti? Etrafına bakındı hayal mi görüyordu?

Hayır, gerçekten de buradaydı. Dağların ucu o kadar tepedeydi ki görünmüyordu bile. Kanatlarını açmaya çalıştı ama beceremedi. Nefesini verdiği anda soluğu buhar oldu. Tepeden aşağı doğru buz inmeye başladı. Yukarıdaydı!

Mithras bir an bile düşünmedi. Yukarı doğru koşmaya başladı. Çok uzun bir yoldu ve bir nedenden kanatlarını kullanamıyordu. Ancak onun burada olduğunu biliyordu. Buradaydı. İçinde tuhaf bir heyecan vardı. Kalbinin yerinden çıkacak gibi attığını hissedebiliyordu.

Ayaklarının altındaki buz zemini kayganlaştırmıştı. Attığı üç adımdan ikisinden geri kayıyordu ancak bu onu durduramazdı. Acısı gitmişti. Sanki yaşadığı heyecan acının önüne geçmiş gibiydi.

Nefes nefese kalmış, yere düşmelerinden üstü başı toz toprak içinde kalmıştı ve yer yer yara bere içindeydi. Umurunda değildi. Sadece tepeye ulaşmak istiyordu.

Bir şey olmuştu. Ant dağlarında normalde girişi en başından yapardınız. Böylece gireni ve çıkanı bütün aileler görebilirdi. Kendi evini koruyan bariyer tamamen yıkılmıştı. Bacakları bu kadar koşmaya uygun değildi ve çok acıyorlardı artık ancak bu onu durdurmadı.

Artık girişteki yıkıntıyı görebiliyordu. Küçük peri arkası ona dönük bir şekilde orada duruyordu. "Pulip!"

Yeni arkadaşının sesini duyan minik renk perisi ona doğru döndü. Oldukça sakin görünüyordu hiç de korkuyormuş gibi değildi. Belki biraz moralsizdi. Ancak korkmuş gibi değildi. "Burada olmamalısın" dedi küçük peri ona bakarak. "Ruh hali çok kahverengi. Hatta ağladı bile."

YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAH 5- IŞIK TANRISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin