Bir gün odamda oturmuş, dışarıda yağan yağmura karşı kulaklığımda şarkı dinliyordum. Elimde Cemal Süreya şiirlerinin derlendiği bir kitap vardı; Sevda Sözleri. Aşkı ve sevgiyi en güzel şekilde hissettiğim şiirler beni huzur dolu bir buluta bırakıyordu.
Karma çalan şarkılardan biri dinlediğim türlerden farklıydı. İsmi; 44 Days. Şiir kitabını kapattım ve telefonumu elime aldım. Bu şarkı çok farklıydı ve beni tuhaf hislere sürüklemişti. İsmini aklımda tutup onun anlamını araştırdığımda dinledikten sonra ağladığımı hatırlıyorum. Çok ağlamıştım, çok kırılmıştı kalbim. Çünkü benimle aynı yaşta olan bir kızın 44 gün boyunca işkence çekerek en sonunda ölmesini anlatıyordu bu şarkı.
Bir olay yaşamışsam veya bunu duymuşsam etkisinden kolay kolay çıkabilecek bir bünyeye sahip değildim. Tüm gün, hatta tüm hafta boyunca o kızı düşündüm; Junko Furuta'yı. Henüz 16 yaşındayken aklınıza hangi işkence türü geldiyse yaşamıştı Junko. Okuduğumda dahi bu kadar üzüldüysem, o kız yaşarken neler çekmişti; haddi hesabı sorulamazdı. Hayatıma ve yaşadıklarıma bir kez daha şükretmiştim.
Birkaç hafta sonra bir ölüm haberi geldi. Haberleri okuyordum, gündemi sık sık takip ediyordum. Sonra bir ölüm haberi daha geldi, biri daha. Hiçbirinin ardı arkası kesilmezken yıl sonunda kaç kadının öldürüldüğüne baktım; 300. Şaka gibi değil mi? Erkek dediğimiz ama canavardan farksız olan bazı düşüncesiz mahluklar yüzünden 300 kadın bu Dünya'ya veda etti. Ve bunların hepsi yalnızca 365 gün içerisinde oldu. Kimi sevgilisi yüzünden, kimiyse eski eşi yüzünden. Fark eder miydi kimin öldürdüğü? Bir ölüm, bir cinayet varsa; kurban genelde hep kadınlar seçilirdi. Çocuklar seçilirdi, hayvanlar veya doğa seçilirdi. Hep bir mazeret, hep bir neden ile birileri katledilirdi. Çıkıp da sesimizi duyurduk mu?
Sevgilisi tarafından şiddet gören kızlar vardı. Her bir satırda yeni bir gözyaşı dökülüyordu gözlerimden. Aşık olduğun adam tarafından katledilmek nasıl bir duyguydu? Sevgisini kalbine kazıdığın adam tarafından öldürülmek ne ifade ediyordu? Her şeyi geçtim. Aşk sizin için bu muydu? Nerede sevgi ve saygı? Nerede o bir zamanlar kokusuna hasret kaldığın kız? Kendi ellerinle mezara vermedin mi? Şimdi de özler misin kokusunu? Bakışlarını, sarılışını, seslenişini... Özler miydin onu o yapan her şeyi? Özlesen de fark etmezdi. Şeytan ne zaman bir meleğe aşık olduktan sonra onu kendi Cehennem'ine gömüp özlemişti ki?
Aşk; uğruna ölebileceğin insandır, öldüreceğin değil. Onca insan var sevdiğine kavuşamadan bu imtihan yerinden göçüp giden. Sevdiği yanında olduğu halde onu hiç sayanlar var. Ona bir kez olsun güzel söz söylememiş, bir gül hediye etmeyi çok görmüş insanlar var. Aşktan anladıkları bu muydu? Yanındaysa, onu hissedebiliyorsa bu aşktır eyvallah, diyenler var. Oysaki yanlış düşünüyorlar. Ne güzel demiş Hikmet Anıl Öztekin; Seviyorum dersin, ya kısmetin olur ya imtihanın.
Aşk, kalbe giden dikenli ama en güzel yoldur. Kadın, bu Dünya'daki en nadide güldür. O yüzden kırmayın bir kalbi, incitmeyin bir gülü."300 kadın mı?" dedim kendi kendime. Hayretler içerisinde ekrana bakmaya devam ediyordum. Öldürmeden önce o masum meleklere işkence ettiklerine yemin edebilirdim. Yaradan'ın verdiği canı neden kul alıyordu ki? Neden tüm bunlara "Dur!" dediğimiz halde durmuyordu onlar? Zevk mi alıyorlardı öldürmekten, kadınlara şiddet uygulamaktan? Her yeni gün dün gibi geçerken, neden bir kez olsun yardım etmedik? Sesini duyuranları saymaya kalksak bir elin parmaklarını geçmezdi. Neden bu kadar vurdumduymaz olduk biz?
Nasıl bu hale geldik? Biri de çıkıp adaleti savundu mu tüm gözler önünde? Tek bağıracağımız, yardım eli uzatacağımız yer sosyal medya mıydı? Nereye kadar böyle sürecek? Ne zaman son bulacak bu cinayetler? Ne zaman sadece kendimizi düşünmeyi bırakıp etrafımıza bakacağız? Savaşlar, katliamlar, işkenceler, cinayetler ve daha sayamayacağım kadar çok alamet... Yardım çığlıklarını duyabilecek miyiz? Kim bizim kulağımızı kapatıyor? Yoksa sadece yardım bekleyenlere mi sağır kesiliyoruz biz? Bir kez olsun bunları kendinize sordunuz mu? Aklımda cevap bekleyen o kadar çok soru var ki; bazen kendime hayret ediyorum. Acaba benim kadar düşünen, benimle aynı fikirde olan hepi topu 3-5 kişi var mıydı?
Yalnızca bununla kalsa iyiydi. Herkes sözde birbirini eşit olarak görüyor ama ufak bir yanlışı veya noksanı olan kişiler ile karşılaştıklarında küçümsüyorlardı. Neden böyle davranıyoruz? İnsanları farklılaştırmakla kalmayıp, onları dış görünüşlerine göre yadırgıyorduk. Güzellik standartlarına aykırı gelen olduğunda ona lakaplar takıyorduk. Başta eğlenceliydi ama sonrasında sarpa sardı. Biz neden eşit olanı çizgi dışına çıkarıp ötekileştiriyorduk?
Bizim okulda da dışlanan, hor görülen birçok kişi vardı. Boynunda kocaman ben olan birinden tutun, şişman olana kadar küçümsüyor, bir böcek gibi eziyorlardı. Kimse kusursuz değildir. Kimse doğuştan mükemmel değildir. İnsan kendini seviyorsa başkasının sevgisine ihtiyaç duymaz.
Her şey en az ölüm kadar gerçekti. Gözlerimizi kapatmak yerine açsaydık, kulaklarımızı tıkamak yerine kabartsaydık, susmak yerine bağırsaydık her şeyin farkına varırdık. Neden hep kolaya kaçtık? İyilik etmek neden zor geliyordu bize? Kime sorsan hayali Cennet'ti ama iyiliği, yardımı hep erteliyorlardı. Kötülük yaparak, yalnızca kendilerini düşünerek mi Cennet'e girmek istiyorlardı? Susmak dahi kötülükten ibaretken, Cennet hep hayal olarak kalacaktı. William Shakespeare'ın da dediği gibi; Cehennem boş, çünkü tüm şeytanlar burada.
Nisa'yı, benim yıllarımı ve hayatımın en güzel zamanlarını uğruna armağan ettiğim kızı aradım o telaşla. Bu olaylardan ve yaşadıklarımıza karşı olan üzüntümden bahsettiğim sırada susmamamız için bir şeyler yapmamız gerektiğini söyledim. O da bana yapabildiğim tek şeyi, hikaye yazmam gerektiğini söyledi. Birlikte susmadık ve tüm melekler için bu hikayeyi yazma kararı aldık.
Sık sık onu arıyor ve kurgunun gidişatını değerlendiriyordum. Çok yardımcı oldu, o olmasaydı belki de başaramazdım, bilemem. Ona minnettarım, Nisa'yı sonsuz seviyorum...Sonunda bir karar verdim ve kalemi elime aldım. Gözlerim ne gördüyse, kulaklarım ne işittiyse hepsini yazdım. Kendi içinde orantılı ve bir sonuca ulaştıran hikaye tasarladım kafamda. Sessizlere ses olacak, bir şeylerin farkına vardıracak bir hikaye. Peri masalı gibiydi her şey; hayallere sürükledi. Sonra araya acı girdi. Karanlık ve kulak kanatan ıstıraplar. Peri masalı yerini korku dolu bir kabusa bıraktı. Hayaller yıkıldı, hayatlara dönüştü.
Burada çikolatadan evler yok. Soğuk betonlara hapsediliyor ruhsuz bedenler. Burada güzel bayanlar, yakışıklı beyler yok. Solgun tenli, hasta yaratıklar var. Burada mutluluk, aşk ve sevgi yok. Acı, öfke ve hüznün kara sularında boğulur insanlar. Burada prens öpünce uyanmaz prenses. Ölüm eline bir buse kondurduğunda yok olur ruhlar. Burada çocuklar oyun oynamaz. Ya tecavüze uğrar, ya öldürülür. Ve burada mutlu son yok. Nefes aldığın her saniye zehir çekersin ciğerlerine. Gri dumanı hissettiğinde ölümün yakın olduğunu bilirsin.
Hissediyor musun acının verdiği hissizliği? Duyuyor musun yardım isteyenleri, acı dolu çığlıkları? Görüyor musun boyunu aşan ateşten kurtulmak için çırpınanları? Hayal dünyandan çık, kendinle ilgilenmeyi bir kenarı bırak ve etrafına bak. Susmaya devam edecek misin? Hala daha düzenine alışamadığın çivisi çıkmış bu Dünya'yı sona itenleri fark ettin mi?
Rüyaların kabusa dönüştüğü, hayallerin yıkıldığı, tüm güzel duyguların birer birer yok olduğu Cehennem'e hoş geldin. Üç maymunu oynadığın her an kül olmayan ateşe bir odun da sen atarsın. Hadi maskeni tak ve düşüncesiz şeytanlarla birlikte Sessizlik Cehennemi'nde melekleri öldür. Çünkü haykırışları duyduğun halde, acı çekenleri gördüğün halde susmaya devam edersen; insan şekline bürünmüş bir iblisten farkın kalmaz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nemesis.
Misterio / SuspensoGizem henüz 18 yaşında gencecik bir kızdı. Küçüklüğünde ailesini kaybetmiş, liseye geçtiğinde ise ailesi yerine koyduğu dostlar edinmişti. Her günü bir öncekinden daha güzel geçiyordu ama bir gün her şey son bulacaktı ve bundan kimsenin haberi yoktu...