Tehdit edecek bir şeyim yok ama bu bölümün hakkını verin bence. Dün yaptığınız yorumlar sayesinde iki günde bu kadar bölüm geldi haberiniz olsun.
Yorumlarınızı seviyorum.
Orada sohbet edelim.
(Yazım yanlışlarını görmezden gelir misiniz? Bu bölüm sadece bir gecede yazıldı :))
Ağır ağır adımladığım sessiz koridorda, Sehun'un odasına yaklaştıkça daha da yavaşlıyordum sanki. Saat geç olmalıydı, ortalıkta dolaşan askerler yoktu. Uyuduğu düşüncesi aklıma geliyordu sürekli ama odasının ışığı yandığı için henüz uyumaya gitmesini biliyordum.
"Belki de yarın gitmeliyim." diyerek bir kez daha arkamı döndüm ve olduğum yerde durdum. "Ama şu an gitmek zorundayım... Ne yapacağım ben?"
"Luhan?" diyen sorgulayıcı bir ses duydum hemen arkamdan. O tarafa baktığımda, Sehun'un kapısının önündeki Jackson'ı gördüm. Elinde bir kahve kupası tutuyordu ve sanırım odadan yeni çıkmıştı. Hızlı adımlarla bana yaklaşmaya başladığında, yüzüme her şey normalmiş gibi bir ifade yerleştirdim. "Ne yapyorsun burada? Neden uyumadın?"
"Aslında ufak bir işim vardı." diye mırıldanıp odanın kapısına baktım. "Şey... Odasında mı acaba?"
"Kim?" dedikten sonra benimle beraber kapıya baktı ve tekrar bana döndü. "Sehun mu? Evet, odasında. O bu saatte uyumaz. Ama ne isteyeceksen yarın iste, şu an biraz gergin."
"Anladım." dedim sessizce başımı sallayıp. "Teşekkür ederim, Yüzbaşım. İyi geceler."
"İyi geceler." dedikten sonra hızlı adımlarla ilerledi koridorda ve birkaç saniye sonra gözden kayboldu. Belki de söylediği gibi dönmeliydim ama kendimi tekrar Sehun'un odasına ilerlerken bulduğum için dönemedim.
Odanın kapısına geldiğimde birkaç kez tıklattım, içeriden komut geldiğinde ise içeriye girdim usulca. Sehun masasının arka tarafında değil, önündeki koltuklarda oturuyordu. Beni gördüğünde ifadesi değişmedi çünkü Jackson seslendiğinde duymuş olmalıydı. Üstünde üniforma yoktu, gri eşofman ve beyaz tişörtü vardı. Ayağında da yepyeni duran beyaz sporları.
"Otursana." dedi karşısındaki koltuğu işaret ederek. Dediğini yapıp karşısındaki koltuğa oturduğumda, arkasına yaslandı.
"Rahatsız etmiyorum değil mi?" diye sorarken yüzünü inceliyordum. Jackson gergin demişti ama gerginliğe dair herhangi bir iz göremiyordum yüzünde. Başını iki yana salladı ve ne söyleyeceğimi merak eder gibi kaşlarını kaldırdı. "Aslında birisini arayıp arayamayacağımı soracaktım." dedim ve dudaklarını araladığında ekledim. "Biliyorum, arama saatini çoktan geçtik ama ben zaten bugün kimseyi aramamıştım. Yine de diğerlerine haksızlık olacaksa eğer yarını bekleyebilirim."
Sehun bir saniye kadar bana baktıktan hemen sonra kahve bardağını aramızdaki sehpanın üstüne bıraktı ve ayağa kalktı. Dudaklarımı dişleyerek onu izlerken, masanın arka tarafına geçti, çekmeceyi açtı, çekmeceden çıkarttığı telefonumu bana uzattı.
"Teşekkür ederim." dedim hevesle. Ardından telefonumu alıp hızlıca Baekhyun'u aradım. Uyumadığını biliyordum, o geceyi sabah eden tiplerdendi daha çok.
"Luhan!" diye açtı telefonu ama o bir sürü özledim cümlesini kurmadan önce, "Fazla vaktim yok, yarın seni aradığımda bol bol konuşuruz." dedim. Sehun bu sırada tekrar yerine oturmuştu. "Aslında ben Elvis'in nasıl olduğunu merak ettim."
Baekhyun telefonun diğer ucundan hayret dolu bir nefes aldı. "Beni, köpeğinin nasıl olduğunu merak ettiğin için mi bu saatte aradın?" diye homurdandı. "Benim nasıl olduğumu merak ettiğini sanmıştım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Reason To Live / HunHan
Fiksi Penggemar"Bir ayın var." dedi sonunda konuştuğunda. Duruşunda sadece kendinden emin bir ifade yoktu. Duruşunda saf bir güç vardı. "Kendini kanıtlaman için tam bir ayın var ve hazırlan. Elemeler sadece senin için değil, herkes için cehennem olacak. Eğer bu b...