Yorumlarınız o kadar tatlı ki aslında bölümü bugün atmayacaktım ama baktım zaten birkaç bölüm önden gidiyorum, yolladım o yüzden..Sizi öpüyorum kocamaaaaaan kocaman.
Bazı aşkların çok büyük kötülüklere gebe kalacağını düşünürdüm, bazı aşklar bazı savaşların kazanılmasına engel olurdu. Ben içimdeki bu duygunun onu yok etmesini değil, onu var etmesini istiyordum. Bana karşı bir zaafı varsa bu onun gücü olsun istiyordum.
Karşımda sallanan kum torbasını yumrukladım ve birinin gelip ağzımın üstüne bir tane patlatmasını diledim.
Aslında yorgundum. Sabahın beşinden sekizine kadar bahçede koşmuştuk ve komutanlarımız bize insaflı davranıp birkaç saat dinlenmemize izin vermişti. Yattığımda düşünceler tarafından sarıldığım için spor salonuna gelmeyi tercih etmiştim. Kimsenin olmaması ise büyük avantajdı.
Alnım sırılsıklam ter içinde kalmıştı ve daha fazla ayakta durmayacağımı fark edip kum torbasına bir yumruk daha geçirerek kendimi yere sırt üstü bıraktım. Derin derin nefesler alırken kapının açıldığını duydum ama ayağa kalkacak halim yoktu.
"Günaydın Luhan." diyen Jackson'ın sesini duyunca ayaklanmaya çalıştım ama, "Kalkma kalkma." diyerek durdurdu beni.
Her ne kadar kalkmamamı söylemiş olsa da uzanmak yerine oturmayı tercih ettim. Üstünde eşofmanları vardı Jackson'ın ve koşu bandına ilerlemişti. Bandı çalıştırıp yaval tempo'da koşmaya başlarken, "Günaydın." diye mırıldandım.
"Neden uyumaya gitmedin?" diye sordu Jackson. "Herkes uyuyor. Donghee birazdan uyandıracak."
Tavırları beni ürkütmekten çekinir gibiydi. Sanki burada yalnız olmamızın hoşuma gitmemesinden korkuyordu. Bu nazik tavrı beni neredeyse gülümsetecekti. "Çalışmak istedim."
"Burada olmaktan mutlu olduğunu düşünmüştüm. Yüz doksan kişiyi elemek için canını ortaya koyduğunu göz önüne alırsak şu an üzgün olman bana pek mantıklı gelmiyor."
Sorusunda haklıydı ama cevap vermedim. Gerçekten de o kadar belli ediyor olmalıydım.
"Luhan," dediğinde gözlerim tekrar onu buldu. "Seni rahatsız etmiyorum değil mi? Bazen bana kafa atacak gibi bakıyorsun."
"Ne haddime Yüzbaşım." dedim istemsizce gülerken ve bu onu da güldürdü. Koşu temposu yavaş yavaş hızlanırken kapı açıldı pat diye. İçeriye, "Jackson," diyerek giren Sehun, beni gördüğü an duraksadı ve bakışlarını anında bakışlarımdan kurtarıp Jackson'a odaklandı. "Merkeze gönderilecek bir kaç kağıt var, imzalaman gerek."
Jackson bir süre daha koştuktan sonra bandı durdurdu ve Sehun'a döndü. "Zaten bir şey yapmıyorum. Odadaydı değil mi?"
Sehun başını sallamakla yetindi. Jackson hızlı adımlarla salondan çıkarken, Sehun'un çıkmasını bekledim ama çıkmak yerine olduğu yerde durmaya devam etti. Arkasında kapanan kapıya sırtını yaslayınca gözlerimi ondan özellikle uzak tutarak eldivenleri çıkarttım ve bir kenara bıraktım.
Bay Kim'le konuşmamızdan sonra aslında onu affetmemek için zor duruyor gibiydim ama dediği gibi yaptığı şeyin farkına varması gerekiyordu. Onu bu kadar kolay affedersem eğer söylediklerimin hiçbir anlamı kalmazdı ve bunu yapmaya devam edebilirdi.
Ayağa kalkacak gibi olduğumda, "Luhan," diyerek bana yaklaşan Sehun'u buldu gözlerim. Yarattığı o küçük sessizliğe, "Beni görmek de mi istemiyorsun?" sorusunu sıkıştırınca göğsümün sıkıştığını hissettim. Ona kötü hissettirme düşüncesi içimde hiçbir zaman var olmamıştı ama kendim de bok gibi hissettiğimden bunun önüne geçemiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Reason To Live / HunHan
Fanfiction"Bir ayın var." dedi sonunda konuştuğunda. Duruşunda sadece kendinden emin bir ifade yoktu. Duruşunda saf bir güç vardı. "Kendini kanıtlaman için tam bir ayın var ve hazırlan. Elemeler sadece senin için değil, herkes için cehennem olacak. Eğer bu b...